Ana SayfaYazarlarKarşının feministleri

Karşının feministleri

Türkiye'de genç bir kadının haysiyetine dil uzatmak çok kolay. Bir kadının şerefine yönelik bel altı saldırıları siyasi argüman olarak kullanmanın maliyeti yok.

 

Bu kuraldan kimse istisna değil. Cumhurbaşkanının, başbakanın kızları bile.

Ve hatta bu rezil cinsiyetçilik en çok onlara reva görülüyor.

Yazmaktan zul gördüğüm, saçma sapan bir asparagas haberi konuştu dün Türkiye.

CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, Lazika İslam Emirliği tarafından Sümeyye Erdoğan'a evlilik teklifinde bulunulduğu haberlerini yayarak çirkin bir itibarsızlaştırma kampanyasının fitilini ateşledi. Bunu ciddi bir habermiş gibi sunan Today's Zaman gazetesi izledi. Bu iğrençlik sosyal medyada güya kanaat önderleri, sanatçılar tarafından cinsiyetçi hakaretlerle paylaşıldı.

 

Bu Erdoğan ailesinin hanımlarına yapılan ilk saldırı değildi elbette.

Emine Erdoğan başörtüsü nedeniyle yıllarca hakaretlere, edepsizliklere maruz kaldı. Gezi olayları sırasında son derece galiz hakaretleri içeren pankartların hedefi oldu.

 

Fakat bütün bu cinsiyetçi saldırılar, Türkiye'nin “ilerici” mahallesinde ciddi bir tepki oluşturmadı. Kadın hakları konusunda pek hassas olan çevreler tüm bunları kayıtlara geçecek bir sessizlik ile izledi.

Zira bu ülkede “kadın” meselesi hiçbir zaman kadınlarla ilgili olmadı. İdeoloji ile ilgili oldu, siyasetle ilgili oldu, ama kadınlarla ilgili olmadı.

 

Kadına karşı ayrımcılıkla mücadele kendi içinde bir ayrımcılık içerdi. Kadın hakları ancak bahsi geçen kadın o siyasi mahallenin mensubu ise önemsendi.

 

“Kadınlara rağmen, kadınlar için” Türkiye'de hemen her grubun kadınlara bakışını özetleyen motto oldu. Kadının adı yoktu ama siyaseti oldu.

 

İdeoloji kadın bedeninde kristalize oldu. “Makul kadın” tasavvuru ideolojiden ideolojiye değişse de, o ideolojiyi savunan kişilerin kendilerini karşı kamptan üstün olduğunu kanıtlamaya yarayan bir ideolojik mühimmat olarak kullanıldı.

 

Kadın, “ilericilik” göstergesi, “iffet” timsali, “özgürlük savaşçısı” oldu, ama kadın olamadı.

Kadın hakları, kendi tarafımızdaki kadınlara ayrımcılık yapıldığı zaman akla geldi. Cinsiyetçilik ancak karşı tarafa yakışan bir sıfat oldu. Kadına yönelik ayrımcılığın bu ülkede (tıpkı dünyada olduğu gibi) ideoloji, din, etnisite, sınıf, kültür, mezhep ayırmadığı es geçildi. Ataerkilliğin ideoloji üstü olduğu es geçildi.

 

Peki böyle olmak zorunda mı? Cinsiyetçilik nereden gelirse gelsin karşı çıkmak bu kadar zor mu? Bir kadına, sırf kadın olduğu için saldırılmasının, aslında bütün kadınlara zarar verdiğini görmek zor mu?

 

Bu ülkede kadın mücadelesi, demokrasi mücadelesi gibi kendi mahallemizden başlıyor aslında. Karşı kampın kadına bakışı üzerinden kendimize üstünlük payesi atfetmek de pek yardımcı olmuyor.

Dürüst ve samimi olmak gerekiyor.

 

Mütedeyyin kadınlar dindar mahallede, seküler kadınlar laik mahallede, Kürt kadınlar Kürt mahallede, Alevi kadınlar Alevi mahallede yaşadıkları ayrımcılığı konuştuğunda bir katkı sağlanıyor.

 

Türkiye'de seküler mahalleye mensup biri olarak, kendi mahallemde kadınlara karşı takınılan tavır ve ikiyüzlülük bana utanç verici geliyor. Çoğu parlak, iyi eğitimli, seküler gençlerin, sevmedikleri kadın yazarlar için kullandıkları dil mide bulandırıcı geliyor. Bu dilin kınanmaması, bu dili kullananların o mahalleden aforoz edilmemesi korkunç geliyor.

 

Başka kadınları kurtarma rolüne soyunacağımıza, önce kendi kadınlarımızı “kurtararak” başlasak bu işe nasıl olur? “Geri kalmış” ideolojilere mensup insanlara ahkam keseceğimize kadın konusunda aynaya baksak nasıl olur?

- Advertisment -