“İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararı biz kadınları üzmüştür.
“6284 kadınlar için güçlü bir teminattır, titizlikle korunmalıdır.”
Son aylarda kadın gündemini oluşturan bu konuları 24 Haziran’da Cumhurbaşkanının davetiyle gerçekleşen özel toplantıda dile getirmiş, İstanbul Sözleşmesinin bütüncül yaklaşımının muhafaza edilmesinin önemine dikkat çekmiştik.
Toplantıda İstanbul Sözleşmesinden çekilmeyi “toplumsal hayatı etkileyecek bir hava oluşmasıyla” açıklayan Cumhurbaşkanımızın bu çekilmeden memnun olmadığı izlenimini edindim. Konuşmasında, kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki kararlılığını dile getirmesi ve İstanbul Sözleşmesinin iç hukuka yansıması olan 6284 nolu yasaya sahip çıkması da bu duygumu destekliyordu.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı, STK temsilcileri, akademisyenler ve konuya ilişkin sorumluluğu olan milletvekillerinin katılımıyla gerçekleşen toplantıda kadın sorunlarıyla ilgili önemli başlıkların altı çizilmiş ve 6284’ten geri adım atılmaması yönündeki ortak kanaat paylaşılmıştı.
Toplantıda ele alınan konular kadın gündeminin ana konularıydı
Toplantıda kadın sorunlarının temelinde yer alan zihniyet sorunlarına,
kadınlara dair olumsuz algıyı pekiştiren sosyal medya vaizlerinin söylemleriyle mücadele etmeye, yargıda yaşanan fail kollayıcılık ve mağdur suçlayıcılık haline,
iyi hal indirimlerine, haksız tahrik meselesine, hakimlerin ceza kanunlarının sınırlarını aşacak şekilde kişisel karar vermelerinin önüne geçilmesine, mağdur odaklı olan uygulamalara ilave olarak fail odaklı çalışmalara yönelinmesine, ikincil mağduriyetlerin önlenmesine, cinsel suçlarla mücadeleye, cinsel yolla bulaşan hastalığı olan kişilerin hastalığını saklamasının suç kapsamına alınmasına, nafaka meselesinde boşanmanın yükünü daha fazla çeken kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmasına, boşanmaların kolaylaştırılıp sürelerinin kısaltılmasına, kadınların eğitim, istihdam ve kamusal hayata katılımlarının güçlendirilmesine, ŞÖNİM’lerin hem sayısının hem niteliğinin artırılmasına ve uzmanlaşmış konukevlerinin açılmasına, kadına yönelik şiddetle mücadelede medyaya düşen sorumluluğa ve teşvik ve ödül müesseselerinin devreye girmesine kadar pek çok konu tartışmaya açıldı.
Farklı kadın gruplarının ve siyasetin bir arada bulunduğu bu toplantı, sorunlarda uzlaşılan ve ortaklaşılan bir atmosfer içinde gerçekleşti. Toplantıda İstanbul Sözleşmesi ortak bir değer olarak kadınların gündemindeydi.
1 Temmuz’da 4. Ulusal Eylem Planı Külliye’de açıklandı
İstanbul Sözleşmesinden resmen çekilmenin gerçekleştiği bir günde Ulusal Eylem Planının açıklanması kadınlar için bir teselli gibi görünse de kadına yönelik şiddetle mücadelede bir boşluk oluşmasına engel olmak olarak da değerlendirilebilir.
Siyaseten gerçekleştiğine kani olduğum İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin AK Partiye siyasi olarak ne getirip ne götüreceğini zaman gösterecek ama her gün bir kadının vahşice öldürülmesinin devam ettiği bir süreçte açıklanan eylem planının toplumda bir heyecan yaratmadığı ortada. Bunda eylem planının içeriğinden bağımsız olarak siyasi erke duyulan kızgınlığın/küskünlüğün ve eylem planının ne kadar hayata geçirilebileceğine dair duyulan güvensizliğin payı olduğunu düşünüyorum.
“Kadına yönelik şiddetle mücadelede hiçbir şey değişmeyecek”
Aslında açıklanan Ulusal Eylem Planı İstanbul Sözleşmesinin ruhunu yansıtıyor, sözleşmenin en önemli unsuru olan bütünselci yaklaşımı içeriyor ve kadına yönelik şiddetle mücadelede aynı kararlılığı taşıyor.
Bir farkla ki sözleşme özelinde kamuoyunda yaygınlaşan toplumu cinsiyetsizleştirme ve LGBTQ haklarını meşrulaştırma endişesini gidermek için eylem planında bu kavramlara hiçbir şekilde yer verilmemiş. Hazırlanan eylem planıyla bir taraftan bu endişeleri gidermek diğer taraftan “kadına yönelik şiddetle mücadelede hiçbir şey değişmeyecek” denmek istenmiş gibi görünüyor. Bu durumda her iki tarafı da memnun etme kaygısı göze çarpıyor.
Siyasetin, tabanından gelen seslere kulak kabartmasını ve buna uygun politika üretmeye çalışmasını anlamak zor değil. Ancak şiddete uğrayan kadın haberlerinin rutin hale geldiği bir vasatta kadınların sözleşmeden çekilmeye itirazlarının devam ediyor oluşunu da aynı şekilde anlamak gerekiyor. Öldürülen kadınlarla daha derin empati kuran ve sahada bilfiil mücadele eden kadınların sözleşmeden çekilmeyle kendilerini yalnız hissetmeleri çok doğal.
Şiddetle mücadelede sorun zihniyete dayalı olarak ortaya çıkıyor
Açıklanan Ulusal Eylem Planı şiddetle mücadelede yeterli içeriğe sahip olsa da Türkiye’deki sorun esas itibariyle yapısal olmaktan ziyade zihniyete dayalı olarak ortaya çıkıyor. Sözleşmeye itiraz edilmesini de bu gözle okumak mümkün. Bu yüzden eylem planının asıl amacının toplumun kadına yönelik şiddete bakış açısını etkilemeye, değiştirmeye ve duyarlılıklarını artırmaya yönelik bir farkındalık oluşturmak olarak açıklandığını düşünüyorum.
Diğer taraftan eylem planının hayata geçirilmesinde ara kurumları oluşturma, kurumlar arası eş güdümü sağlama, uygulama hatalarını azaltma ve uygulamaya direnç gösteren zihniyetle mücadelenin de önemli olduğunu biliyoruz. Çünkü daha önce uygulanan ulusal eylem planlarının hayata geçirilmesinde bu zorlukların yaşandığı defaatle dile getirilmişti.
4 yılda bir açıklanan Ulusal Eylem Planlarının her bir maddesinin hakkıyla gerçekleşmesi çok mümkün olmasa da kadına yönelik şiddetle mücadelede devletin gösterdiği kararlılık çok önemli. Eylem planları şiddetle mücadelede bir yol haritası çizmesi ve ortaya bir hedef koyması açısından kıymetli.
Ancak bu kararlı duruşun uygulamaya yansımasıyla bir anlam ifade edeceği de muhakkak. Bu aşamada uygulamanın yetkili kurumlar tarafından takibi kadar ilgili herkesin bu takibe katılması önemli. STK’ların, akademisyenlerin ve hatta bireylerin eylem planlarını yakın takibe alması, uygulama hataları, eksiklikler, zihniyete dayalı dirençlerin anında tesbit edilerek yetkili mercilerle paylaşılması kısaca; toplumun eylem planının gönüllü parçası olması gerekiyor.
Zira kadına yönelik şiddetle mücadele ancak topyekûn bir mücadeleyle kazanılabilir. Erkek, kadın, kamu ve özel sektör, bireysel ve örgütsel yapılar bu ayıptan kurtulmak için birlikte mücadele etmelidir.
Kadına yönelik şiddetle mücadele siyaset üstü bir konuma sahip
Kadına yönelik şiddet meselesi bütün dünyanın ortak sorunu olarak dinler, siyaset, ırk ve milletler üstü bir konuma sahiptir. Kadın konusunu siyaset içinde tartışmak çoğu kez odak kaybına neden olmakta farklı anlayışların çatışma alanı ve üstünlük yarışına dönüşmektedir.
Şiddet ceza hukukunu ilgilendiren bir suçtur. Fail ve mağdur kim olursa olsun suçluyu cezalandırmak ve mağduru korumak hepimizin görevi olmalı. Bu yüzden siyasi anlayışımızla değil insani ve vicdani duruşumuzla konunun tarafı olabilmeliyiz. Maalesef Türkiye’de her türlü konu siyasete malzeme yapıldığı için işin içinden çıkılmaz, üzerinde uzlaşılamaz bir hal almakta ve en basit konular bile çatışma mevzuu olabilmektedir.
İktidar kadın STK’larının gönlünü almalı
Hiçbir politika salt yasaların gücüyle ya da politikalara dönüşmeyen saha çalışmalarıyla gerçekleşme imkânı bulamaz. Bu yüzden sorunların çözümünde sivil toplumun gücünden faydalanmak önemli bir tecrübe olarak bütün dünyanın gündeminde.
Kadına şiddet gibi evrensel ve devasa bir sorunla mücadele etmek, devlet-millet elele prensibini uygulamayı gerekli kılıyor. Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin önlenmesinde samimi gayreti olan herkese düşen siyasi angajmanlarını arkada bırakarak sorun bazlı çalışmayı öncelemek olmalı.
Aynı şekilde siyasal erk bu sorunun çözümü için öncelikle kadın STK’ların gönlünü almalı, onlarla bir araya gelmenin yollarını bulmalı ve onları bu eylem planına paydaş olmaya ikna etmelidir. Bu her şeyden önce sorunları çözmekle mükellef olan siyasetçilere düşen bir görevdir. Onlarca yıldır saha da çalışan kadın STK’larının deneyimlerinden faydalanmak, çözüm önerilerine kulak kabartmak ve şiddetin takibinde onlardan destek almak eylem planının daha etkin hayata yansımasını sağlayacak ve ortak bir başarı oluşturulabilecektir.