Babaannem Nafiye, “Kiraz zamani uşağisun” derdi hep… Kiraz mevsiminde doğmuş olmanın etkisi var mı bilmem ama çok sevdiğim bir meyvedir. Özelikle dalındaysa çatlayana kadar yerim, bir durduran olmaz ise…
Serbestiyet yazarlarından Murat Çelik, ‘Bir Türk münevveri kaç kiraz adı bilir’ başlıklı bir yazı yazmıştı geçen yıl. Münevver olduğumdan-olacağımdan değil; kirazı dalından yemeye bayılan biri olarak hafızamı yokladım. Siyah kiraz, beyaz kiraz ve vişneden öteye geçemedim. Biraz daha zorlayınca Napolyon ve dalbastı çıktı hafızadan. Günümüzün her fanisi gibi kutsal bilgi kaynağı Google amcaya müracaat yaptım haliyle. Ne çok kiraz çeşidi varmış. En ünlü kiraz çeşitlerinden birinin ‘Türk kirazı’ olduğunu öğrendim böylece.
Kiraz zamanında sadece kirazlar dalında olgunlaşmaz, insanın aklı da uçar gider başından. Bir haller olur. Hani aynı kiraz dalından aynı rüzgârın iki defa geçmeyeceği gibi; insanın aklından aynı düşüncelerin iki defa geçmeyeceği hallerdir onlar…
Bu sene kirazı dalından yeme şansına erişememiş olsak da sosyal medyada paylaşılan kiraz ağacı fotoğrafları sayesinde bu arzumuza gem vurmuş olduk, hafiften hayıflanarak… Kısa ömürlü meyvedir kiraz, hayatın kendisi gibi. Rüzgâr vurup geçer yeşil dallarından ardında sararan yaprak bırakarak. O sararan yapraklar arasında geriye aklın baştan uçup gittiği kiraz zamanı anıları kalır…
Çocukluğumda kiraz zamanını dört gözle beklerdik. Kiraz, dalından yenecek ilk meyvenin habercisidir. Mayıs kerezi dediğimiz beyaz kiraz olgunlaşırdı önce. Apiça’da çok fazla yoktu beyaz kiraz ağacından. Zabıta Hızır Amca’nın bahçesinde bir tane vardı. Bir yıl o kiraz ağacı çok verdi, dallarını kıracak kadar. Ne mümkün ondan yemek, Almanya’dan gelecek abiye ve çocuklarına yedirilecek ilk önce… Biz ‘yaz hırsızlarından’ korumak için kiraz ağacını neredeyse 24 saat nöbet tutuluyor başında. Ay ışığının olmadığı, çilimbululierin (ateş böceği) danslarıyla aydınlattığı bir gecede arkadaşlarla kiraza çıkartma yapmaya karar verdik.
O ağaçtaki kirazı dalından yeme isteği yakalanma korkusunu çoktan bastırmıştı. Çay fidelerinin altından alçak sürünmeyle ağaca vardık. İlk önce ben tırmanmaya başladım. Bizim oralar sulak yerler, öyle bodur ağaç pek olmaz. Bu kiraz ağacı da genç bir ağaç olmasına karşın 10-15 metre var. Dört beş arkadaş kiraz ağacına çıkıp tam yemeye başlamıştık ki; birden Salih Abi’nin altı pilli feneriyle ortalık aydınlandı. Haliyle mahalle ayaklandı. Koşturdular hemen, kirazın alt dallarında olan arkadaşlar, atlayıp kaçtılar. Kalakaldım öylece kiraz ağacında bir başıma. Baktım işin ucunda dayak var; yiyebileceğim kadar kiraz yeme derdine düştüm. “İn aşağıya bir şey yapmayacağız” diyorlar ben tepeye doğru çıkıyorum. Beni indiremeyince ağaçtan, Ali abi sinirle tırmanmaya başladı. O geldikçe ben tepeye doğru çıkıyorum kiraz yemeyi ihmal etmeden… Derken kaçacak yer kalmadı, Ali abi ayağımdan yakalayacak beni. Fena öfkelenmiş belli ki; bıraktım kendimi ağacın tepesinden o yumuşak yeşil dallara. Sırtım dallara vura vura yumuşak bir inişle düştüm çaylığa. Sonrası kolay oldu maki cinsi çay fidelerinin arasından sürünerek kaçtım…
Geçen yıl Apiça’da dolaşırken Mülazim abinin bahçesinde şeftali ağacını gördüm, ikram etmek istedi. “Abi sen ikram etme ben gece gelip, çalacağım şeftalinden” dedim. Birkaç gün sonra Mülazim abi elinde şeftalilerle geldi. Sitemkar bir ifadeyle, “Bekledum Kasim birkaç gecedir, gelmeni. Gelip alacaktın şeftalilerden, sen gelmeyince ben getirdim…” Şimdiki çocukların meyvelere, ağaçlara olan ilgisizliğinden yakındı. “Bırakun ağaçlara çikmayi, torunlara zorla yediriyoruz meyvayi” diyerek.
Kiraz zamanından başlayıp bütün yaz süren meyve talanı yaptığım arkadaşlarımdan İbrahim de aynı dertten mustaripti. Çocuklarını köye, bahçeye götürmekte zorlanıyordu. “Kırk takla atıyorum çocukları buraya getirmek, bizden sonra buraları sevmeleri için. Geldikleri gibi şehre dönmek istiyorlar…” "Bir yerde hata yaptık ama nerde" diye soran gözlerle bakarak.
Yazıya oturduğumda başka şeyler yazacaktım aslında. Endüstriyel futboldan sıkılıp, ruh çağırma seanslarına çıkıldığı dönemde alt yapıdan yetişen Sabri reisi Galatasaray’ın kapı önüne konmasını mesela… Sabri’nin futbola olan yeteneği tartışılırdı belki ama sahada ortaya koyduğu emek tartışılmazdı. Galatasaray’ın alt yapısından yetişip uzun yıllar emek veren son Mohikan dı Sabri…
“Ders almam, ders veririm” diyen Fatih Terim’i mesela. O her şeyi bilen Fatih Terim milli takımın en değerli oyuncusu Arda’yı kaybediş sürecini bilmeyişini yazacaktım. Aklımdaydı… Ya da Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasından sonra yollara düşen Kılıçdaroğlu’na, hayatı boyunca yürüyen biri olarak tavsiyelerde bulunacaktım. Her şeyiyle çok kötü yönetilen CHP’nin ilk kez Kılıçdaroğlu’na seçilen yürüyüş ayakkabısı konusunda iyi bir şey yaptıklarını söyleyip takdirlerimi sunacaktım. Seçilen ayakkabı ayak tabanını kavradığı için uzun yürüyüşlerde ağrı yapmadığını kim önermişse iyi bir seçim yaptığını söyleyecektim. Keşke ayakkabı seçmede gösterilen özen, ülkeyi ve partiyi yönetmede gösterilse diye temennide bulunacaktım.
Yazamadım… Aklım uçuverdi başımdan. Memleketin gündeminin hızla değişmesi gibi, benim akıl da kiraz zamanına takılmış bir o yana bir bu yana sallanıp gidiyor işte. En iyisi sözü “Çiçeklerin ve balıkların isimlerini bilmeyen, hikaye yazamaz” diyen, dünyanın en büyük öykücüsüne bırakıp Haziran rüzgarında sallanan yaprak olmanın keyfini çıkaralım. Şöyle der Sait Faik Kiraz Mevsimi adlı şiirinde: Sokak başlarında sazımı çalsam/ Anlatsam şu kiraz mevsiminin/Para kazanmak mevsimi değil/ Sevişme vakti olduğunu…