İki dilek

Her yıl Ağustos ayında futbol liglerin başlamasıyla birlikte değişmez iki dilek tutarım: "Türkiye'de Trabzonspor, İspanya'da Real Madrid şampiyon olsun!"

 

Sağ olsun Real arada sırada bu dileğimi yerine getirir. Her ne kadar son yıllarda üstünlüğü Barcelona'ya kaptırmış olsa da, hem La Liga'da, hem de Şampiyonlar Ligi'nde yüzümü güldürdüğü olur.

 

Lakin Türkiye'de tablo karanlık: Bir ömür geçti, Türkiye'ye dair dileğim gerçekleşmedi. İki defa (1996 ve 2011) çok yaklaştık ama her ikisinde de şampiyonluk avucumuzun içinden kayıp gitti. Birkaç kuşak şampiyonluk kupasını kaldıramamanın hasretiyle yandı, yanmaya da devam ediyor.

 

Bu sene de farklı olmadı. İlk dört hafta rüya gibi geçti. Sonra takım bir tökezledi, pir tökezledi. Bir türlü toparlanamadı. İki hoca değiştirdi, yine de çöküşü durduramadı. Allahtan ligin dibine demir atan takımlarda lige tutunacak bir direnç ve ışık yoktu. Yoksa TS ciddi ciddi düşme tehlikesini ensesinde hissederdi.

 

Çile doldurmak

 

Yani TS taraftarı olarak bu sene yine çile dolduruyoruz. Ligin bitimi için gün sayıyoruz. Geleceğe dair ümitler oluşturmak, yeni beklentilere kapılmak için işkenceye dönen bu lig maratonunun bitmesini bekliyoruz. Bu, işin bir yönü.

 

İşin bir de farklı bir yönü var: Bir futbol aşığı, kendi takımından umut kestiğinde futbol adına kendisine mutluluk verecek yeni arayışlara girer. En azından ben öyle yaparım. Etrafa gözümü gezdirir, sevincine katılabileceğim yeni heyecanlara yelken açarım.

 

Nisan ayındayız, yaklaşık bir ay sonra lig ve kupa defterleri kapanacak. Benim bu bir ay içinde iki lige ilişkin gerçekleşmesini dört gözle bekleyeceğim iki dileğim var:

 

1. Süper Ligi BJK alsın. Bizim 1996 ve 2011 hayallerimizi FB yıkmıştı. Ama BJK'nin yanında durmamın bununla bir alakası yok. Futbola böyle bakmam. BJK'ye gönül düşürmemin üç nedeni var.

 

İlki, BJK'nin uzak ara ligin en iyi top oynayan takımı olmasıdır. Sezonun başından beri BJK, dikine top oynuyor. Orta sahayı çabuk geçiyor, hızlı yön değiştiriyor. Kanatları çok iyi kullanıyor. Göze hoş gelen bir pas trafiği var. Sosa ve Oğuzhan gibi ayağına top yakışan, Atiba gibi "her eve lazım" orta saha oyuncularına sahipler. Gomez gibi her an tabelayı değiştirebilecek ekstra bir golcü. Queresma, bazen abartsa da, seyircinin ruhuna hitap etmesini iyi biliyor.

 

Hiç şüphesiz eksiklikleri de var BJK'nin. Oyunu soğutmada ve gerektiğinde dengeli oynamada büyük sıkıntı yaşıyor. Takımın ileri çıkışları iyi, ama geri dönüşleri çok zayıf. Yaşanan sakatlıkların etkisiyle defans bloğu çok gevşek. Zaten bu eksiklikler yüzünden UEFA Avrupa Ligi'nden çabucak döküldüler, yoksa bu takımın Mayıs'ı bulması işten bile değildi.

 

Bakırı altın yapmak

 

Fakat yine de, sürekli hücumu düşünen bu takımı seyretmeyi seviyorum. Bir futbolsever olarak heyecan veren oyunundan zevk alıyorum. Buna mukabil, şampiyonluğun diğer adayı FB son derece kısır bir futbol sergiliyor. Tüm sezon bu takımın futbol namına güzellikler sergilediği maçların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bırakın bizi, bizzat FB taraftarları dahi takımlarının oyunundan haz duymuyor.

 

İkincisi, Şenol Güneş'tir. Şenol Hoca, her şeyden önce çok iyi bir öğretmen. Futbolcuları işlemeyi, bakırı altına dönüştürmeyi çok iyi biliyor. Bugün sahalarda parlayan birçok ismin altında, Güneş'in sarraf hassasiyetiyle yaptığı işçilik yatıyor. Hoca'nın elinin değdiği futbolcu, hem mental hem de fiziksel olarak gözle görülür bir değişim yaşıyor ve değerine değer katıyor. Sosa ve Oğuzhan'ın bir geçen sezon, bir de bu sezonki oyunlarına bakın, Şenol Hoca'nın onlara ne kattığını çok daha iyi anlarsanız. Queresma'nın "problem adam"dan, "takımı için canını dişine takan futbolcu"ya dönüşmesinde Şenol Hoca'nın imzası var.

 

Güneş, sadece futbolcuları değil, kendisini de sürekli geliştiriyor. Yıllar önce Deniz Gökçe'nin Şenol Hoca ile yaptığı bir söyleşiyi okumuştum. Hoca'daki derinliğe gıpta etmiş, onu saçı veya takım elbisesi üzerinden itibarsızlaştırmaya çalışanlara daha çok kızmıştım.

 

Hoca'nın Milli Takım, TS, Bursaspor ve BJK serüvenlerini yakından takip ettim. Gördüğüm; Güneş'in öğrenmeye hiç ara vermediği ve  bilgisine yeni bilgiler eklemek için sürekli bir çaba içerisinde olduğu. Bu nedenledir ki, ligin en yaşlı teknik direktörü olmasına karşın ligin en genç ve en dinamik topunu onun takımı oynuyor. Parreira ile kıyaslandığında şampiyonluğun Güneş'in üzerinde çok daha güzel ve anlamlı duracağını FB taraftarları da teslim edeceklerdir.

 

BJK'nin şampiyon olmasını istememin iki nedeni futbola dairdi. Üçüncü neden ise, tamamen şahsi, daha doğrusu ailevi. İki kızım da BJK'li. Kartal'ın zirveye konmasıyla onların mutluluğundan kendime pay çıkarabilirim.Dolayısıyla hangi açıdan bakarsanız bakın şampiyonluğu BJK hak ediyor.

 

 

Peri masalı

 

2. Premier Lig'de zafer Leicester City'nin olsun! Lig başladığında herkes, LC'ye "kesin düşer" gözüyle bakıyordu. Eğer biri LC'nin şampiyonluk adaylardan biri saysa ona hemen "meczup" muamelesi çekilirdi. Manchester'in düşman kardeşlerinin, Londra'nın Topçularının (Arsenal), Abromovic ve Mou'nun Chelsea'sinin, asla yalnız yürümeyen Liverpool'un yer aldığı bir arenada, biri kalkıp da Raineri ve isimsiz topçularının başa güreşeceğini söylese, onun akıl sağlığından endişe edilirdi.

 

Ama futbolu futbol yapan da budur. Milyarlarca insanı futbolun tutkunu haline getiren, mucizelerdir. Futbol, mucizelere alan açar. Daha önce birçok ülke tatmıştı, şimdi de Britanya bir futbol mucizesine tanıklık ediyor. Kelle takımların hepsi yarışın gerisinde kaldı, Aston Villa gibi bir klüp alt ligin yolunu tuttu ve tutunamayacağına bahse girilen bir ekip de zirveye kuruldu.

 

34 hafta bitti, geride kaldı dört hafta. LC, Tottenham ile çekişiyor. Önemli bir avantaja sahip. Umarım LC avantajını yitirmez ve bu peri masalını mutlulukla neticelendirir. Böylece Raineri de -Güneş gibi- ilk defa şampiyonluk tacını başına geçirir.

 

Elbette Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi'ne ilişkin de dileklerim var. O da bir başka yazıya kalsın.

 

- Advertisment -