KCK önceki gün yazılı bir açıklama yaparak hangi hallerde çözüm sürecine dönülebileceğinin şartlarını açıkladı. Açıklama yeniden çözüm sürecine dönülebilir mi konsantrasyonunun giderek arttığı bir zaman dilimine denk geldi.
Açıklama hükümet ve devlet tarafından muhatap alınmadı. Ama yakından izlendi. Açıklamanın daha mürekkebi kurumadan, sosyal paylaşım ağları ve ajanslara Gaziantep’te 51 yurttaşımızın hayatını kaybettiği alçak saldırının haberi düştü. Saldırı açıklamayı ikinci plana itti. Bu, anlaşılabilir bir durum. Ancak Antep vahşetini barış istemeyen bazı radikal unsurların IŞİD-AK Parti ilişkisine dönüştürme tuzağına da düşmememiz gerekiyor. Antep’teki katliamı “birbirimizle kavga etme”nin suçlamasına değil, “nasıl barışabiliriz”in fırsatına dönüştürebilirsek, barış için gerekli psikolojik iklimi yaratmış oluruz. Ayrıca, “barış umudunu” seslendirmeyi dahi “ihanet” olarak görenlerin yarattığı ezici psikolojik üstünlüğü ancak böyle yorabiliriz.
Peki, KCK’nin açıklaması barışın kapısını aralayacak bir umut yaratabilir mi? Açıklamaya yakından bakalım.
Sürece dönülmesi için beş şart
KCK yazılı açıklamada, yeni bir barış sürecinin ortaya çıkması için adım atması gereken tarafın kendisi değil hükümet ve devlet olduğunu söylüyor. Bu şartların neleri içerdiği beş maddede sıralanmış. KCK’ye göre çözüm sürecinin yeniden canlandıracak bu maddeler şunlar:
(1) AK Parti kamuoyuna çözüm taahhüdünde bulunmalı.
(2) İçinde HDP’nin de bulunduğu bir heyet İmralı’ya gitmeli.
(3) Öcalan’ın kendi örgütü dahil parlamento içi ve dışı ile irtibatı olmalı.
(4) Ateşkes, çatışmasızlık ve görüşmeler araçsallaştırılmamalı.
Silahsızlanma vaadi daha etkili olurdu
KCK’nin öne sürdüğü şartlarda, kabulü imkânsız, dolayısıyla hükümeti ve devleti zor durumda bırakacak şartlar yok. Ancak çözüme yaklaşımda bir mantık hatâsı var. KCK problemi, sürece yeniden dönmek olarak formüle ediyor. Bence bu tesbiti ile yanılıyor. Bizim sürece yeniden dönmeye, yeniden tartışmaya, yeniden yol haritalarına ihtiyacımız yok. Süreç çok önemli bir safhada — ki o safha silahsızlanma kongresiydi — bozuldu. Biz denizi geçtik ama derede boğulduk. KCK yeniden sürece dönülmesi için şartlar açıklamak yerine, sürecin kaldığı yerden devam etmesini sağlayacak taahhütlerde bulunmalıydı. Yukarıda belirlediği beş şart dahilinde amasız, itirazsız ivedi bir silahsızlanma kongresi düzenlemeye, silah bırakmaya hazır olduğunu açıklasaydı daha etkili olurdu. Ayrıca barış isteyen çevreleri de daha enerjik hale getirir, motive ederdi. Ama diyebilirsiniz ki, bu çağrıyı yapması için İmralı’nın önünü açıyor. Bence kamuoyuna bu yönde açık çağrının KCK’den gelmesi, hem kamuoyunda rıza üretmesi, hem de İmralı’nın barış rolünü güçlendirmesi açısından daha etkili olurdu.
Öncelik kamuoyu değil, öncelik örgütün iknası
KCK, Öcalan’ın STK’larla, Alevilerle, aydınlarla bir araya gelebilmeli gerektiğini söylüyor. Kamuoyunun barıştan yana bir sorunu ve sıkıntısı yok. Öncelik de bu değil. Öncelik, Öcalan’ın örgütüyle rahat iletişim kurabilmesi, örgütünü silâhsızlanma konusunda ikna etmesi. Bu sağlanıp gerekli teminatlar alındıktan sonra, Öcalan bu kararı kamuoyuna açıklayabilir. Açıklamadan sonra da İmralı’ya ister STK’lar, ister Aleviler, ister aydınlar gidebilir. KCK açıklamasından, eski tarz, eski yöntemlerle yeni sürece girmek istedikleri izlenimini edindim. O tarz, o yöntem bizi yarı yolda bıraktı. Yeni stratejiler denemek gerekir.
Darbe mekaniği Kürtlere ne kazandırır?
KCK’nin tutum belgesinde üzerinde durulması gereken bir husus da, yaptığı şu tesbit: “Dış güçler çatışmalara darbe mekaniği ile sonuç almak için destek verdi.” Bu tespit kendi mantığı içinde biz de bu tuzağa düştük sonucunu da götürebilir. Aslında biz gayet iyi bildiğimiz bir sonucun oluşması için yangına körükle gittik çıkarımına da destek verir.
Metnin kendi mantığında, birinci olasılığın söz konusu olmadığı, tarihsel arka plana başvurmak suretiyle belirtiliyor. Buna karşılık (mealen) “Kürt sorunun çözümsüz bırakılmasının temel amaçlarından biri de darbe mekaniğini işler kılmaktır” şeklinde yapılan tesbit, olası darbe mekaniği sonucunun bilindiğini gösteriyor.
O zaman da akla şu soru geliyor: Darbe mekaniğine destek veren bir pozisyon içinde olmak, KCK’ye ne kazandırır? Darbe daha radikal ve organize bir kötülük üretmek dışında bir sonuç vermeyeceğine göre, Kürtlerin bunda ne çıkarı olabilir?
Dolayısıyla KCK’nin yürüttüğü mantık, ad hominem (kişiye bağlı, kişiye yönelik) argüman tarzını içeren bir mantığa dönüşüyor. A kişisi, B iddiasında bulunur veya B politikasını izlerse, ancak A doğru (iyi, haklı, güvenilir) ise B de doğru olur (meselâ darbe mekaniğine yol açmaz). Ama A yanlışsa (kötü, haksız, güvenilmezse), B de yanlış olur veya yanlış sonuç verir (meselâ darbe mekaniğine yol açabilir). Başka bir deyişle, AKP yaparsa farklıdır, PKK veya KCK yaparsa farklı. Örneğin AKP (A), Kürt sorunun çözümsüz bırakırsa (B), bu herhalde belirli bir darbe mekaniği (C) doğurur. Ama sübjektif düzlemde darbe mekaniği istemeyen PKK (A’), çözümsüzlük ürettiği sanılabilecek ve dolayısıyla darbe mekaniği üretme potansiyeli doğracağı da düşünülebilecek silâhlı eylemlerde bulunursa (B’), bu darbe mekaniğine (C’) yol açmaz. Bu ad hominem mantığı KCK açıklamasından sonra Urfa’da yapılan bombalı saldırıya da uyarlayabiliriz. Ben (A’), açıklama yaparak barış istediğimi ifade ediyorum (B’), ama ertesi gün Urfa’da eylem yaparak bir polisin hayatını kaybetmesine, üç polisin de yaralanmasına yol açıyorum. Bundan barış istemediğim sonucu da, tekrar bir darbe zeminine yol açabileceğim sonucu da (C’) çıkmaz ve çıkmamalı.
Partnerin “özü”ne itiraz (ve itiraz şekli)
müzakereyi etkiler
KCK açıklamasında, kendisi için “Demokratik siyasal çözümden yanayız, fedakârlık gösteririz” deniyor. Öte yandan KCK tüm müzakere görüşmelerine “AK Parti’nin niyeti çözüm değildir. Niyeti oyalama ve kandırmaktır” diyerek başladı. Şimdi yaptığı yazılı açıklamada da bu yaklaşımını gizlemiyor. AK Parti’nin yine aynı çizgide olduğunu söylüyor. Bu, özcü bir yaklaşımdır. Barışacağınız partnerin hiç değişmeyeceğinde, çünkü özünde kötülük yapmak bulunduğunda ısrar ediyorsanız, alacağınız cevap “o zaman neden barış masasına oturuyorsunuz” şeklinde olacaktır. Eğer “ne yapalım, dış aktörler, dostlar, arkadaşlar, bazı sivil unsurlar böyle istedi” diye süreci başlatırsanız, yarı yolda gene partnerinizin “özü”nü hatırlatıp masaya devirebilirsiniz demektir.
Can alıcı sorular
Ayrıca, “demokratik siyasal çözümden yanayız, fedakârlık gösteririz” demek de kendi başına bir çözüm göstergesi olamaz. Biz sıfırdan bir müzakereye başlamıyoruz. Sonlanmak üzere olan bir müzakereden bugünlere geldik. KCK siyasal çözümden ne kastettiğini, fedakârlıktan ne anladığını kamuoyuna açıkça deklare etmelidir. Örneğin bölgesel meclisli, bölgesel hükümetli bir demokratik çözüm formülünde ısrarcı mıdır? Örneğin silahlı elemanlarını öz savunma gücü olarak tutmayı (görünüşte silahsızlandırmayı, ama bu niteliğiyle muhafaza etmeyi) olmazsa olmaz bir şart olarak masada tutacak mıdır?
Bunlar hayati sorulardır. Bu sorular daha şimdiden yanıtlanmazsa barış masası yine yarı yolda devrilir. Bu tür kritik konular sürecin başında arka oda diplomasisi ile çözülüp kamuoyu önüne gelinmezse, biz bir kez daha çatışmalı ortama gireriz.
Arka oda diplomasisinde ele alınması gereken diğer stratejik konu da Suriye’dir. Devlet ve KCK Suriye’de Rojava bölgesinin ne şekilde yapılandırılacağı konusunda bir uzlaşmaya varabilecekler mi? Bu konular sürecin başında çözülmeden sürecin doğal akışına bırakılırsa, PKK bir kez daha sürecin ortasında buluşma noktasından hayal noktasına gider. Tersi de olabilir. Bu kez belki de devlet süreç içinde buluşma noktasından hayal noktasına gider.
Barış ile adalet arasındaki gerilim
Uzlaşma, barış ile adalet arasında yaşanan gerilimin götürdüğü sonuçtur. Başarısı da bu gerilimin iyi yönetilebilmesine bağlıdır. Barış çatışmanın sonlandırılması talebidir. Adalet çatışmanın sonlandırılması karşılığı elde edilecek haklardır. O yüzden barış ile adalet arasında bir gerilim yaşanır. Biz barış vaadiyle çatışmaları durdurduk, ama barış karşılığı gündeme gelen haklar konusunda ayrıştık. Çünkü PKK’nin buluşma noktasından hayal noktasına gitmesiyle arada büyük bir makas oluştu.
Eğer yeni süreçte kesin uzlaşma amaçlı hareket edeceksek, barış ile adalet arasındaki gerilimi ne şekilde yöneteceğimizi iyi kurgulamamız gerekir. Bu yeteneği de bize, hükümet ve devletin barışı getirecek adalet konusunda bir projesi ve eylem planı olup olmadığı verecektir.