Üst-başına öte-beri almak üzere büyükleriyle alışverişe çıkmak her çocuk için etrafı tanıma anlamına da gelen bir gezinti deneyimidir. İstanbul’un kuşaklara göre farklılaşan alışveriş mekanlarının değişimi onların yaşamlarını şekillendirip ömür boyu taşıyacakları bir dünya algısı anlamına da geliyor. Bir tür kendine ve kuşağına has şuurlu yaşam çevresi [Lebenswelt] dünyası kurulmuş oluyor bu deneyimlerle birlikte.
Her zaman ona eşlik etmese de seyir de yetişkinliğe geçişte iç dünyanın dışına çıkarak dünyayı keşfetmenin hatta iç dünyayı da anlamanın en elverişli yolu.
1-60’dan 80’e: İstiklal/Taksim’den Cumhuriyet/Şişli’ye
Benim gibi onlarını [teenage] 60’larda yaşayanlar için o deneyimin yeri hala İstiklal caddesiydi. Caddenin ortalarındaki Vakko başlıca röper noktasıydı. Takımı Shetland kazakla birlikte Blue-jean’ler Tophane’deki Amerikan pazarı denen dükkanların, Kapalı Çarşı’nın veya Şişli-Kent pasajının tezgah altlarından alınırdı. Beyoğlu pasajlarından düğme, iplik seçmek annesi dikiş dikenlerin katlanmak zorunda oldukları sıkıntıydı. İnci ve Saray ise sıkıntıyı telafi umudu…
İyice küçükken, büyük asılların mükemmel taklidi oyuncaklarla dolu Japon mağazası vitrini camına umutsuzca yapışmış çocuklar annelerince adeta kazınarak sürüklenirdi alışverişin devamına.
Dijital çağı çocuklardan okumuyor diye şikayet edilmesine aldanılmamalı, kitap diye okunan,Tommiks,Teksas vb.; süzmesi Red Kit; yerlisi Karaoğlan, resimli silah-külah dizileriydi. Onların ve filmlerin etkisiyle olsa gerek kovboy tabancası özenti bir muhayyel güven kaynağıydı… Babamın bir kaçamakla herhalde servet karşılığı aldığı otobüs, uyumlu ebeveynimin arasında tanığı ve tabii tarafı da olduğum ilk derin çatlaktı. Dikiş diken anneler Sultanhamam’ın köşe-bucak manifaturacılarını çocuk mızmızından uzak, akranlarıyla ayrı keşfe çıkardı.
Öte yandan yeni kuşaklar, Hollywood odaklı kültür endüstrisine ilk kendilerinin teslim olduğu imâlarını da yutmamalı; Wajda, Kieslowski, Tarkovsky gibi Sovyetik, Godard, Fassbinder, Passolini, Jarmush gibi batılı alternatif yönetmen sinemalarıyla İsabelle Huppert, Hanna Schygulla gibi ana akım kıyısı yıldızları meraklı azınlığımız önce kör şiddet kurbanı Onat Kutlar inisiyatifi Sıraselviler’deki Sinematek’de, sonra da 12 Eylül’ün boğucu kasvetinin yıllık dozlu panzehirine dönüştürdüğümüz İKSV mahsulü Sinema Günleri’nde o kitlesel sinemaların son hatıraları olarak keşfetmiştik. 80’lerin düzenli ve çeşitli kalıcı TV alışkanlığı eşlikçisi yeniliği video da bu endüstri kaçkınlarını evde seyretme imkânıydı. Kadıköy videotheque de kiralık abone setleriyle evde seyire destek ticari kuruluş.
Fitaş-Dünya pasajında 70’lerde açılan Mudo yerli genç giyiminde bir dönüm noktasıydı. 80’lerde Taksim’de hemen açılan Vakkorama, özelleşen genç giyiminde de modayı Vakko markasının rakipsiz ayrıcalığı olarak tutma misyonu kadar, 2. Kuşak zinde işadamlığının da sembolüydü. 80 dönümü renkli TV/özel kanal öncesinin eğlencesi büyük kitlesel sinemalar da bu alışveriş dünyası içinde olurdu. Fitaş-Dünya gibi sinema pasajları caddenin uzantısıydı.
Maçka vadisi cepheli Hilton’un arkasında, solda Taksim yönünden, sağda Şişli yönüne akan Cumhuriyet caddesinde Elmadağ-Harbiye mevkii.
Solda Cumhuriyet Cad. Harbiye-Şişli arası, sağda Cumhuriyet Cad.Taksim-Harbiye arası.
70’lere doğru İstiklal, Cumhuriyet Bulvarı üzerinden Osmanbey Şişli’ye doğru uzadı. Şişli-Beymen öbür uçta röperleşti. Gençler de ortalarda. Kent ve Gazi sinema pasajları da cadde uzantısına dönüştü. Tam bu aralıkta gençliğin tüm dünyayla birlikte büyüklerini taklit etmek yerine, giyim-kuşamı, hali-tavrıyla ve kendine özgü müziğiyle özerk bir yaşam tarzına dönüşmesi, Cumartesi eğlencesi diskoteği türetmişti. Elmadağ’ın Gezi tarafındaki, 33, Hydromel, Modül; seri halinde sıralanmış rakip diskoteklerdi. 80’lerde İstiklal çevresinde canlı müzik caz kulüpleri ve türkü barlar, 90’larda Sıraselviler’de köprü altı kahveliğinden yukarı taşınıp barlığa terfi edecek Kemancı türevi rock-barlar onların yerini aldı. Barların en tutmuşu Hayal Kahvesi Beyoğlu’ndan sonra Çubuklu kıyısı yalı kahvesi olunca İstanbul’un rakipsizi olup Ortaköy’ün yılbaşı kör şiddeti kurbanı Laila ardılı Reina’ya modellik etti. 90’ların Babylon’u hem daha iddialı hem de profesyonelleri olarak işletmeden ziyade iksv’nin mütevazisi bir organizasyondu.
Teşvikiye’deki Konak sineması, Beyoğlu ve Şişli sinemaları kalabalığı ve hengâmesinden uzak görece sakin ortamdı. Pasajı da olmadığından açıldığı Vali Konağı ve Emlak caddesi dükkanları ile kümelenip bulvarın anonimliğinden ziyade Teşvikiye’ye ait olmuştu gözümüzde. Emek de Beyoğlu’nun şık ve sakin sinemasıydı.
Rus lokantası Rejans, Hacı Abdullah ve Hacı Salih; Beyoğlu’nun gözde lokantaları, Yakup ile Refik müdavimleriyle dolu meyhaneleriydi. Zorlu’da Eataly, City’s’de Mahalle misali, AVM’lerin yeni trendi, yiyecek içeceği perakendesiyle katlara da yayılmış şemsiye markalarda toplamanması oldu.
2-1980’den 2000’lere, Sokaktan AVM’ye; büyük sinemadan cebe
Onlarını 80-90’larda sürenler için bu alışveriş ve seyir deneyiminin yeri daha da ileri, Levent-Etiler-Nispetiye caddesine sıçramıştı. Oranın da odağı hemen 90’lar başında çabucak Akmerkez oluverdi… AVM, yorucu taşıt-arası sokak alışverişi yerine, derli-toplu ve tecrit bir ortamdı. Sinemalar da kitlesellikten çıkıp cepleşti. Buraya kadar kurduğum senaryo İstanbul’un merkezi yakası Beyoğlu ile sınırlıydı. Üsküdar Altunizade’de Capitol, Bakırköy’deki Galleria diğer yakaların yeni alışveriş deneyimi alanlarıydı. Demek ki halen 30 yaşın altındakiler hep AVM çocuğu olmuş. AVM’lerle birlikte büyük kitlesel sinema pasajı yani sinema yörüngesinde dükkan devri de kapandı.
Sosyal faaliyeti Beyoğlu karşısında görece durgunlaşmış Tarihi Yarımada merkezinin alışveriş pasajlı kitlesel sinema çifti, Çemberlitaş’taki İpek-Şafak’tı. Fatih’teki Renk, sükunetiyle Konak’ın muadiliydi. AVM’lerle, dükkan yörüngesinde cep sineması devri başladı.
Zorlu daha da atak davranarak devletin ihmaliyle iyice sönükleşmiş AKM’den rol çalacak bir hamleyle İş Kulelerini de geride bırakarak, gösterinin odağı oldu.
Bu rol kapmada devletle-piyasa aktörleri ilişkisi kadar, adındaki kültür merkezi vurgusunun kapsayıcılığına rağmen giden-gitmeyenin esas programın devletçe finanse edilen opera ve bale olduğunu bildiği bir kurumdan vurgusunu performansa yapmış bir işletmeye kaymanın seyir sanatları bakımından da bir değişime işaret ettiğini hatırda tutmak gerekiyor.
2000 sonrasının çocukları en bolluk içindeki çarşı diye Zorlu’yu tanıyorlar ki, o da zaten Levert-Maslak’daki serinin Metrocity ve Kanyon ertesindeki son halkasıydı. Astoria da Maslak yerine Mecidiyeköy istikametine sarkan kollardan…
Sona doğru:
3-KAÇIŞLAR ve DÖNÜŞLER
A-UZUN ATLAMA
Ama 2000’ler sonuçta tüm küredeki gibi İstanbul’da da bir AVM dönemiydi ve AVM’ler sırf Beyoğlu yakasında bile Büyükdere Caddesi’nden etrafa saçılıp Cevahir olarak Şişli’ye, İstinye-Park olup Boğaz’a sıçradılar. Kadıköy-Akasya, Bayrampaşa-Axis, ise çevre yakaların yenilerine örnek.
TEM otoyolu Asya yakası kenarı “Meydan” ise otoyol kıyısı olması yanı sıra birçok bakımdan yenilikler içeren bir merkezdi: Bir kere sırf kapalı alandan oluşmuyor, kapalı alanlarca sarılıp yiyip-içmenin yoğunlaştığı meydan denen bir açık alandan alıyordu zaten adını da. Sonra Zorlu’da aynı adla eğimlisi yapıldı bu kuşatılmış açık alanın… Yanı sıra bir de yepyeni bir alışveriş deneyimi olarak İKEA ile bitişip dev otoparkını paylaşıyor. Üst-baş-giysi, yeme-içmeyle sınırlı olmayan bir yaşam biçimine de davet ediyor İKEA. Perakende ayaküstü alışverişten alışık olmadığımız her keseye uygun sade mobilyaların evde monte edilecek parçaları satılıyor. Mesela ihtiyaca uygun gardrop kapak alternatifleriyle de ayaküstü tasarlanıp paketletilebiliyor. Hazır kullanışlı, kesilebilen kornişleriyle çeşitli ölçülerde bitmiş perdeler, her türden dolap, bahçe mobilyaları, çiçekler, saksılar, tezgahlar, her türden nalburiye ve hırdavat, matkaplar, amatörden profesyonele alet-edevat takımları. İnsanları “kendin-yap”a teşvik edecek her türlü ham malzeme ve onları işleyecek araç-gereç.
Becerikli bir çifte otoparkta bekleyen kamyonetlerden tutacakları birinin arkasını doldurup altyapısı hazır evlerine götürdüklerinde bir hafta sonu mesaisiyle evlerini pılı-pırtısıyla kurduktan gayri sonra zanaatkar peşinde koşmadan kendilerine yetecek yaşamı eviyle birlikte emekleriyle donatma imkanı…
İKEA’nın özellikle de ev donatısı, nalburiye ve hırdavat kısmının rakipleri de var yine otoyol peyzajında: sahra otoparklı Bauhaus ve Praktiker. Bunlar alışverişi arabalı orta-sınıfa hafta-sonu aktivitesi olarak sunan kente alternatif yeni yaşam biçimi yerleri. Sırf kente değil; doğaya da. Mesela piknik yerine çoluk-çocuk yarım/tam gün birlikte alışveriş. Çocukları yeterince büyümediğinden sonra nasıl hatırlanacakları daha meçhul. Habitat ise standardı belli ev donatısını kent-içi dükkanlarla kentliye taşıyan küresel alışveriş markası.
Spor giyim-kuşamı gençlere has olmaktan çıkıp tüm kuşaklara yayılınca Decathlon gibi spor odaklı iri bir marka, Bayrampaşa, Ümraniye, Ataşehir gibi merkezlerle teması güçlü koordinatlara yerleşti.
Amerikan kovboyu malı jean’in muadili dayanıklı, kullanışlı Britanyalı avcı kılığı Barbour’u 70’leri parka-anorakla geçirdikten sonra biz de günlük hayatımıza yeni kuşaklarla birlikte kattık. Ayakkabıda Hush-Puppies’ten Camper’e meyilin, resmiyet karşıtı sivillikten sportifliğe geçişle bir ilgisi olsa gerek.
4-Büyüyen yakanın direnci: Hep Bağdat
Suadiye ve Atlantik sinemaları
Bütün bu 60’lar ertesi sürece aralıksız eşlik eden istikrarlı bir de Bağdat Caddesi oldu hep. Sinemaları Suadiye ve Atlantik, Divan’ın yanı sıra uzun caddenin de röperleriydi, Sinema alternatifi Kent veya Kadıköy-Altıyol’da Süreyya ile Reks’di.
Süreyya Sineması
B-DÖNÜŞLER
Evet asıl yenilik otoyol peyzajıyla çevre coğrafyaya sıçrayıp, sokakların almayacağı bir çeşitliliğe sahip olmalarında ama kentten uzaklaşmanın tersine merkezi yeniden yapılandırarak dönme eğilimi de var. Tam da bu otoyol alışverişi devrinde, Teşvikiye, hiç olmadığı derecede bir alışveriş merkezine dönüştü.
Tipik 70’ler vakası bir faşist komplonun ertesinde o vukuat yerinin eski adı Emlak caddesi yerine kurbanın adı Abdi İpekçi ile değiştirildikten epeyce sonra cadde İstanbul’un kirası en yüksek alışveriş hattı oldu. Seçkin alışveriş caddeyle kalmayıp Teşvikiye’nin tamamına yayılma eğilimi gösterince, kapasite önce Reasürans pasajıyla genişletildi, ardından da mini avm City’s geldi. Cit’y’s’in Avrupa Amerika bile değil, Japonya’yı düşündüren sterilliği, iyi çalışan vale servisi yanı sıra renkleriyle okunaklı mükemmel ve bakımlı 6 kat yeraltı otoparkı Teşvikiye’nin cankurtaranı oldu. Akşam yemeğine arabayla gidip sokakta yer bulamayınca vakit tüketme turunu Taksim’e uzatarak, arabayı oraya bırakıp gerisingeri taksiyle hedefi tutturanları bilirim. Alışverişi geçelim, esasen belediyenin görevi otopark hizmeti yeter Teşvikiye’ye… Belediyeye de kapısında bando çaldırıp şenlik görünümü sponsorluğu düşüyor.
Dolmabahçe stadı ardalanında talep halinde geçici sirk ve lunapark alanı olarak kullanılan alan da alışverişi sinema kadar spor aktiviteleriyle de besleyen bir konseptle G-Mall adıyla artık aralıksız kullanılıyor.
Bomontiada Osmanbey’in ardına saklanmış bira fabrikası mirasından türeme çarşıdan ziyade toplantı, konaklama, yiyip-içme, sinemalı trendy bir aktivite odağı.
5-Sinemanın alternatifi: Maç
Sinemanın alternatifi evde de dışarıda da hep maç oldu: maç deyince de ağırlıkla futbol; 80’lere kadar, tek kanal (TRT) tek lig (Türkiye 1.ligi), tek cins (erkek) iki stad vardı. Dolmabahçe ve Ali Sami Yen. Aynı yere ardarda iki maç da düşebilirdi. Sonra herkes kendi stadını yaptı. Başakşehir’in bile stadı oldu.
Bile diyoruz da Liglerin taraftarlık profili, sevgili Tanıl Bora gibi romantiklerin umdukları gibi oligarşik üç büyük karşıtı ve kent takımı tekelleri paraleli Gençlerbirliği misali mahalliliklerin boy vermesi yönünde olmayıp, adını Erdoğan’ı da sahneye çıkaran 92 seçimlerinde sıçrayan siyasal İslamın partisi Refah’ın sembolü başaktan alan Refah’ın ilk yerel projesi takımı olmakla yükselen İslamcı/mütedeyyin burjuvasıyla da doğrudan siyasi iktidarı hatırlatan Başakşehir, hatta ve onun alternatifi de kör ve şuursuz bir inatlaşmadan başka şeyi düşündürmeyen Osmanlıspor olunca; tesis çeşitlenmesinden umutlanmak ancak kronik safdiller dünyasına hapsolmakla mümkün gözüküyor.
Olimpiyat Stadı
Olimpiyat stadı gibi içlerinde mimari ve tesis performansı olarak en ele geliri, Olimpiyat stadı âtıl dururken makroform ölçeğinde iki adım ötesine yeni büyük stad yapmanın hesapsızlığıyla bir de passolig denen manasız tedbirle stadların hepsi birden boşalması da cabası.
http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8351/fakat-ne-yazik-ki-stat-bostu#.WTjseYWhnYX
80’lerin TV eşiği sonrasında futbolla ilişkiyi dönüştürecek başlıca gelişme de TV’den naklen yayınlanmaları oldu: TV’den seyir uzaktan da olsa rutin bir imkâna dönüşünce naklen yayın bütçesini futbolun başlıca mali kaynağı da yapacak kanallararası rekabet alanına dönüşüp Roberto Carlos, Eto’O gibi dünya yıldızları yerli formalarla görünür oldu ki, tesislerin de çoğalıp gelişmesinde reklam geliriyle de birlikte evden paralı seyirin payı az olmasa gerek.
Radyo yerine TV naklen yayını, evlerdeki maç izleme deneyimini de değiştirdi. Çocuklar kuralları daha çabuk öğrenip erkenden taraftar oldular. 5-6 yaşlarımda radyodan dinlerken saha görmemişliğimle ofsaytı sormak gafletinde bulununca babamın düştüğü çaresizlik hala gözümün önündedir. Anlatılması da öğrenilmesi kadar imkansız bir kuralın neden sürdüğünü anlamak mümkün değildi. Top takibine de alışmamış kulak dolgunluğu acemiliğimle gittiğim ilk maçta canlı ilk gol deneyimim Fener’in yegâne golü, beni götüren de dahil, etrafımda zıplayıp birbirine sarılanların arasındaki küçüklük ezikliği olarak kaydoldu zihnime. Sırf taraftar adayı çocuk bakımından da değil. Hafta sonu ev rutinini de değiştirdi TV: Spiker sesi, kimsenin can kulağıyla dinlemediği, Pazar sıkıntısını koyulaştıran monoton bir kasvet kaynağı monolog yerine ev ahalisinin dikkat kesildiği heyecan kaynağı bir kitle sporu uğultusu eşliğindeki ikili-üçlü diyaloğa dönüştü.