Ana SayfaYazarlarKatı olan her şeyin buharlaştığı bir ramazan

Katı olan her şeyin buharlaştığı bir ramazan

 

Komünist Manifesto’daki Marx’ın bu meşhur sözünün tamamı aslında pek ramazanın ruhuna uygun kaçmayabilir:

"Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor. Sonunda insanlar hayatın gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor”

Ama seçimden bu yana geçen 40 günü gayet iyi anlattığı açık.. O 40 günün 30’unun denk geldiği ramazanın muhakkak katı olan kalplerin yumuşamasına katkısı büyük.

Ama yine de daha çok dünyevi bir durumdu yaşanan. Ve gönüllü değil metazori, cebren…

 

7 Haziran’la birlikte siyaset ve bütün cepheler “hayatın gerçek koşullarıyla ve diğer insanlar ilişkiye zorlandı.”

Katı cepheden ilk sızıntılar tuzluğundan, tuvaletine mutlak kötülüğün kaynağı ilan edilmiş Beştepe’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a doğru yaşandı.

Muhalefet bloku içinden önemli isimler eleştirilere aldırmadan Cumhurbaşkanı’yla görüştüler. Deniz Baykal, Celal Doğan, bir rivayete göre Tuğrul Türkeş, Ahmet Türk… Hepsinin güngörmüş, sekterlikle, katılıkla siyaset yapılamayacağını bilen isimler olması tesadüf olmasa gerek. Evin büyüklerinin bir hal çaresine bakmak için bir araya gelmeleri hali herkese çok iyi geldi, borsa bile bu görüşmelerden pozitif etkilendi.

Yıllarca ona buna faşist deyip, milliyetçilik karşıtı bin tane bildiri imzalamışlar, anti-AK Parti cephesini çökertince MHP’yi ihanetle suçlayıp, o cephede yer alsa büyük devlet adamlığına methiyeler yazacakları  Bahçeli’nin eski defterlerini açtılar.  Marx’ın vaadini gerçekleştirip bu katılığı buharlaştırmak dünyanın en şairane milliyetçi lideri Devlet Bey’e nasip oldu. 

(Bu cephede son durum; MHP grup başkanvekillerinin Beştepe’ye gitmesine izin verdi, CHP vekillerini Erdoğan’la didişmeyin diye uyardı, HDP’li Sırrı Süreyya Önder’in “Erdoğan’ı Başkan Seçtirmeyeceğiz” siyasetini şahsi katılıkla değil, çözüm süreciyle ilgili yaptığı açıklamalarla ilişkilendirmeye çalıştı)

Sonra ilk gün edilen büyük laflar yutulmaya başlandı. 

Katılığın nasıl buharlaştığının çıplak gözle göründüğü örnek HDP cephesinde olan bitendi kuşkusuz.

İlk günden elini fazla gösterip, çıtayı epey yukardan “Korkmayın asmayacağız sadece yargılayacağız”dan açan taze siyasetçi Demirtaş’a ‘Genelkurmayı’ndan balans ayarı geldi. Bizim bildiğimiz asker-sivil ilişkilerinin tersine, siyasete, diyaloğa, pazarlıklara kapıyı kapatma diyen sivil bir balans ayarıydı bu.

(Bu cephede son durum PKK’nın ateşkesi bitirme kararının hiçbir heyecan oluşturmadığı, Kürt siyasetinin tv'lere çıkıp silahlara karşı olduklarını deklare ettikleri, izleme komitesinden ya da başka pek şeyden daha kalıcı bir buharlaşma….)

Sonra, “rövanş”, “Yassıada Yargılamaları”vari 17 Aralık Yargılamaları, hatta İstiklal Mahkemeleri, tasfiye, hesaplaşma isteyen şahin Gezici-devrimci-cemaat-sol aydın cephesinin süngüsü düştü.

(Bu cephe de son olarak AK Parti-CHP koalisyonu için neredeyse yalvarırken görüldü)

 

Katılıkları eritip buharlaştırmaya başlayan esas sıcaklığın kaynağı ise şüphesiz koalisyon temaslarıydı.

Muhalefetin bütün sihri işte o anda bozuldu.

3 yıldır AK Parti’ye IŞİD'çiliğinden, PKK'lılığına, mezhepçiliğinden hırsızlığına, katilliğine eline geçen her şeyi fırlatmış  yan yana durulmasını dahi yandaşlıkla bir tutmuş muhalefet partileri,  kapılarında ellerinde çikolatalarıyla beliren AK Partili heyetleri biricik kızlarını istemeye gelmiş müstakbel dünürleri  gibi karşıladılar.

İlk tokalaşmayla o edilmiş bütün büyük lafların, en sert anti-AK Parti nutuklarının büyüsü kaçıverdi, katı olan her şey buharlaşmasa da erimeye yüz tuttu. Geriye dönüp yeniden az önce birlikte koalisyon kurmak için oturduğun partiyi şeytanlaştırmak da zor, ikna edici de değil artık.

 

Üç yıldır yurtta ve dünyada uzlaşmazlık, otoriterlik, tahammülsüzlükle suçlanan AK Parti içinse, sonuç alınır ya da alınmaz, koalisyon pazarlıklarında  verilen bu fotoğraflar, üçüncü köprünün, üçüncü havaalanının  yukardan fotoğraflarından daha çok işe yarayacak.

AK Parti için koalisyon görüşmeleri, yine sonuçtan bağımsız olarak, tam karşısında kurulmuş PKK ile cemaati dahi yan yana getirmiş katı bloku kırmak, gedikler açmak, “birliklerini bozmak”, kafaları karıştırmak, kalpleri yumuşatmak için büyük fırsat.

Bu en başta AK Parti için yeniden potansiyel seçmen kitlesini yüzde 60’lara doğru çıkaracak, 13  yıllık iktidarına 2013’e kadar ses çıkarmayan, oy vermeyen ama rıza gösteren kitleyle ilişkilerini tamir etmesini sağlayacak büyük bir fırsat. Bunun olası bir erken seçimde 18 vekili alıp 280’lerle tek başına iktidar olmaktan daha çok AK Parti’nin işine yarayacağı açık.

AK Parti, anti-muhalefet söylemle varolan bir reaksiyon parti olmadığı için, tam tersine muhalefet partilerinin en ilgi çeken malı anti-AK Parti ve anti-Erdoğan siyaseti olduğu için bu temaslardan eğer biri kaybedecekse bu AK Parti olamayacak. Hatta AK Parti, karşısındaki katılığı tamamen buharlaştırmak için her muhalefet partisiyle 6 aylığına koalisyonlar yapabilir.

 

Tabii buharlaşmayı bekleyen katılıklar sadece muhalefet blokunda değil. 13 yıldır iktidarı paylaşmamaya alışmış AK Parti’ye yakın çevrelerde, partilerini, yıllarca bizzat kendi varoluşlarına düşmanlık etmiş kesimler ve partilerle yan yana görmekten hoşlanmayan, her türlü koalisyon görüşmesini, ufak jestleri, mimikleri, alkışları dahi davaya ihanet hanesine yazan tepkilerin ortaya çıkmış olması doğal. Ama  “uzlaşma” adı verilen bu maskeli balonun suhuletinin bozulması  yine en fazla AK Parti’ye zarar verecektir.

Bu tablodan koalisyon çıkmazsa, gidilecek seçimde de yine 276 çıkmazsa, tek başına iktidar çıkana kadar seçimlerde şayet yenilenmeyecekse, zorunlu hale gelecek koalisyon seçeneklerinin adını şimdiden “dış güçlerin istediği”, “Doğan grubunun hayali”, “Almanya’nın TÜSİAD’ın dayatması”na çıkarmak geri dönülmesi zor ileri laflar olarak hatırlatılır. Muhalefeti haçlı ordularına benzetip, kendini de bütün dünyayı karşısına almış bir kurban gibi kendini görmek de herhalde en azından dünyadaki Müslümanların gözünü çevirdiği bir hareket hakkında hayal kırıklıklarına neden olacak zayıflık işaretleri olarak okunur.

Tek başına iktidara 18 eksiği olan, yüzde 41 oy almış, onun olmadığı koalisyon seçeneklerinin şimdi ve daha sonra mümkün görünmediği AK Parti’yi yarısı kadar oy ve vekil çıkarmış partilerle yapacağı koalisyonlarda teslim alınmış, diz çöktürülmüş olarak resmetmek de bu güç odaklarının kudreti hakkında tuhaf bir aşağılık kompleksine işaret eder daha çok. Bu “güç odaklarının” en büyük hayalinin AK Partisiz seçenekler olduğu herhalde açıktır.

Ayrıca bu “Güç odaklarını” mutlak ve değişmez neredeyse özcü bir bakışla düşman ve güçlü görmenin de Türkiye’nin açık ara en büyük partisi için sürdürülebilir bir teyakkuz hali olmadığını söylemek için stratejist olmaya gerek yok. Kalıcı olmayı düşünen bir iktidardan beklenenin düşmanlarını çoğaltmak değil, azaltmak, azdırmak değil, yumuşatmak, ikna etmek, rızalarını almak gerekirse buna zorunlu bırakmak olduğunu görmek için siyaset risaleleri yazmış bir yönetim gurusu olmaya da…

Bu katılığın buharlaşmaya mahkûm olduğunu herhalde en iyi HDP’ye giden AK Parti heyetinde  yer alan Erzurum milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun hikâyesi anlatıyor. Neredeyse İmralı heyetinin ve Dolmabahçe Protokolünü açıklamış isimler tam kadro yer aldığı heyete girmiş Zehra Hanım Amerika’da doktora yapmış, Tanzanya’da maden işleten Erzurumlu genç bir Kürt iş kadını…

Sadece bu biyografi bile belki AK Parti’nin neyi temsil ettiği, çözüm süreci, barış, demokrasi, refah üzerinde söylenecek pek çok laftan fazlasını söylüyor ve vadediyor.

Türkiye’nin kaybedecekleri, kazanacakları,  tahammül edecekleri ve edemeyecekleri, siyasi çatışmalara sabrı, ilkesiz uzlaşmalara bakışı, kaç derecede buharlaşıp, katılaşacağı  hakkında pratik bilgiler veriyor bu fotoğraf.

Bu 40 günün sonunda siyasetin doğadaki son hali ne katı ne de buhar. Ama katılıkta ısrar edenin buharlaşmaya devam edeceği ise açık.

Bu, koalisyon veya erken seçim olup olmamasıyla da değişmeyecek karşı karşıya olduğumuz esas hal artık. Bundan sonraki muhtemel seçime gidecek seçmenle, 7 Haziran’daki seçime giden seçmen bile artık aynı seçmen değil. Katı olan her şeyin  buharlaşmaya başladığını görmüş  olarak seçime gidecek Türkiye ve siyaset. Bunu okuyan kazanacak, okuyamayan kaybedecek.

Marx’ın o sözünün devamından uyarlarsak; “Toplum, yeraltı güçlerini kontrol edemez bir büyücüye benziyor” çünkü…

 

- Advertisment -