Ana SayfaYazarlarKatie Ledecky ve diğerleri, neden bu kadar iyiler?

Katie Ledecky ve diğerleri, neden bu kadar iyiler?

 

Sporla ilgilenenler az ya da çok olimpiyatlarda yarışanların isimlerine aşinadır. Aşina değillerse bile tv izlerken Katie Ledecky veya Michael Phelps gibilerinin adlarını muhakkak duymuştur. Ama varsa yoksa sporun kökeni addedilen atletizm! Enrique Sepulveda, Flavius Kochzi, Alexander Shatilov, Kohei Uchimura, Arthur Zanetti, Danell Leyva ve diğerleri. Tüm bu atletlerin enfes estetik figürlerini herhalde spor tarihi yazıyordur. Mesela Kai Zou'nun hızla yükselen başarısı görmezden gelinebilir mi? Zou'nun minderdeki hayal almayacak kusursuz gösterilerinin mükemmelliği izahtan vareste çünkü. Diğer yandan Usain Bolt'un kırmadığı ne rekor ne de hayal kaldı. Ya Epke Zonderland'a ne demeli?  Londra Olimpiyatları'ndaki harikulade başarısını unutmak mümkün mü; sıkı sıkıya tuttuğu bar onu altına taşımıştı nihayetinde. Zonderland'ın ve diğerlerinin Tkachev saltolarını kaç kişi yapabilir; sergiledikleri Yamawaki ve Balabanov figürlerini izlerken heyecanlanmamak neredeyse imkansız. Zira daha izlerken insanın yüreği ağzına geliyor. Yarışmacılar, gösterilerini, kendilerine ayrılan süre içinde başarıyla bitirince insan hürmet gösteriyor ve peşi sıra bir sürü sual de feveran ediyor. Aramızdaki kaç kişi bu becerilere sahip? Daha nice dallar ve daha nice sporcular var! Bunları gördükçe, insan, o seviyeye ne zaman gelebileceğiz diye kendi kendine soruyor. Çok azını andığımız bu sporcular nasıl oluyor da bu harikuladeliği gerçekleştiriyorlar peki?

 

İlk cevap verilmesi gereken soru şu olmalı: Öncelik sıralamamızda spor nerede? Yoksa yine mi karşımıza Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi çıkacak? Spor güzellemesi yapmayacağım; ancak aklımdakini de paylaşmaktan deri duracak değilim. Tüm bu olan biten, olimpiyatlar, kimimiz için önemli, kimimiz için de önemsiz. Bu yüzden önem ve önemsizlik derecesini bilmiyorum. Dikkat çekici olup olmadığını da bilmiyorum. Ama sporun komplike bir çalışmanın sonucu olduğuna dair fikrimi paylaşabilirim. Ortada sadece koşmak, ağırlık kaldırmak yahut yüzmek yok. Tüm bu müsabakaların arkasında başka bir şey var; asıl onu görmeliyiz! Ele aldığımız ve önem sırasına koymadan değerlendirdiğimiz ne varsa, sporda, müzikte, bilimde, tarımda ve akla gelecek her alanın arkasında bir nüve mevcut ve biz o nüveyi keşfetmek zorundayız.

 

Müsabakalarda Ledecky'yi veya Phelps'i izlerken dikkat kesilmiş milyonların hayranlığını tahmin edebiliyorum. Atılan kulaçlar ve vurulan ayaklar karşısında kim bu hayranlığı duymaz ki? Heyecanı içimde hissederken diğer taraftan beni asıl meşgul eden, sporun Batı aklındaki ve dolayısıyla Batı dünyasındaki popülerliği. Bakmayın siz basın yayın organlarında sürekli haber yapılan Batı'daki obezite vakalarına. Evet; modern yaşam sonunda bunun olduğu meydanda. Ama spor da Batı'ın gerçek gündeminde. Öncelikle bu ilişkinin ve kökü derinlerde yatan anlayışın çözümlenmesi gerekiyor. Bu yüzden Batı'yı anlamadan, çözmeden, yaptığı işlerin arkasında yatan, eski dil ile diyeyim, muharrik gücü görmeden yeni bir şey söylemek ne kadar mümkün ki?

 

Ledecky'nin ya da Phelps'in kanat gibi açtığı kollarını, yelken gibi indirdiği kulaçlarını ve motor gibi vurduğu ayaklarını görünce zaten bu işin bireysel bir çaba olmadığını herkes anlar. Başarının arkasında gece gündüz çalışmanın yanı sıra bir felsefe de yatıyor. Batı'yı değerlendirirken işi küçümsemek ya da burun kıvırmak baştan yanlış yapılmasına vesile oluyor. Her iş önemli ve yılmadan yapılan tekrarlarla başarının meritokratik bir biçimde ödüllendirilmesi kıymetin değerlenmesine de yol açıyor çünkü.

 

Ülke olarak ilgimizi ve dikkatimizi çeken dallar belli. Futbol bunun başında geliyor. Bunun haricinde bir kaç takım sporu, kişisel beceri ve gayretin ortaya konduğu başarıdan söz edilebilir. Ama o kadar. Futbol meselesinde bile takım ruhunun gereklerinin yerine getirildiğini kim söyleyebilir? Bu durumu mukayese ile değerlendirebilir miyiz? Yoksa çoğu defa yaptığımız üzere cedelle karışık bir savunma pozisyonunda durumu izahla mı yetiniriz?

 

Spor söz konusu olduğunda zamanı satın almak daha çok benimsenen bir şeymiş gibi görünüyor. Çünkü beklemeye takatimiz yokmuş gibi duruyor. Yalnız durumun beklemekten daha başka sebepleri olmalı. Görüyor ve teşhis ediyor muyuz buna da emin değilim. Tüm başarıları bir anda toplamak hiç kuşkusuz inanılmaz bir mutluluk kaynağı. Ancak gerçek hayat başka şekilde işliyor. Baş, çaba, çalışma, yılmama ve başarıyla belki taçlanıyor. Devşirmek yetiştirmekten daha kolay. Ama uzun soluklu ve kültürel anlamda temelli bir iş olmaktan uzakta. Başarılı olmak elbette istenilen bir şey ama bu kolay bir iş değil. Başarıya doymak için yapılması gereken pek çok iş var ve kuşkusuz çalışmakla birlikte sabır göstermek bunların en önemlisi.  

 

Bir spor kültürünün varlığından söz edilmeli. Spor kültürü var mı yok mu buna bir karar verilmeli öncelikle. Seksen [80] doksan [90] yıllık futbol takımları kültürün oturmuşluğuna ne derece vesika olabilir ki? Spor kültürü, en eski müsabaka geleneğimiz Kırkpınar Güreşleri ile mi sınırlı kalmalı! Oysa Edirne'deki bu yarışmaların bunca yüz yıl sonra tüm yurtta daha geniş katılımlı bir spor aydınlanmasına vesile olması umulurdu. Şükürler olsun ki millî spor olarak adlandırdığımız güreş yine de memlekette geniş bir teveccüh görüyor. Olimpiyatlar olsun olmasın uluslar arası yapılan yarışmalarda hala göğsümüzü kabartan sonuçlarla yüzlerimizi ağırtıyor. Oysa daha pek çok köklü ve devamının bekleneceği sporlarımız mevcut. Yüzme, okçuluk ve kürek, yüzlerce yıl yaşantımızın içinde yer alırken bunların bir spor kültürüne dönüştürülememiş olması düşündürücü. Bu husustaki bir kaç kısıtlı girişim de spordan çok kültürel bir kıpırdayışla kala kalıyor. Sporun kültür olarak bir başka somutlaşmış hali de Muhammed [Mo] Farah'ın daha bir kaç gün önce koşarken düşmesi sonrasında kalkıp yarışı kazanmasında kendini gösteriyor. Yılmak yok! Devam ve sebat var. Tevazu ile kanaatkarlıkta süreklilik ve ısrar var!

 

Salt başarı dememeli. Saygı, sevgi ve tevazuyla rekabet etmenin arka planında hırstan çok katılmak fikrinin bulunması da az bir kazanım olamaz. Çünkü hem bu hem de başarılı olmak fikrinin durduk yerde ortaya çıkmasını beklemek yeterli değil. Bir gayret ve emek harcanması mecburidir. Yapılacakların düzenli ve bir program içinde sürdürülmesi ise eğitim ve terbiyenin varlığı ile izah edilebilir. Teknik ve bilimden yararlanılarak düzenlenmiş bir müfredat, kişinin hem zihnî hem de bedenî gelişimini ve dayanıklılığını mümkün kılabilir. Plan ve program işin esasını ve omurgasını meydana getirir. Yapılacakların, hedef ve sonuçların öngörülmesi bir yol haritasını ortaya koyar. Her halükarda elde edilmesi düşünülen semerenin şeklini şemalini çizmesi bakımından da önemlidir. Eğitimin evden okula, okuldan yaşama değin çeşitlendirilerek yaygınlaştırılması hem hayatî hem de vazgeçilmezdir. Uzun süreli, tekrarlara yönelik ve sürekli kontrol içeren çalışmalar muhakkak etkisini gösterecektir. Zira spor yapıldığını görmeyen çocuktan spor yapmasını beklemek haksız bir iyimserlik olacaktır.

 

Ailesinde ya da sırasıyla mahallesinde, çevresinde, okulunda ve şehrinde spor yapıldığına tanıklık etmeyen kimseden bedenini kuvvetlendirmesini beklemek hakkaniyete sığmaz. Ailenin tıpkı kitap okunmasında olduğu gibi sporda da türdeşlik göstermesi evdeki yetişenlere örnek teşkil edecektir. Aile, toplumda en önemli kurum ve birliğin çimentosudur. Bu yüzden ne yapılacaksa önce oradan başlamak icap eder. Kıymetin tahkikinden ziyade hakkın teslimi de aile içinde olduğundan tabula rasa vicdanlarla körpe bedenlerin mukavim kılınması da önce aile, sonra da okul ve çevrenin marifetiyle hasıl olur. Yoksa zorlu Kovacslar nasıl yapılabilir ki? Babası, annesi, ağabeyi, ablası spor yapmayan bir kimseden spor yapmasını beklemek hem beyhude hem de haksızca olur. Alınacak nefes, atılacak adım ve koşulacak mesafenin ne olduğuna dair tarihî deneyimlerimiz çokçadır. Sporun iki kuşaklık bir deneyime, tercihe değil, geleneğe dönüştürülmesi gerekir. Bu fikriyatı tevsik edici kaynaklarımız ise bolcadır.

 

Çokça çalışmak mühim. Ancak çalışmanın hakkının teslimi ve adaletle inşa edilmiş bir müsabaka çerçevesinin ihdası çok daha önemli. Ayrıca yaptığımız işlerin meşru ve toplumca uygun görülür olması kurumsallaşmayı da mümkün kılıyor. Ne var ki bir merhale olarak iyi ve en iyinin sıralamaya dahil edilmesi tasnifi, kuralı, hukuku ve ödüllendirmeyi de beraberinde akla getiriyor. Spor son tahlilde sadece bir eylem değil. Spor yerine göre bir tefekkür biçimi ve aracı. Eğitim ise bunun formal hale dönüşmesi için bir yöntem. Son tahlilde 2012 olimpiyatlarının atlama masasındaki altın madalya sahibi Sandra Izbasa'nın olağan üstü atlayışı herhalde yaşadığı şehrin sokaklarında edindiği bir beceri değildi. Yoksa niteliği tartışılsa da Romanya'nın cimnastikteki eski geleneği ve çalışma edinimleri olmaksızın bu başarı neyin nesidir? Günlerin saatleri, yılların günleri, ömrün yarısından çoğu hep çalışma ile tüketilmedikçe başarının gelmesi, başın taçlanması herhalde mümkün olmuyor. Bunun yapılabilmesi ise adil ve meritokratik bir sistemi gerekli kılıyor.

 

Merak ve adanmışlık duygusu pek ehemmiyetli. Kişinin kendisini, emeğini, ufkunu ve hasılı ömrünü hedef olarak belirlediği bir noktaya yoğunlaştırması mihenk taşlarından. Adanmışlık duygusu sahiplenmeyi de beraberinde getiriyor. Öyle olunca ortada ne yorgunluk, ne bıkkınlık ne de memnuniyetsizlik görünüyor.

 

Bilim ise mücadeleyi şiddetlendirmiyor. Aksine bilim sadece daha yüksek, daha hızlı ve daha güçlüye ulaşmakta mümkün olan yolları arıyor. Anlaşılacağı üzere bilim sadece harekete geçirici bir güç! Yapmak ve başarmak isteği, yol da açıyor, dağ da deliyor. Bu bakımdan yeni araçlar, yeni moleküller, yeni teknikler ve yeni mamüllerin her biri etki tepki dairesi içinde sporu manalı ve etkili kılıyor. Yeter ki bunları yaşantıya sokmak mümkün olabilsin.

 

Batı aklının, asıl, hem konumuz olan spor hem de diğer alanlardaki eşitlikçi ve rekabetçi imkanları çoğaltıyor olması dikkatimizi çekmelidir. Çünkü çalışan ve adilce mücadele eden gençlerin bunu görmesi ve kendilerini ona uygun güdülemesi önemli. Batı'da üniversite burslarının spor üzerinden verilmesi bile güzel bir misal olarak meydandadır. Üniversite-spor denklemine ilişkin o kadar çok örnek verilebilir ki okuyanı usandırır. Keza istatistikler de bu örnekleri destekleyecek nitel önermeleri mümkün kılacaktır. Ama bunları burada paylaşmak hem yersiz hem de gereksiz. Olimpiyatlar ve diğer dünya çapındaki yarışlar zaten sonuçları meydana apaçık koyuyorlar.

 

Yazıyı kaleme alırken Amerika Birleşik Devletleri olimpiyatlardaki madalyaları deyim yerindeyse silip süpürüyordu. Dünyanın politikasını, felsefesini, bilimini yönlendiren Amerika Birleşik Devletleri doğal olarak benzer öncülüğü ve dominantlığını sporda da gösteriyor. Böylesi bir başarıda şaşılacak bir durum yok. Kuralı koyan kurala uygun hareket ediyor. Kurala uygun hareket eden yeni kurallar ihdas ediyor. Yeni kurallar ihdas eden de hiç şüphesiz gidişatı belirliyor. Bunların hiç biri eğitimsiz, bilimsiz, kuralsız ve meritokrasiz olmuyor. İşe çocukluktan başlıyorlar. Yetiştiriyorlar. Eliyorlar. Eledikleri her bir grubu kendi içlerinde yarıştırıyorlar. Yarıştırdıklarını da ödüllendiriyorlar. Olan biteni sadece dünyevî bir güdü ile açıklamak haksızlık olur. Fiilin arkasında kelam var. Kemal ise düşünceyi içeriyor. Düşünce, bilim ve tefekkürün kendisiyle kaim kılınıyor.

 

Tüm bunların sonunda akla gelen bir başka soru: Ders almak mümkün mü peki? Türkiye ile Brezilya, Güney Kore ve Rusya Federasyonu'nu spor bakımından mukayese edeceğim bir yazı kaleme almak istiyorum; Türkiye neden burada, diğerleri neden orada? Memleket üniversitelerinden birinde iş bulabilirsem emek sarf etmek istediğim şeylerden bir başkası ise akademik bir kütüphane oluşturmanın yanı sıra bir kürek takımı kurmak; bakalım üstesinden gelebilecek miyiz?

 

Evladı, gençlik çağlarını görmeden çok önce spora yakın kılmalıyız. İstidadı olmasa bile bunu yapmalıyız. Sporu bir yaşam tarzı, bir ahlak, bir örf haline getirecek imkanları bulmalıyız. Bulamıyorsak inşa etmeliyiz. Tüm imkanları zorlamalıyız. Gayretler bugün netice vermese de yarın muhakkak verecektir. Kayırmasız çalışma ve kayırmasız ödül muhakkak zihnimizi ve benliğimizi mayalayacaktır. Yıllar sonra, bugün daha doğmamış Mehmetlerin, Ayşelerin, Alilerin ve Zehraların başarılarını izlediğimizde göğsümüz kabaracaktır. Bu göğüs kabarıklı hiç kuşkusuz dünyevî ihtirasımızı memnun etmesinden ötürü değil gayret ve çabanın karşılık bulduğunu görmekten kaynaklanacaktır. Onun için dilimizde çokça tekrarladığımız şu sözün hakkını vererek üçlü Liukin yapacak kimseleri yetiştirmeli, marifeti iltifatla buluşturmalıyız!

 

 

- Advertisment -