Ana SayfaYazarlarKant ve aydınlanma

Kant ve aydınlanma

 

Aydınlanmış bir aklın iradesine ve özerkliğine sahip olma ve onu yönlendirebilme özgürlüğü aynı zamana ahlâkî bir boyutu da içkin olarak barındırır. Bu ahlâkî boyutun özgül yapısını ve çimentosunu bireyin hür aklındaki idealleri ve kurgusal yapıları hiçbir dünyevi çıkara, kısmî, sonuçsal ve pragmatik yönelimlere, kendi iradesi dışında oluşmuş sosyal ve tarihsel kurallara bırakmaması ve aksine doğanın bireye yüklediği amaç olarak gösterilen bütün bu ampirik evreni ve bu evrenin tarihini aşabilmesi ve bizatihi kendisinin bu süreçlere yön vermesi oluşturur.

 

Tam da bu kertede, birey olarak insan kendi hayat alanını ve bu hayat alanının kurallarını kendi özgür iradesi ve aydınlanmış aklıyla “kendi” belirlemiştir. Kant’ın da önemle vurguladığı gibi bu süreç, yani insanın kendini rasyonel, eleştirel, ahlâkî ve en nihayetinde özgür bir olgun birey olarak algıladığı süreç sanıldığı kadar kolay ve pürüzsüz bir şekilde ortaya çıkmamıştır.

 

Özgürlüğü belirlenimcilikten uzak bir biçimde anlama çabasında asıl önemli olan nokta “eski ve aşina yol işaretlerinin (geleneksel metafizik, vahiy, doğal hukuk) artık olmadığı bir dünyada yolumuzu nasıl bulabileceğimiz sorunudur.” Özgür ve ussal varlıklar olarak, pratik amaçlarımız uyarınca ve pratik aklın sınırları dâhilinde, tarihe bir yönelim atfedebilir, onu şekillendirebilir ve tarihi aşabilme gibi bir yetkemiz olduğu tasarımını ve düşüncesini özgür aklımız sayesinde ortaya çıkarabiliriz.

 

Bu bağlamda, özgürlüğün en temel dinamiği olan, onun ontolojik parametrelerinin en başatı olan “akıl (us)” ve onun yarattığı tasarımlar (idealar) tarihi aşan ve onun üzerinde olan idelerdir.

 

Bu noktadan hareketle, bizi tarihe yönlendiren temel saik öğrenme arzusundan ve meraktan ziyade “ne yapmamız gerekir?” sorusuna yanıt bulma çabasıdır.

 

Ancak bu soruya yanıt verirken tarihe olduğundan fazla bir değer yüklememek gerekir. Yani tarihin akışı içerisinde tam belirlenmişlik ve hiç belirlenmemişlik arasında yolumuzu nasıl bulacağımız kendimize sormamız gereken bir sorudur. İşte tam da bu noktada; özgürlük sorunu devreye girer. Kantçı bir perspektiften kendi kaderini tayin etme hakkı olarak vurguladığımız özgürlüğü örtülü bir fatalizmden (kadercilik) kurtarmak için yukarıda bahsettiğimiz bu iki aşırı tasarımından sıyrılmak elzemdir.

 

Dolayısıyla, bireyin kendi tarihine ve yaşamına yön verecek olan “kılavuz güdüsü” (guiding thread), bireyin bizatihi kendi ahlâkî ve özgür eylemleridir. Özgürlüğün ve ahlâkî eylemlerimizin yarattığı bu ortam, bize hem ilerlemenin hem de barış tasarımlarının bulgularını verir. Bu kesinlikle mekanik, biçimsel ve dışsal bir zorunluluk değildir. Doğa’ya ve nesneye bakmakla, onu analiz etmekle kurgulanamaz, idelerimiz yani kendi tasarımlarımız haline gelemez.  

 

Bu barış ve ilerleme tasarımlarının ampirik evrende vuku bulmaması bir olumsuzluk olarak değerlendirilebilir. Ancak bu, toplumsal-tarihsel olguları yönlendirmede etkili olabilir. Bunun yanında, özgür aklın bu düzenleyici ilkelerinin kendi aklımızın ürünleri olduğunu bilmek ve kendimizi doğanın, tarihin belirlenmişliğine bırakmamak adına bu tasarımları düşünmek konusunda ısrar etmek ve bunların kendi eylemlerimize kılavuzluk edebileceğini görmek kendi kaderimizi kendimizin belirlemesini yani ahlâkî özgürlüğümüzü pekiştirmektedir. Bu da bize hayata karşı edilgen değil, etken ve müdahaleci kılar.

 

Tam da bu minvalde, “Aydınlanma” dediğimiz pratik ve özgür aklın ahlâkîliğini kutsayan, insanı kendi yaratmış olduğu vesayetten ve dış dünyaya bağımlı olmaktan kurtaran, insanın özgürlük ve rasyonalitenin farkına varmasıyla onu ahlâkî bir olgunluğa eriştiren, modernitenin en güçlü ayağı, insanlığa unuttuğu sorumluluk hissini hatırlatmış, onu tercihlerinin, seçişlerinin ve eylemlerinin merkezine koymuştur.

 

- Advertisment -