Dünya siyasetine bakarken, İmparatorluğun çöküş yıllarından miras kalan, 1. Dünya Harbi sonrası Anadolu ve Orta Doğu’nun yapay şekillenmesini ve petrol etrafındaki oyunları referans alan bir yaklaşımımız var. Her şeyin güç etrafında çözüldüğünü ve büyük küresel aktörlerin hesaplaşmasının sonucu olduğunu düşünüyoruz. Aslında bu epeyce gerçekçi bir varsayım ama yaşanan her olayı mutlak bir rasyonalizmin sonucu gibi algılamak da pek sağlıklı değil. Çünkü büyük küresel aktörler de yanlış değerlendirmeler ve hatalar yapabiliyor, birden fazla hedef arasında kalıp hiçbirine ulaşamayabiliyor.
Yine de Türkiye gibi ülkelerde ‘komplocu’ bakışın büyük bir cazibesi ve alıcı kitlesi mevcut. Özellikle Batı dünyasının Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsız olduğuna, bir İslam alerjisi yaşadıklarına ve AKP iktidarı ile birlikte bu iki unsurun birleştiğime dair yaygın bir kanaate sahibiz. Bunun delillerini ise genellikle Batı medyasında arıyoruz ve doğrusu kendimizi yeniden ikna etmekte de hiç zorlanmıyoruz…
Haziran seçimi sonrasında karşımıza yeni örnekler çıkmakta gecikmedi. Bugünlerde Türkiye bir koalisyon arayışı içinde ve sıradan bir gözlemci bile şu basit gerçeği görmemezlik edemez: AKP Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile bir koalisyon oluşturmak istediğini deklare etti, bu işbirliğine koşulsuz yaklaştığını ve herkese kapısının açık olduğunu söyledi. CHP ve MHP ise ilk günden itibaren, çoğu bir koalisyonun protokol maddesi olamayacak olan koşullar öne sürerek işbirliği imkanını daralttılar. Bu durumda eğer bir koalisyon oluşturulamazsa bunun muhalefetin ‘ilkesel’ radikalizminden kaynaklanacağı açık. Böyle bir çizgi izlenirse yeniden seçime gitmekten başka bir yol kalmayacak.
Erdoğan bu süre içinde seçim öncesine kıyasla epeyce farklı bir görünüm çizdi. Resmi demecinde şöyle dedi: “Türkiye, ortak dil, ortak hedefler ve ortak akıl çerçevesinde kurulmuş bir koalisyonla, istikrar ve güven iklimini yeniden tahkim edebilir. Müşterekleri değil, farklılıkları öne çıkararak adeta oyunbozanlık eden parti ve siyasetçiler bunun hesabını millete vereceğini bilmelidir. Hiç kimsenin, seçimlerin ortaya çıkardığı tablodaki konumunu, sorumluluk üstlenmek yerine sistemi kilitlemek için kullanmaya hakkı yoktur"
Ne var ki geçen hafta Almanya’daki altı yayın organı Türkiye’deki siyasi durumu aynı kelimeleri kullanarak şu şekilde verdiler: “Erdoğan erken seçimle tehdit ediyor”. Söz konusu yayın organları Die Welt, Frankfurter Allgemeine Zeitung, Süddeutsche Zeitung, Stern, Der Spiegel ve Focus… Aralarından biri durumu “Erdoğan anayasal hakkını kullanmakla tehdit ediyor” bile diyebilmiş. Anayasal hakkın kullanımının Erdoğan yaptığında bir ‘tehdit’ olacağını ima ederken bunun bir lapsus olduğunu bile fark edememiş…
Öncelikle bütün yayın organlarının aynı cümleleri kullanması, ‘haberi’ aynı kaynaktan aldıklarını gösteriyor. İkincisi bunun bir haber olmadığı ortada, çünkü hiçbir gelişmeyi veya olayı öne çıkarmıyor. Üçüncüsü akılsızca bir argümana dayanıyor: AKP’nin koalisyon istediğini ve bu olamazsa yeniden seçime gidileceğini söylerken, böylesine ‘otoriter’ bir yönetimin niye ille de koalisyon istediğini sorgulamıyor. Üstelik saha çalışmaları muhtemel bir seçimde AKP’nin oyunun artacağını gösterirken…
Doğrusu bu kadar ‘akılsızlık’ pek inandırıcı değil. Belki kolaycılıkla yüzeysellik arasındaki gri alanda durmanın sonucudur. Ya da gazeteciliği arka plana iten ideolojik bir önyargıdan söz ediyoruzdur. Ama eğer bu sebepler geçerli değilse, ahlaksızlığı normalleştiren bir komplodan başka bir şey olması zor gözüküyor…