Ana SayfaYazarlarKim emredebilir kuşlara kırlarda sessiz olmayı

Kim emredebilir kuşlara kırlarda sessiz olmayı

 

Yerel seçim akşamı cep telefonuma “Dersim’i komünistler kazandı” mesajı düştüğünde zihnimde çağrışım yapan ilk şey, Farsçanın en büyük şairlerinden Şemsi Tebrizi’nin dizeleri oldu:

“Kim emredebilir kuşlara kırlarda sessiz olmayı?”

 

Kürt siyasal hareketi, başından beri Dersim’i yanlış analiz etti. Dersim’i Kürt resmi ideolojisi içinde eritebileceğini, saldırgan propagandanın karşısına çıkan rakipleri sindirebileceğini zannetti.

 

Yanıldı.

 

Çünkü Dersim tek kimlikten ibaret değildi. Alevilik, solculuk, Türkiyelilik ve evrensellik boyutları da vardı. Kırmanç kimliği yalnızca Kırdaşki dilinden ibaret olmamasına rağmen ısrarla Kırmançki, Kırdaşki içinde görülmek istendi.

 

Zannedildi ki Dersim’in yüzü sadece Amed’e, Hewler’e dönüktür. Bu bir yönüyle doğruydu. Ancak Dersim’in asıl yüzü hep İstanbul’a, İzmir’e, Ankara’ya, hattâ daha evrensel düzlemde Berlin’e, Paris’e, Londra’ya dönüktü.

 

Daha da önemlisi, Dersim kendisi olmak, farklı görüldüğünü bilmek, farklılığının önemsendiğini hissetmek istiyordu. Kürt siyaseti bunun farkında değildi.

 

Kırlarda kuşların sessiz kalmamaları iyi oldu. Bu sayede, yavan giden siyasi hayatımıza büyük bir renk, farklı bir esinti geldi. Dersim’in nevii şahsına münhasır bir kent olduğu anlaşıldı.

 

Bu nevii şahsına münhasırlıkta, bu ülkenin unutmaya bıraktığı “sol acı”nın önünde bir kentin saygıyla eğilişinin hatırşinaslığı var.

 

Bu farklı esintide, Türkiye’nin 60’lı ve 70’li yıllarda üniversite amfilerinde (ama doğru ama yanlış) sömürüsüz bir Türkiye özlemi için, “nerede çağımızın o altın kalbi, çağımızın altın kalbini arıyoruz” ruhuyla, devrimci ütopya peşinde koşan gençlere duyulan nostaljinin kokusu var. 

 

Kimse farkında değil amai cezaevlerinde sayıları yetmiş bini bulan sol görüşlü öğrencilerin sessiz çığlığı var.

 

Bu duruşta, idam sehpalarında “yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” sloganıyla bedel veren Denizlerin kentin üzerinde dolaşan ruhu var.

 

*          *          *

 

HDP’li dostlarımız bilmelidir ki Fatih Mehmet Maçoğlu, Dersim’de proje olduğu için kazanmadı.

 

Maçoğlu ve Türkiye Komünist Partisi, Dersim sosyolojisini oluşturan Alevilik, Kırmançlık ve solculuğu iyi sentezleyip temsil ettikleri; içe kapanıp tecrit olmak isteyen değil, dışa açılıp izolasyondan kurtulmak isteyen, dağlarında artık şiddet görmek istemeyen kentin özlemlerine iyi yanıt verdikleri için kazandı.

 

Eğer Dersim bugüne kadar HDP çizgisine bir fırsat ve imkân tanıdıysa, bunda Dersim’in kendisini var eden dinamiklerinin dağınıklığının, örgütlü olmamasının büyük payı oldu.

 

Maçoğlu’na devlet de kazandırmadı. Kentteki polis, asker ve resmi görevliler Maçoğlu’na değil AK Parti adayı Gökhan Arasan’a çalıştı. Bunu, Arasan’ın aldığı yüzde 14.1 yani tam 2519 oydan görebiliyoruz. Devlet, HDP’nin etkili olduğu pek çok yerde seçim çalışması yürüten kişilere operasyon yaparken, Dersim’de kimsenin kılına dokunmadı.  İyi ki dokunmadı. Maçoğlu’nun seçilmesini isteseydi böyle mi davranırdı? Arasan’a yüksek profilli bir kampanya mı yaptırırdı?

 

*          *          *

 

Maçoğlu’nun ve Türkiye komünistlerinin önünde şimdi tarihi bir fırsat var. Hepimizin yüzünü güldürecek bir belediye pratiğine imza atmaları, önlerindeki en büyük sınav.

 

Hemen işe, Türkiye’nin sol birikimi ile Dersim belediyesi arasında bir gönül ve yoldaşlık köprüsü kurarak başlayabilirler.

 

Bir taraftan Ovacık’ta sergilenen şeffaf, katılımcı, projeci pratiği Dersim’e taşırlarken, diğer taraftan Türkiye’nin 60 ve 70’li yıllardaki ütopyasına saygı duruşu yapan seçmenlere, bu nostaljiyi besleyecek jestlerde bulunabilirler.

 

Örneğin Maçoğlu, mazbatasını aldıktan sonra belediye çalışmalarını başlatacağı ilk toplantıya Türkiye’nin önde gelen 68 ve 78 kuşağının tüm temsilcilerini çağırabilir. Sol önderlerin fotoğrafları, o günün sloganları ve afişleri eşliğinde, açılışı bu kişilerle birlikte yapabilir.

 

Bununla “haydi 70’lere dönelim” demek istemediğimin sanırım farkındasınızdır. Çünkü köprünün altından çok sular aktı, pek çok şey değişti. Özgürlükçü, sömürüsüz, eşit, dayanışmacı bir dünyaya ulaşmanın yöntemleri de yanlış çıktı; onun da farkındayım.

 

Ama geçmişin devrimci ufkunu, ortaya çıkan dersler ışığında, “yorgun değiliz biz, çağ yenmeyecek bizi” ruhuyla yerel bir yönetim modeli ile taçlandırabilirsek, hem bu uğurda hayatlarını feda eden o güzel insanların ruhlarını sevgiyle yâd etmiş, hem de bizden beklentileri olan insanları hayal kırıklığına uğratmamış olacağız.

 

- Advertisment -