“Farkındalık” kelimesine takılıp kalıyorum zaman zaman. Benim bildiğim kadarıyla son 10-15 yılın bize kazandırdığı kelimelerden biri. Dün de bir yerden bana “farkındalık yazarlığı” semineri davetiyesi geldi, yeniden aklıma düştü bu kelime. “Yazarlık” atölyelerini anlıyorum, “yaratıcı yazarlık”, evet, buram buram İngilizce çeviri kokuyor, olsun, o da kabulüm, ama “farkındalık yazarlığı” “paralel evren”de neler olup bittiğine dair yeni bir pencere açtı gözümde. (Belki de “gönül” gözümde ya da ilgili “çakra”mda demeliyim.)
İnterneti açıp baktığınızda mebzul miktarda tanımlama, referans vs. var “farkındalık” hakkında. Şu an sanki aşağı yukarı bütün dünyadaki insanlar “farkındalık” peşinde koşuyor gibi bir his geliyor insana. Çok kolay bir şey bu “farkındalık” ama nedense herkes herkese bunu anlatmaya, öğretmeye çalışıyor, “10 dakikada” “evrenin bir parçası olduğunun” farkındalığına ulaşabilirsiniz mesela, çok yardımsever insanlar var dünyada, yani evrende, sizin farkındalığınız için çok uğraşıyorlar, tabii hep iyilik gayesiyle!!!
Yine de, bu “başka dünyanın” en makûl kelimelerinden biri “farkındalık”. Çok daha acayipleri var çünkü.
“Olumlama” mesela bunlardan biri. Biz üniversitedeyken, bir şeyi hesapta daha anlaşılır kılmak gerçekte ise bir “tık” daha derin ve farklı olduğunu kanıtlamak için “Öztürkçemsi” kelimeler uydurmak ya da bazı eski kelimeleri başka şekillerde kullanmak geçerli bir yöntemken, aniden bir “olumlama” ve “değilleme” furyası başlamıştı bir aralar. Sinema Kulübünde bir film hakkında konuşuyoruz, çok “derin” bir arkadaşımız “Ama bence bu argüman, Murat’ın dediklerini değillemez de olumlamaz da” diyor mesela. Gel de çık işin içinden. Bu iki acayip kelimenin ikisi de, içinden geçtiği cümleleri daha açık hale getiremediği gibi, garip bir yabancılık duygusu bırakırdı ardında.
“Olumlama”nın şimdilerdeki serüveni ise bambaşka. “Benim için iyi olanı seçiyorum” olumlaması, “aşk” olumlaması, “ben mutlu bir insanım” olumlaması, “bilinçaltının iyileştirici gücünü açığa çıkarma” olumlaması: Bunlar sizde birkaç örnek olarak dursun.
Pratikte en çok “para” olumlamasının kullanıldığını tahmin ediyorum. “Kuantum enerjisi” tekniğiyle olmayana değil de olana odaklanırsanız, şikayet yerine “şükür enerjisi” (bu da şahane bir laf, vurgulamadan geçemeyeceğim.) gönderirseniz, algılarınızı açıp, evrenle bağlantınızı kuvvetlendirirseniz, üstüne para olumlaması yaparsanız (para olumlaması yapmaktaki anahtar fikrin şu olduğu izlenimini edindim: “olmayana odaklanınca bu sefer daha fazla olmamaya başlıyor.”) paraya kavuşmanız an meselesi.
“Zayıflama farkındalığı”nın da çok mühim bir mesele olduğunu düşündüğümden, bu konuyu da araştırdım. Burada kullanılan terimler de ilginç: “Kilo yönetiminde farkındalık devrimi” mesela, alabildiğine düşündürücü bir deyiş. Bazı “analizler” “Farkındalık çalışmalarınızın zayıflama sürecindeki önemi” üzerine odaklanırken, “Farkındalık ile kilo vermenin 5 yolu”nu anlatanlar da var. Bir tanesi de “Düşünce gücü ile zayıflayın” deyip kestirip atmış. “Zihinsel antrenmanlarla zayıflama yolları”nı anlatıyor. Genellikle de “sizin bile inanamayacağınız kadar” kolay yöntemler oluyor bunlar. Yani, koçlarımız, üstadlarımız, gurularımız, yol gösterenlerimiz, artık meşrebinize göre nasıl adlandırırsanız, o size (ve tabi evrene) iyilik yapmak için yanıp tutuşan insanlar, böyle diyorlar. Aslında bu kadar şeye inanmışız, sonra bu “sizin bile”deki “bile” sözcüğü ne oluyor derseniz, ben bir şey diyemem, ama vardır mutlaka bir hikmeti ya da enerjisi, belki de evrenin dili böyle dedirtiyordur.
90’lı yılların sonlarında duymaya başladık sanıyorum bu “kişisel gelişim” yöntemlerini ve hikayelerini. Başlangıçta bana da gayet makul görünmüştü, itiraf edeyim. Bir kere arkasında “kadim bilgiler” var, eski köklü doğu dinleri var, klişe de olsa psikolojiye dair bilgi kırıntıları var ve en çok da (illaki) tasavvuf referansları var. Bu konularla ilgilenen arkadaşlarım detaylı olarak anlatırlardı, ben de açık fikirli olmaya ve anlamaya çalışarak dinlerdim. Ama iki tane konuyu bir türlü açıklığa kavuşturamadık.
Birincisi, bu “kadim bilgileri” öğrenmek pahalıydı, bazı durumlarda “astronomik” bile denebilecek fiyatları vardı. Bu tür “naif” ve “iyilik dolu” yöntemlerin parayla bu kadar fazla ilişkisinin olması tabii ki kuşku uyandırıyordu. Şimdilerde ABD’de bu “sektör”de çeşitli kaynaklara ve yorumlara bağlı olarak yıllık 10-30 milyar dolardan oluşan bir ekonomiden söz ediliyor. Türkiye ile ilgili hiçbir fikrim yok, sadece, 50 dakikalık bir uygulama için günün şartlarında fena olmayan maaşının dörtte birini yol gösterenine bırakan arkadaşlarım oldu, bunu söyleyip geçeyim. Parayla ilim olmaz denirdi eskiden ama bu “ilim” ile para oluyor işte. Gerçekten o günden bu yana, bu tür uğraşılarla zengin olan, yaptığı her türlü kepazelik ortaya çıksa da zengin olmaya devam eden insanlar da tanıyoruz.
İkincisi, bu yolda çok fazla seçenek olması, gittikçe daha da fazlalaşması, adım başı mistik bir işyeri ile karşılaşmamız, kolumuzu sallasak “kişisel gelişimci”lere çarpmamız da bende kuşku uyandırdı. Çünkü bu yöntemlerin her biri tek başına “mucizevi”ydi. Hem öğretenler, hem de öğrenmeye çalışanlar bunu teyit ediyorlardı. Hepsi de ayrı ayrı çok iyi geliyordu. O zaman neden birini bırakıp yenisine başlıyorduk? Neden “aile serimi” bu kadar iyiyken, içimizdeki her türlü acıyı ortaya çıkarıp iyileşmemizi sağlıyorken, bir de “toplu meditasyon” yapalım? Neden “nörolinguistik” ile uğraşırken bir de “Şaman yolculuğu”na çıkalım? “Astroloji”ye çok güveniyorsak neden “meleklerle şifa” arayışına da girelim? Neden hem “Secret (Sır)” hem de “Aşkın İstilası-Yol”? Psikoloji literatüründe böyle bir “bağımlılık” kavramı olup olmadığını bilmiyorum ama bazı vakalarda bunun tam manasıyla bağımlılık olarak yaşandığını biliyorum.
Bunlarla bu derecede haşır neşir olanların çok önemli bir çoğunluğu gayet katı şekilde “laik” diye adlandırılabilecek insanlar. Türkiye’de genellikle laiklerin aynı zamanda “teorik” olarak pozitivist ve Batı’ya dönük olmalarını da bekleriz. Karşılarına bir ankette soru olarak çıksa, laik, pozitivist olarak işaretleyeceklerdir kendilerini, ve tabii, evet, “Batı’nın hümanizmasına hayranım”. “İnsan aklı dünyayı daha iyi bir yer yapacaktır.” “Zaten Atatürk de Batı’yı işaret etmişti.”
Bu tür işlere hayatını adamış, daha doğrusu kendisini ancak bu tür işlerle birlikte tanımlayınca var edebilen bir tanıdığım olmuştu. Altıncı hissinin çok kuvvetli olduğuna inanıyordu. Arada sırada kendisini ve çevresindeki akıllı uslu diğer insanları nasıl olup da ikna edebildiğine inanamadığım ölçüde acayip kanıtlar sunuyordu “kuvvetli” altıncı hissi için. Bu kanıtları en çok güçlendiren bir başka “olgu” da sık sık Atatürk’ün rüyasına girmesi ve birtakım şeylere işaret etmesiydi. Biliyorum, bu anlattığım çok uçuk bir yalan gibi görünüyor gözünüze, ama bu “başka dünya” için neredeyse sıradan uçukluklar bunlar. Fakat el insaf, değil mi? Hem laik, hem pozitivist, hem Atatürkçü, ama altıncı hissi kuvvetli, ama şifacılara koşuyor gidiyor, ki kendisi de bir şifacı zaten, ama rüyalarında sık sık Atatürk ile “verimli” görüşmeler yapıyor.
Çok nevrotik ve maalesef çok “ilginç” zamanlarda yaşadığımız aşikâr. Kaç yaşında ve kim olursak olalım, hayat bize kişisel değişimi/dönüşümü dayatıyor, başka şekilde ayakta kalamıyoruz çünkü. Bu derecede hayatımızın parçası olan “kişisel değişim”den söz edildiğinde ise, aklımıza bol para ilişkisi içeren bu sektörün bağımlılık oluşturan yapısının yanısıra “tacizci yol gösterenler”in ve onların “intihal” kitaplarının gelmesi de bu nevrotikliğin ve ilginçliğin eseri tabii ki.
Bunlara bel bağlayan insanlar “hakikaten” değişiyorlar mı? İstenen değişimler hep teğet geçilmiyor mu? Anlam ve Tanrı yokluğunda oluşturulan bu kendisi küçük hayatlara etkisi büyük öğretilerin/yöntemlerin sorunları aynı yerde tuttuğu ama onlara bakış açısını değiştirdiği, bu değişiklikle birlikte sorunların kısa süreler için yok olduğu izlenimi yarattıkları çok bariz değil mi?
Bu yollarda edinilen kısa dönemli başarı hissi, sabırlı olmayı tolere edemeyecek bir “eskisini at, yenisini al” heyecanı ve sahte bir gelişim algısı, hakikatin yerini kolayca alıveriyor. Böylece kendisine daha kolay yalan söyleme hakkını elde eden danışanlar/öğrenciler/katılımcılar içi mütemadiyen boşaltılan “tekâmül” kavramının garip ve komik taklitlerinin içinde debelenip duruyorlar. “Sonsuz Olasılıklar Festivali” ve “Hiçbir Şey Yapmama Etkinliği” gibi enteresan faaliyetler, bir taraftan hiçbir dişe dokunur çaba göstermeden, neredeyse hiçbir şey yapmadan paraya kavuşmak ve diğer taraftan “mucizevi” ama “geçici” rahatlamalar yaşamak konularında sonsuz olasılıklar içeriyor.