[18-19 Mayıs 2014] Gelen birkaç okur eleştirisine karşı, gayet net söyleyeyim, benim Soma’yı “bütün yönleriyle” ve “dengeli” biçimde ele almak; önce “esas” olarak işverenin ve hükümetin sorumluluğunu saptamak; ancak sonra ve “tâlî” olarak muhalefeti veya AKP düşmanlarını eleştirmek diye bir yükümlülüğüm yok. Bana öyle yazmayı öğretmeye yönelik derin ve olgun tavsiyelere her ne kadar müteşekkirsem de, bir, icabında nasıl yapılacağını biliyorum; iki, şimdiki durumda onu yapan zaten yapıyor ve yaptı bile. Sadece Serbestiyet’te, örneğin, Serdar Kaya (15 Mayıs: Madencileri kim öldürdü), Tuncer Köseoğlu (17 Mayıs: Çürümüş vicdan) ve Berat Özipek (18 Mayıs: Soma: Bir facianın ön muhasebesi), işte tam bu tür dört başı mâmur değerlendirmeler sundu. Bunların yanı sıra, daha özel olarak kapitalizmin ve aşırı üretim zorlamasının payı için, bkz Hidayet Tuksal (18 Mayıs: Soma ateşi ve 16 Ton); hükümetin siyasî sorumluluğu ile başbakanın tavrının sert ve ayrıntılı bir eleştirisi için, bkz Oral Çalışlar (19 Mayıs: Tekmeci danışman). Hem hepsine katılıyorum, hem de bunu (katıldığımı) ispatlamak zorunda değilim, aynı şeyleri, aynı sırayla tekrarlayarak. İstediğiniz kadar “tâlî” görün; bırakın da bu sefer ben işin başka bazı yönleriyle — aşırı politizasyon ve kutuplaşmayla, saldırgan bir sözel aktivizmle, her fırsatta anormal siyaseti zorlama ve her yolla gerilimi tırmandırma çabalarıyla uğraşmaya; muhalefetin zihniyet yapılarına bakın bu sizsiniz diye ayna tutmaya devam edeyim. Üç, belki sizin istediğiniz (veya istemediğiniz) kadar kapsamlı bir “hem hükümet, hem karşıtları” analizine de gelecek hafta, yani Mayıs sonlarında gelebilirim.Tweet’ler, tweet’ler. Genç bir avukat kadının Soma bedduası’ndan hareketle, burada -enikonu bir soykırım hayali var demiştim; yanlış mı? 1915 söz konusu olduğunda, yıllardır inkâr cephesinden dinlediğimiz zırvalıklardan biri de, malûm, biz Türkler son derece şefkatli ve merhametli insanlar olduğumuzdan, asla böyle şeyler yapmış olamayacağımız. En son TTK başkanı Metin Hülagü “Kültürümüz savaşı sevmez” buyurmuş ve eklemiş: “Biz değil insan öldürmek, hayvanlara bile acımış bir milletiz.” Duy da inanma. Savaş karşıtı bir şiir ve edebiyatımız nerede, görmek istiyorum. Madalyonun diğer yüzünde, yüzlerce yıllık cengâverlik böbürlenmesini, bütün bayramlarda küçük çocuklara ezberletilip okutulan kahramanlık şiirlerindeki kan kokusunu, Harbiye marşımızı, “her Türk asker doğar” sloganlarını, “ordu-millet” ideolojisini, her “tertib”i uğurlayan halayları ve “en büyük asker bizim asker” tezahüratını ne yapacağız?Neyse ki çok, çok daha gerçekçi ulusalcı-Atatürkçülerimiz var da, bize asıl millî hasletlerimizin neler olduğunu hemen hatırlatıyorlar. Bu sefer sıra “Kemalist Aysun”da. Evet, rümuzu aynen bu; yanında bir de resim var, fonda Türk bayrağı, önünde kalpaklı Mustafa Kemal. Kuşkusuz O’nun “asker”lerinden; ama artık MHP’lisi mi, CHP’lisi mi, İP’lisi mi, onu bilemem. Hoş, ne fark eder, ne farkları kaldı?Geçelim. 17 Mayıs 2014 günü, saat 1:14’te şöyle buyurmuş Kemalist Aysun (imlâsını aynen koruyorum): “Bundan sonra madenlerde türbanlılar çalışsın hem baret takmalarına da gerek yok bir göcük olduğunda hepsinden kurtuluruz toptan temizlik.” Biri sataşmış, sana bunları Atatürk mü öğretti diye. Ona da cevabı hazır: “Siz Atamın ne yapmak istediğini asla anlayamayacaksınız.”İlk okuduğumda şaka mı bu diye düşündüm ve “şaka” sözcüğüyle birlikte tuhaf bir çağrışım oldu; aklım üç yüz yıl öncesine, Jonathan Swift’e ve onun “Mütevazı Bir Öneri”sine gidiverdi. Daha çok Gulliver’ın Seyahatleri’yle (1726) tanıdığımız, dünya edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük mizahçılarından Swift, İrlanda asıllıydı ve hayatının bir noktasında, siyasî nedenlerle âdetâ kaçarcasına gidip Dublin’e yerleşmiş, uzun yıllar hep orada yaşamıştı. Gulliver’dan üç yıl sonra kaleme aldığı A Modest Proposal for Preventing the Children of Poor People From Being a Burthen to Their Parents or Country, and for Making Them Beneficial to the Publick (1729; İrlanda’daki Yoksulların Çocuklarının, Ailelerine ve Ülkelerine Yük Olmalarını Önlemeye ve Onları Topluma Yararlı Kılmaya Yönelik Mütevazı Bir Öneri) hicviyesi, hem derin sosyal eşitsizlikleri, hem İngiliz kraliyeti ile soylu büyük toprak sahiplerinin İrlanda üzerindeki baskı ve zulmünü, hem modernitenin netleşen kalpsizliğini, hem de daha o dönemde uç veren çatlak, habis, “Zihni Sinir” tipi toplumsal mühendislik “proce”lerini hedef alıyordu.Son derece ciddî bir havada, “Bu koca kentin sokaklarında yürüyen veya taşrada geziye çıkmış herkes için; sokaklara, caddelere, evlerin kapılarına doluşmuş dilenci kadınlar ve peşlerinde, yukardan aşağı paçavralar içinde, yoldan geçen herkesi bir sadaka için rahatsız eden üç, dört, ya da altı çocuk, bir hüzün kaynağıdır” diye başlar Swift: “Bu anneler, şerefli bir şekilde çalışarak hayatlarını kazanmak yerine, tüm zamanlarını, zavallı çocuklarının geçimini sağlamak için, dilenerek dolaşmaya adamak zorunda kalmakta; çocuklar da, büyüdükleri zaman, ya işsizlikten hırsız olmakta, ya da sevgili anavatanlarından ayrılarak, İspanya’da ‘Düzmece’nin [eski İngiltere kralı II. James’in o sırada tahtta hak iddia eden oğlu James Stuart kastediliyor] saflarında savaşmaya gitmekte, ya da Barbados’larda işgüçlerini satmaktadırlar.” Aynı poker suratlı, hiç açık vermeyen tonda devam eder: “Annelerinin ve zaman zaman da babalarının kollarında, sırtında ya da peşinde dolaşan bu inanılmaz çocuk bolluğunun; krallığın bugünkü üzücü durumuna yeni yaralar eklediği konusunda, herkesin aynı düşüncede olduğuna inanıyorum. Ve bunun içindir ki, bu çocukları, ortak yaşamın akıllı ve yararlı üyeleri haline getirecek, kolay, ucuz ve adil bir yöntemi bulabilecek kişinin, ülkenin kurtarıcısı olarak, toplum tarafından heykelinin dahi dikilmesine hak kazanacağını sanıyorum.”Önceden bilmeseniz, dalga geçmekte olduğunu asla anlayamazsınız. Bu ironik havada gider, gider; çeşitli alternatif reform önerilerini tek tek gözden geçirip çürütür… ve sıra bombasını patlatmaya gelir: “Londra’da tanıdığım çok bilgili bir Amerikalı, bana, bir yaşında sağlıklı, iyi beslenmiş bir çocuğun; buğulama, kızartma, fırınlama veya haşlama olarak, çok lezzetli, besleyici, yüksek değerde bir besin olduğunu söyledi. Yahnisinin de aynı lezzette olacağından eminim.” Hiç bozmadan, “bir yaşına gelmiş yüz bin çocuk,” der, “zengin sofraları için etlenmek ve şişmanlamak üzere, son aylarda annelerinden bol bol süt emmeli, zamanı geldiğinde de krallığın kaliteli ve zengin insanlarına satılmalıdırlar. Arkadaşlar arası bir eğlence için, bir çocuktan iki tabak et çıkar; ailece yenen yemeklerde de, göğüs ya da buttan dörtte biri yeterli olur, tuzlanıp biberlendikten sonra da dört gün bekletilirse, haşlamasının tadına doyulmaz, özellikle kışın.” Sanıyorum ki, diye ekler, “bu besin maddesini özellikle toprak sahipleri pek beğeneceklerdir, çünkü zaten anne babaların büyük bir kısmını yalayıp yuttuklarından, çocuklar da onların hakkıdır.”Evet, sonuçta budur işte Swift’in İrlanda’nın yoksul halkı için geliştirdiği “mütevazı öneri”: Çocuklarını herhangi bir kasaplı hayvan gibi besleyip semirterek zengin İngiliz centilmenleri ve leydilerine satmaları. Fakat o kadar ustaca yapar ki işini, kritik açıklama ve dönüm noktasına geldiğinizde bile gafil avlanıp hemen idrak etmeyebilirsiniz, yazarın gerçekten çocuk katilliğini ve yamyamlığı önermediğini — yani aslında başından beri her şeyin bir şaka olduğunu. O yüzdendir ki Kemalist Aysun’un tweet’i de ilk başta bocalattı beni. Öyle ya; bundan böyle madenlerde türbanlılar çalışsın diyor; bu yolla hem üretim devam edecek, hem baret tasarrufu yapılacak, hem de kaza halinde hepsinden bir çırpıda kurtuluvereceğiz. Buyrun size parlak bir “mütevazi öneri.” Acaba dedim, Swift’i okumuş mudur? Ve hele okumamış da bunu “fıtraten” (!) yakalıyorsa, acaba Aziz Nesin’i de kat be kat aşan, şimdiye kadar bilinmedik yeni ve millî bir dehamızla mı karşı karşıyayız?Fakat heyhat! Şaka yapmıyormuş, son derece ciddîymiş korkarım. Evet, ister çocuklarının canını Allah’ın alması, ister bütün kadınlarının madenlerde göcük altında kalması yoluyla tüm mümin “öteki”lerden fizikman kurtulmayı özleyenler, üstelik bunun adına — “şecaat arzederken sirkatin söyleyen” (hırsızlıklarını sayıp döken) “merd-i kıptî” misali — fütursuzca “toptan temizlik” diyebilen; tam bu tür “mütevazı öneri”lerin hümörsüz sahibi bir kesim gerçekten var ülkemizde.Ütopyaları Talât’ın Ermenisiz bir Anadolu; Hitler’in Yahudisiz bir Almanya ve Avrupa; Stalin’in “burjuvazisiz” bir toplum ütopyasından farksız ütopyacılar.
Kemalist Aysun’un ‘mütevazı öneri’si: Madenlerde yalnız türbanlıları çalıştırmak
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik