“Turgut Özal, 66, Ankara'da öldü; Türkiye'nin kavgacı Cumhurbaşkanı” (Turgut Ozal, 66, Dies in Ankara; Pugnacious President of Turkey)
18 Nisan 1993 yılında Özal'ın ölüm haberi New York Times gazetesinde bu şekilde verildi.
Türkiye siyasetine birçok yönü ile damga vurmuş bir siyasetçinin ölüm haberi için seçilen sıfat ilginç. Başlığı takip eden ilk cümleler de: “Son anlarına kadar kavgacı, hırçın ve agresif olan Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal, dün Ankara'daki evinde öldü… Tıknaz, gözlüklü ve çabuk öfkelenen bir figür olan Cumhurbaşkanı Özal, Türkiye'nin modern tarihinde derin bir iz bıraktı.” Makalenin devamında, Özal'ın Müslüman çoğunluğu olan bir ülkenin lideri olmasına rağmen 1. Körfez Savaşında ABD'ye destek vermesi ve ekonomi politikaları vurgulanıyor. Bununla beraber, Özal'ın “küçük kişisel intikamlar” peşinde koşan, “pervasız bir şekilde gücü seven”, “müsrif bir gösteriş” içinde yaşayan bir lider olduğu vurgulanıyor.
Bu dönemler, Türkiye şimdi olduğu gibi her gün uluslararası medyaya konu olmuyordu. Dünyanın tuhaf bir bölgesindeki üçüncü dünya ülkesi olarak görülen Türkiye, ancak Amerika'yı direkt ilgilendiren meselelerde, ara sıra seçimlerde ve elbette darbelerde haber olurdu.
Bu anlamda Özal döneminde çıkan sadece Türkiye siyasetine adanmış dosya haberler nadirdi. Bu nadir haberlerden biri 9 Mart 1991'de yine New York Times'ta çıkmıştı.
“Türkiye'de yeni bir hanedanlık mı? Öyleyse, bu epey asi/azgın/zaptedilmez bir [hanedanlık]” başlıktı.
Özal ailesi için hanedanlık ifadesi o dönemin Özal muhalifi medyasında sık kullanılıyordu. Emin Çölaşan ve Uğur Mumcu gibi yazarların favori kelimelerindendi. Habere hakim olan oryantalist dil, yine Türkiye'deki muhalif medyadan temalar barındırıyordu.
Haber “kahvehanede ve minareler altında” oturan Türklerin Özal ailesinin bir “hanedanlık” kurduğuna dair “fısıltıyla konuştukları” ifadesi ile başlıyordu.
Kahvehanede ve minare altında (!?!) çay içen Türkler klişesi yeterince Oryantalist bulunmamış olsa gerek ki, makale Muhteşem Yüzyılın harem entrikalarını tasvir eden ifadeler ile devam ediyordu.
Özal ailesi'ni muhalifleri tarafından Osmanlı hükümdarlarının modern versiyonu olarak takdim eden gazeteci, Türkiye siyasetinin Amerika'da ancak pembe dizilerde olacak “çıplak hırsın” hakim olduğu entrikalar, güç mücadeleleri ve aile kavgaları ile idare edildiğini söylüyordu. Turgut Özal başına buyruk ve kibirliydi. Kendisinden önceki Cumhurbaşkanları gibi siyaset üstü kalmamış ve hanedanlık kurma işine girişmişti. Karısını ANAP İstanbul il başkanı yapmıştı. Hikayeyi, Semra Özal'dan alınan tuhaf ve sahibi epey komik gösteren sözler süslüyordu, “Kocam bu partinin babası olduğuna göre, ben de anasıyım. Bu parti benim bebeğim.”
Semra Özal'ın nevi şahsına münhasır özellikleri bu lale devri hikayesini süslüyordu. Müslüman çoğunluklu bir ülkede viski ve puro içen first lady'nin aynı zamanda kuaföre gitmekten hoşlandığı not düşülüyordu. Kocası gibi şişman olduğu detayı, çok önemli olduğu için olsa gerek haberde not düşülmüştü. Türkiyeli karikatürüstlerin Özal çiftini Osmanlı kaftanları içinde çizdiği yine haberde yer buluyordu. Semra Özal'ın Eva Peron ve Imelda Marcos gibi resmedildiği vurgulanıyordu. Semra Hanım'ın aslında başbakan olmayı hedeflediği ifadesi de makalede yer buluyordu.
Emin Çölaşan'dan “bu aile gayrimeşru bir hanedanlık. Burada normal bir hükümet yok, Özallar var” ifadesine yer verilmiş, Çölaşan çok satan kitapların yazarı bir gazeteci olarak takdim edilmişti. Turgut Özal'ın annesini Süleymaniye Camii avlusuna defnedilmesi ailenin Osmanlı ihtiraslarına bir örnek olarak sunulmuştu. Özal'ın kardeşleri ve çocuklarının da hükümette önemli pozisyonlarda yer alması da elbette es geçilmemişti.
22 Mart 1991 tarihinde Özal ailesi Los Angeles Times'ın sayfalarına konuk olacaktı: “Bushlar'ın hafta sonu misafirleri Türkiye'nin hırslı, tartışmalı ve frapan çifti.” Özallar'ın destekçilerinin onları reformist ve demokrat oldukları gerekçesi ile desteklediğini belirten makale, muhaliflerinin ise onları Peron ve Marcoslar'a benzettiğini vurguluyordu.Semra Hanım'ın askerî bir helikopter ile terzisini taşıdığı iddiası, oğul Efe'nin ise borsada broker olmasına yönelik detaylara yer veriliyordu. Özal'ın tek adam rejimi kurduğu bir Türkiyeli diplomatın, “biz de Türkiye'nin dış politikasına dair haberleri gazetelerden okuyoruz” sözü ile destekleniyordu. Her makalenin olmazsa olmazı: Özal'ın kocaman göbeği ve Osmanlı göndermeleri elbette yine yer buluyordu.
1990 yılının Aralık ayında (06-11-1990) “ABD'nin Körfez krizindeki müttefiki Özal ülkesinde artan muhalefet ile karşı karşıya” başlıklı Wall Street Journal makalesinde, Özal otokrat olarak tanımlanıyor ve ismi verilmeyen bir Amerikalı diplomatın şu ifadesine yer veriliyordu: “Özal bir yandan güçlü çünkü kimse ona karşı çıkmaya cesaret edemiyor. Ancak aynı zamanda zayıf. Yakın çevresi dışında kimse ona resmî seremonilerde eşlik etmiyor. Şimdi gerçekten tamamen yalnız.”
Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay istifa gerekçesini Özal'ın ceberut yönetim tarzının sonucu olarak lanse eden makalede, bu istifanın gerekçesi şöyle sunuluyordu: “Özal'ın kişisel ve müdahaleci Cumhurbaşkanlığı, hükümette artan köktendinci İslamcılar, Özal ailesinin gücü ve Özal'ın TSK'nın itibarını zayıflatması.”
1980 darbesinden henüz on yıl sonra, siyasi bir görüş ayrılığı üzerine genelkurmay başkanının istifa etmesi, nedense bir sivilleşme emaresi veya normal uygulama olarak resmedilmemiş, Özal'ın ceberut yönetiminin bir emaresi olarak yorumlanmıştı.
14 Ağustos 1990 tarihli, “Özal, “ilke olarak” yaptırımlara katılıyor, fakat aslında yeni kazandığı güçten hoşlanıyor” başlıklı Wall Street Journal makalesi, Irak savaşı ile Türkiye'nin önem kazanmasının “taşkın” Cumhurbaşkanını ne kadar şımarttığından bahsediyordu. Makalede Özal'ın Türkiye'deki tüm siyasi ve ekonomik gücü elinde tuttuğu belirtiliyor, her Özal makalesinin değişmez vurgusu olan şişmanlığı ve Osmanlı kaftanı içindeki karikatürleri elbette not düşülüyordu. Osmanlı selefleri gibi ziyaretlere kafilelerle gittiği, bakanların ve iş adamlarının kendisine eşlik ettiği ifade ediliyordu. Küstahlığın sınırında bir özgüveni olduğuna örnek olarak askerî taburu şortla selamlaması gösteriliyordu. Medyada kendisini eleştiren ve hakaret edenlere dava açtığı ve kazandığı söyleniyordu. Kendisine hakaret ettiği gerekçesiyle hapse atılanları affetmekte tereddüt ettiği de not düşülüyordu. Yine makalede Özal'ı irrasyonel, gülünç bir sultan olarak gösteren sözlerine yer veriliyordu.
1988 yılının Temmuz ayında, The Economist dergisinde bir haberin başlığı “Hacı Özal” oldu. Özal'ın hac ziyaretinin Batılı diplomatlar arasında kaygı oluşturduğunu ileri süren makale, Özal'ın İslam'a bağlılığının biraz abartılmış bir reklam olduğunu ve Türkiye'nin bir Avrupa ülkesi olmadığının emaresi olduğunu iddia ediyordu.
Türkiye siyasetinde nedense seçilmiş liderler için Batı medyasında kullanılan anoloji Sultan oldu. Liberal İnönü'ye karşı, Sultan Menderes imgesi 1960 darbesi öncesi ve sonrasında yaygındı.
Örneğin, 27 Mayıs darbesinden sadece bir ay önce (25 Nisan 1960), New York Times gazetesinde “Menderes Rejimi” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. İnönü'nün “liberal” politikaları sayesinde seçildiği iddia edilen Menderes'in basını ve muhalefeti baskı altına aldığı vurgulanmıştı. Asker içinde bir muhalefetin oluşabileceğini belirten makale, İnönü'nün “sizi ben bile kurtaramam” sözlerine yer vermişti.
30 Nisan 1960 tarihinde New York Times gazetesindeki haberin başlığı, “Mederes'in sözleri Amerika'yı endişelendiriyor” idi. ABD dışişleri bakanlığından uzmanlardan görüş alınmış ve Menderes'in öğrenci eylemlerine karşı gösterdiği uzlaşmaz tavrın rahatsızlık oluşturduğu belirtilmişti. Menderes'in öğrenciler için kullandığı “maşa,” “komplocu” ve “fanatikler” ifadeleri vurgulanmıştı. Darbeden üç hafta önce (1 Mayıs 1960) tarihli New York Times makalesinin başlığı ise “Menderes ‘yalancıları’ suçluyor” idi. Hikayenin geri kalanını bilmeyenler, Menderes'in kendisini devirmeye çalışan yalancı ve provokatörlerle sarıldığını zanneden deli bir diktatör olduğunu düşünebilirdi bu yazıları okuduktan sonra.
Darbeden iki hafta önce (5 Mayıs 1960) yine New York Times'ta Türkiye üzerine bir makale çıkacaktı. “ABD Türkiye'de rol aldığını reddediyor” başlıklı makalede, dönemin Ankara Büyükelçisi Fletcher Warren'ın, Adnan Menderes ile görüştüğü iddialarının kesinkes yalanlandığı vurgulanıyordu. Amerikan dışişleri Menderes ve muhalifleri arasında tarafsız olduklarını beyan etmişti. Makale Menderes'i şöyle tarif ediyordu: “Başbakan Menderes'in hükümetine karşı güçlü bir muhalefet geçen sene başladı ve kendisini Osmanlı'nın değil Kemal Atatürk'ün Cumhuriyeti'nin vatandaşı olarak gören Türkleri mutsuz eden şekilde bastırıldı.”
28 Mayıs 1961'de New York Times gazetesinde yayınlanan “Türkiye revize edilen taslağı [anayasa] kabul etti” başlıklı haberde, Gürsel rejiminin birinci yılının ve Türkiye'nin “devriminin yıl dönümünü kutladığı” yazıyordu. 18 Eylül 1961 yılında New York Times'ın başlığı “Menderes Türk hapishanesinde asıldı, eski Başbakan iki yardımcısından bir gün sonra idam edildi” olacaktı.
Özal ve Menderes hayatı boyunca bir yolsuz, acımasız, hırslı bir sultan olarak resmedildiği Batı medyasının takdirini öldükten sonra kazandı.
Bugün Özal ile ilgili yazılan makalelerde kendisi için kullanılan sıfatlar şunlar: Vizyoner, liberal, reformist…
Menderes'e ise ne zaman referans verilse Türkiye'nin en popüler başbakanlarından olduğu not ediliyor, reformlarına dikkat çekiliyor ve trajik ölümü saygıyla anılıyor.
Otokrat ölür reformist olur mu demeli?