Kasiyer

Otuz altı yaşındaki Keiko Furukura, bir süpermarkette 18 yıldır kasiyerlik yapmaktadır. Her zaman işe zamanında gelir, tüm hazırlıklarını yapar, marketin maksimum satış rakamlarına ulaşabilmesi için her türlü raf düzenleme, temizlik, düzenleme işlerini en titiz şekilde yürütür. Müşteri memnuniyeti ise en dikkat ettiği konuların başında gelir; müşterilere güleryüzlü, nazik bir dille yaklaşmak, mağaza içinde onları rahat hissettirmek, leb demeden leblebiyi sunmak açısından son derece profesyoneldir. Marketin ritmini içselleştirmiş, marketin günlük döngüsünü kendi yaşantasına birebir monte etmiş bir çalışandır. 18 yıl boyunca marketten bir çok müdür gelmiş geçmiş ama Furukura hala orada olmaya devam eder, sanki marketin sahibi odur. Ancak ne kadar değerli bir eleman olsa da bir çok market çalışanı gibi vardiya usulü orada çalışmaktadır. Furukura, çocukluğundan beri “normal” olmayan bir karakterdir. Normal olmamasının en belirgin göstergesi toplumsal kabullerin dışında bir hayat sürdürmesidir. Çünkü evli değildir, ve on sekiz yıldır aynı yerde yarı zamanlı olarak çalışmakta ve tek başına yaşamaktadır.  

 

Kasiyer kitabının yazarı Sayaka Murata bu kitabıyla 36 yaşında Japonya’nın en prestijli ödülü olan Akutagawa edebiyat ödülünü kazandı. Bu ödülü alan yazarlar arasında Shusaku Endo, Kenzaburo Oe ve Ryu Murakami gibi işleriyle 20. yüzyıl Japon edebiyatını tanımlayan yazarlar olduğunu söylersek Murata’nın Kasiyer kitabı ile Japon edebiyatında ulaştığı mertebeyi daha iyi anlayabiliriz.

 

Kendisi de kasiyerlik yapmış olan, Sayaka Murata eserlerinde Japonya’nın tabularını hedef aldığı için ülkenin en radikal edebiyatçıları arasında görülüyor. Murata, Kasiyer kitabında toplumsal kalıpların dışında kalan bir kadının yaşam öyküsünü ve bu kalıpların dışında kalmanın bedeli ile nasıl başa çıkmaya çalıştığını anlatıyor. Kitabın ana karakteri, küçüklüğünde insanlarla konuşurken hiçbir sosyal norma takılmadan, dümdüz aklından geçeni söyleyerek konuşan farklı bir çocuktur. Yetişkinliğinde ise evlenmeyerek, çocuk doğurmayarak ve 18 sene boyunca yarı zamanlı bir işte çalışmaya devam ederek kendisini seven aile ve yakın arkadaşlarının bile baskı, imalı yorum ve acımalarına maruz kalır. Oysa bekar bir hayat sürmek ve tüm benliğini adayarak bir süpermarkette çalışmak onun sağlıklı bir yaşam sürdürmesini mümkün kılmaktadır.

 

Yalnız bir kadındır ama aslında kendi yalnızlığından memnundur. Ancak etrafındaki sosyal çember onu bu yalnızlıktan utandırıyor ve Furukura, bir çoğumuz gibi, sosyal normların etkisinde kalıyor. Kendisini devamlı sorguluyor, evlenmiş olsaydı toplum içinde daha saygın bir kadın olacağını hissediyor ve bunun büyüsüne kapılmadan edemiyor. Aslında hiç istememesine rağmen evlenme ihtimalinin ortaya çıkmasıyla ailesinden dostlarına, iş yerindeki arkadaşlarından müdürüne kadar Furukura’ya herkesin yaklaşımı birden değişiyor; artık toplumda saygın bir kadın olarak muhatap alınmaya başlıyor.

 

Murata, kitabında sadece kadınlar hakkında değil sosyal normların erkekler üzerindeki etkisinden de bahsediyor. Bir erkekten beklenen iyi para kazanmak, aile kurmak, kültürel ve sosyal anlamda toplum kurallarına uyan ve faydalı işler yapan iyi bir aile babası olmak gibi temel şartları karşıla(ya)mayanların maruz kaldığı dışlayıcı ve aşağılayıcı bakışa dikkat çekiyor.

 

“Dışarı çıkarsam yaşamımın ırzına geçilecek yine. Madem erkeksin çalış, evlen, evlendinse daha fazla kazan, çocuk yap… Köyün kölesiyiz. Tüm yaşamımızı çalışarak geçirmek üzere dünyadan emir alıyoruz.”

 

“Normal bir insan maskesi takarak o ortamın el kitabına uygun davranırsan ne köyden kovulursun ne de senden uzak durulur.”

 

“Yani yaşamına karışan insanlardan nefret ediyorsun ve buna rağmen laf etmesinler diye yaşamını onlara göre belirleyeceksin?”

 

Japonya, muhafazakar aile geleneklerinin güçlü bir şekilde yaşamaya devam ettiği ataerkil bir toplum. Geçen sene yaptığımız Japonya seyahatinde rehberimiz özellikle büyük şehirlerde evlenme oranlarının düştüğünü ve genç kadınların geleneksel aile yapısına hapsolmamak için evlenmeyi tercih etmediklerini, bunu ailelerine kabul ettirmek için de kariyer odaklı bir yaşam seçtiklerini anlatmıştı.

 

Murata, kitabında kültürel kodların yüzyıllardır değişmediği gerçeğinin de altını çiziyor.

 

“Modern dünya maskesi takılsa da yaşadığımız çağ ilkel çağ. Normal insan denilen standart kalıp ilkel çağdan beri değişmeksizin varlığını koruyor.”

 

Öte yandan Murata’nın esas üzerinde durduğu mesele “normal” insanların “normal olmayan” insanlara davranışları, yargılamaları ve bunun karşılığında “normal olmayanların” yaşadıkları zorluklar, acılar, duygusal çalkantılar.

 

“Bir an, aynı ilkokulda yaşadığım olaydaki gibi, herkesin benden biraz uzaklaşıp arkalarına döndüklerini, yine de gözlerinde tuhaf bir canlı görmüş gibi merak dolu bakışlar oluştuğunu fark ettim. Normal dünya zorba bir yer, yabancı maddeler derhal sorgusuz yok edilir. Makul olmayan insanların mutlaka icabına bakılır. Öyle ya, işte benim de bu yüzden düzelmem gerekiyor. Düzelmezsem makul insanlar tarafından yok edilmem kaçınılmaz olur.”

 

“Kendini normal gören insanların, normal olmadığını düşündükleri insanları yargılama merakı vardır.”

 

Benim açımdan, Kasiyer’in işlediği en önemli mesele bu; normal sayılan insanların normal sayılmayan insanlara karşı aldıkları tavır, yargılama, oluşturdukları sosyal çember. Normalleşmeleri için yaptıkları baskı, normalleşme ihtimalleri yoksa da dışlamaları.

 

Hatta bunu bir adım daha ileri götürürsek, normal sayılanların diğer normal sayılanlara normal sayılmayan insanlarla kurdukları ilişki üzerinden uyguladıkları baskıdan da bahsedebiliriz. Mesela, topluma adapte olmayan bir kişi ile yakın arkadaş olan bir “normalin” diğer “normallerce” yadırganması gibi.

 

En azından, “normal olmayanların” yaşadıkları ve hissettikleri ile empati kurabilmek adına “normal olanların” Kasiyer kitabını okumalarını tavsiye ederim. Farkında olarak veya olmayarak “normal sayılmayanlara” fırlatılan acımasız bakışların bir nebze yumuşamasına vesile olabilir diye.

 

 

 

 

 

 

- Advertisment -