Alper Görmüş:Yaşadığımız kriz, onu yaratan aktörlerin inisiyatifleri üzerinden aşılamayacak bir kriz… Devrede mutlaka onlarla irtibatlı fakat onlardan farklı şeyler söyleyen birilerinin olması gerektiği kanaatindeyim.Fakat bir yandan da, kriz çözücü olarak devreye girecek aktörlerin, krizi yaratan aktörler tarafından düşmanlaştırılmaması, hatta onlar tarafından “saygın” görülmeleri gerekiyor.Her partide, gidişin felaketli sonuçlarını gören ve mevcut durumun dar partisel-örgütsel çıkarlar öne alınarak çözülemeyeceğini anlayan önemli-değerli insanların var olduğunu, fakat bunların inisiyatif alma cesaretini gösteremediğini düşünüyorum. Ben şahsen Deniz Baykal’ın çıkışını bu çerçevede değerli bulanlardanım.Böyle dönemlerde uçlardan konuşmayan, sakin, âkil insanların kamuoyundan derleyeceği itibar üzerinden siyasetçileri etkileyebilecekleri gözardı edilmemeli.Serdar Kaya:Kriz için başlıca iki nedenden söz edilebilir. Birinci neden yapısal. Türkiye’de güçlü olabilmenin ve güçlü kalabilmenin yolu, devleti bir şekilde yanına almaktan geçiyor. Bu nedenle de, aktörler mümkün mertebe devlete hakim olabilmek için mücadele veriyor. Bu mücadele aynı zamanda başkasının elindeki bir devletten zarar görme korkusu ile de ilgili. Bu problemli yapının kısa dönemde sona ermesi pek muhtemel değil.İkinci neden ise kimlik eksenli. Türkiye’de ortak bir kimlik yok. Farklılıkların bir arada yaşayabilmesini mümkün kılabilecek bir kültür de yok. Farklı grupların birbirlerine karşı verdikleri özgürlük ve onur mücadeleleri var sadece. Bu son krizin iki dindar aktör arasında yaşanıyor olması da bizi şaşırtmamalı. Zira dindarlar arasında da çok sayıda benzer-öteki var.Bu son kriz, ancak ilgili iki aktör bir modus vivendiye vardığında çözülecek gibi duruyor. Ama bu tür çözümler ekseriyetle kalıcı olmaz.Ferhat Kentel:Krizin devletin en azından büyük bölümünün meşruiyetinin çökmesi anlamına geliyor. Bu çöküşün kökleri ise bu devletin yarattığı ve her kesime sirayet etmiş olan tanrı olma kibrinde yatıyor. Bu çöküş, bugüne kadar her vesileyle birbirine vururken dehşet keyif almış, sağdan, soldan ve dindar olmak üzere politikacı tayfası, gazeteci, köşe yazarı, akademisyen ve aydının yeniden ürettikleri siyasal kültürün bir aşamasıdır. Şimdiye kadar standart kutuplarda üreyen bu kutuplaşma hazzı, en sonunda hiç beklenmeyen bir alana –dindarlar arası alana- da sıçradıysa ve bu alanda da kendi kutuplarının ne kadar haklı olduğunu düşünenlerin bitmez tükenmez “ispatlama” çabaları sürdükçe kriz aşılamaz.Öncelikle kendilerini “tanrı” zanneden ve hep “haklı olan” bütün bu kifayetsiz muhterislerin ve onların etraflarındaki muhteşem analizatörlerin ve de alkışçıların biraz olsun, “acaba ben nerede hata ettim?” diye sormaları belki krizin aşılması için ilk adımın atılmasını sağlayabilir.Oral Çalışlar:12 Eylül 2010 Referandumu’nun temel hedefi yargının demokratikleşmesiydi. Maalesef, bu amaca ulaşılamadı. Yargı ve de polise egemen olan bir paralel “yapı”, bu alanlar üzerinden siyaseti şekillendirmeye kalkıştı. “Kasetler” ve “dosyalar”la, özel yaşam alanları dahil her alana müdahil olmayı amaçlayan bu girişimin meşru olduğunu kabul etmek mümkün değil.Yargı, siyasete “ayar” verme aracı olarak kullanılamaz. Siyasetin yozlaşmasını engellemenin yolu, yargı hegemonyası meşrulaştırmak değil, siyasetin demokratikleşmesidir.Seçimle gelenin seçimle gittiği bir gelenek yerleşmeli; “kaybedenler kulübü”nün gayrı meşru yollarla siyaseti “tımar” etmesi dönemi artık sona ermelidir.Çözüm: Daha geniş özgürlük, dış siyasette gerçekçilik, AB ile uyum, yaşam tarzı ve doğaya yönelik endişelerin giderilmesi, Kürtlerin hakkının hukukunun teslim edilmesi…Demiray Oral:Karamsarım… Soruyu kendime sordum: Kriz nasıl aşılır? Cevaplarım var elbette. Ama hepsi de “ideal” olan çözümler ve maalesef “savaş” vaziyetinde önce idealler ölüyor. Misal, elbette yürütme (hükümet) yargıya şu anda yaptığı üzere müdahale etmemeli (ideal), ama memlekette bir “hâkimler yönetimi” (jüristokrasi) kurulmasına izin verilebilir mi? Bir başka misal; krizin çözümü elbette topyekûn demokratikleşmede (ideal), ama hem Meclis’te anayasayı değiştirmenin imkânsızlığı ortadayken hem de hükümet seçime kadar her türlü salvoya karşı zırhını giymişken böyle bir demokratikleşmeyi beklemek ne kadar gerçekçi olur? Misalleri uzatmaya yerim yok…Neticede öyle görünüyor ki, yine biz sıradan fanilerin öngöremeyeceği, bilemeyeceği kimi dolaplar dönecek; yeni bazı uzlaşmalar / ittifaklar kurulacak. Yani kısaca kriz aslında aşılmaz. Aktör güçler bir noktayı yeni denge noktası olarak belirler ve “savaş”ın gözler önünde cereyan eden kısmı biter. Bize de olan biteni anlamak için yeni sorular sormak düşer…Tuncer Köseoğlu:Hep eski Türkiye – yeni Türkiye söylemini dile getiriyoruz getirmesine de, eski alışkanlıklardan nedense vazgeçemiyoruz. Eski Türkiye’nin en etkili söylemi “hain” yaratmak ve bu hainlikler üzerinden korku üretmekti. Bunun hâlâ geçer akçe olduğunu görüyoruz. Öncelikle bundan kurtulmamız lazım. Bir de siyaseti kirli insanların yaptığı hafif iş gibi gösteren, Türkiye’nin gerçek sahibi olduğunu her dem bizlere hatırlatan geniş ittifaklara sahip oligarşi ile mücadele edebilirsek krizden çıkarız. O nedenle bu günler siyasete sonuna kadar sahip çıkma günleridir. Temiz siyasetin olmasını istiyorsak öncelikle karanlıklardan beslenen bürokrasi oligarşisinden kurtulmamız gerektiğini düşünüyorum.Markar Esayan:Krizin çaresi yeni bir hukuk yaratmak: Bu ağır bir kriz ve ağır olduğu oranla da köklü bir değişim imkanı taşıyor. Bu noktada, gerçekten olayın “savaş” boyutundan çok etkilenmeden, nasıl bir Türkiye sorusunun cevapları aranmalı, ki, aslında biz son 11 yılda bunu çokça tartıştık. Yani aslında çok hazırlıklıyız. Yargı konusunda ciddi bir reform ihtiyacı olduğu, aynı şeyin kolluk güçleri ve diğer kurumlar için de geçerli olduğu konusu, toplumsal meşruiyete kavuşmuş gibi… Bu noktada, köklü yapısal hamlelerin Meclis’te anayasa değişikliği ile yapılmasının zorlukları, hükümetin de kendisini seçimlere kadar siyasi hamlelerle koruma zorunluluğunu ortada iken, bu sürecin ilerideki olası anayasa değişiklikleri ile uyumlu götürülmesi konusunda özen göstermeli. Öyle ki, aceleyle yapılabilecek yasa düzenlemeleri, daha sonra daha başka ve ağır krizlere yol açmasın. Bu dengeyi tutturmak, meşruiyet yaratmak açısından hükümet için de öncelikli hedef olmalı. Bir yandan siyasi salvolara karşı koymak, aynı anda da bunu daha özgürlükçü, bağımsız bir hukuk yaratarak yapmak… Zaten sorunun kaynağı olan verili hukuk içinde kalmaktan da daha zor bir şey bu. Bizim olmayana sahip olmayı kast ediyorum. Fırsat dediğim de bu.Halil Berktay:Krizci değil meşruiyetçiyim; olağanüstücülüğe yokum: Evet, Ferhat Kentel haklı, genel bir siyasal kültür yozlaşması söz konusu. Gene de, kültürel değişim daha uzun vâdeli olacağı için, öncelik siyasette ve siyasetin araçlarında. Birinci olarak, Türkiye’deki mücadele ve tercihler hâlâ demokrasi ile darbe (veya vesayet), ya da normal politika ile anormal politika arasında. Onun için kısa-orta vâdede kriz havasını ve ortamını aşmanın yolu, mutlak surette normal politika alanından geçmeli. Bu bir ilke meselesi. Demokratlar cumhurbaşkanından müdahale beklemeyi, ya da geçmişin ve bugünün faşizan millî birlik, millî mutabakat veya millî iktidar arayışlarını çağrıştıran âcil durum formüllerini bir yana bırakmalı. Meclis’in üçte ikiye yakınına sahip bir hükümet var. Bu hükümeti fırsattan istifade çökertmeye çalışmak yerine, meşruiyeti kabul edilmeli ve bütün reform taleplerinde esas muhatap alınmalı. İkincisi, demokrat kamuoyu öncelikle, bu furyayı başlatıp ölümüne sürdürdüğü artık çok açık olan Cemaatçilerin karşısına dikilip, sizinle beraber değiliz ve olmayacağız, kesin bu devirmeci operasyonculuğu demeli. Üçüncüsü, AKP kendine çeki düzen vermeli. Ne pahasına olursa olsun ayakta kalmak uğruna, Cemaat desteğinin yerini alabilecek bir desteği orduda aramak uğruna “yeniden yargılama” mavi boncukları dağıtmaktan vazgeçmeli. Çıkışı, gerçekten bütün yolsuzlukların üzerine gitmekte; kapsamlı bir demokratikleşme vizyonunda; icabında kendi başına da olsa cesaretle yeni bir anayasa yapmakta; Kürt sorununu kalıcı barış getirmede; palyatif değil köklü bir yargı reformunda; bütün bunları yapabilmek için de durup soluk alarak kamuoyuna yeni, taze ve ikna edici bir söylemle seslenmede aramalı.Erol Katırcıoğlu:Yeniden anayasayı konuşsak: Yolsuzluklarla ilgili gelişmeler toplumun gerçeğini perdeleyen iki konuyu daha bir görünür hale getirmiştir. 11 yıldır iktidarda olan AKP’nin uyguladığı ekonomik politikalar da, sürdürdüğü siyaset de ülkeyi daha ileri bir noktaya taşımakta yetersiz kalmaktadır. Ekonomide iç talebe dayalı bir ekonomik büyüme politikasıyla, siyasette İslamcı bir kimlik politikasıyla varılabilecek yere varılmış ve bu politikalarla artık daha ileri bir ekonomik ve demokratik sıçramanın gerçekleştirilemeyeceği anlaşılmıştır. Dolayısıyla bugün kurların alıp başını gitmesi de devlet düzeninin bozulması da aynı şeye işaret etmektedir: Türkiye, ekonomik olarak da siyaset olarak da patinaj yapmaktadır. O nedenle de yolsuzluklardan ve iktidar içi tartışmalardan giderek olan bitene anlam vermeye çalışmaktansa, var olan ekonomik ve siyasi düzeni tartışmaya açmak ve anayasa konusunu yeniden en geniş haliyle toplumun gündemine getirmek sorunların çözülmesinde bir başlangıç noktası oluşturabilir.Cahit Koytak:Krizi aşmak için, bir yandan, çıkar sağlama amacına matuf adi yolsuzluklarla mücadele talebini tavsatmadan sürdürürken, bir yandan da, asıl büyük yolsuzluk konusunda, yani insanların zihinleri, iradeleri, inançları ve hayatları üzerinde doğulu toplumlarda sıkça yapılan örtülü ruhbanlık ve ruhbanca tasarruflar konusunda, belki onlarca yıl sürecek bir sabır ve bilgiyle, sevgi ve merhametle insanları uyarmaya, aydınlatmaya çalışmak gerekiyor. Adı konmadan, telaffuz edilmeden, ağlamalı sızlamalı tuluatlarla sergilenen sahte peygâmberliklerle, örtülü mehdiliklerle mücadeleyi göze almak gerekiyor. Bunun için de sanırım ilk adım olarak, metafizik kaygıları olmayan entelektüelleri siyasi düşmanlıkları bir kenara bırakıp insan onuru için etik olmaya, İslam inancını benimseyen entelektüelleri de, müminleri kardeşçe eşit kılan yakınlıklar dışında bütün bağlılıkları, bağımlılıkları bir kenara bırakıp Kur’an’ın kendisini okuyup anlamaya ve onun çıplak, katıksız mesajına teslim olmaya çağırmak gerekiyor.Gürbüz Özaltınlı:Krizi aşmak: Yukarıda okuduğum kimi arkadaşlarımızın “çatışmacı siyasal kültür”, “birleştirici kimlik eksikliği”, “devletten dalga dalga yayılan ezici kibir” üzerine yakınmalarına itiraz edemem. Fakat “kriz nasıl aşılır” gibi çok somut bir soru karşısında, çoğu yapısal ve ölçülebilirlikten yoksun bu tür eleştirilerin de bana -lütfen kimse kişisel almasın ama- bir tür entelektüel kibir duygusu verdiğini gizlemeyeceğim. Bu coğrafyanın “egemen” özelliklerini bu kadar umutsuz bir dille tanımlamak, “ideal ve ütopik” olanı ölçü alarak pesimistçe homurdanmak, eğer kendini temiz hissetmek gibi çok anlaşılır bir insani bilinçaltının açığa vurulmasıysa buna bir şey denilemez. Çünkü bütün enerjisini “ideal” olana yönelmek üzerinden alan bizim gibi insanların, kendilerini kirlenmiş hissetmelerine çok elverişli kavgalar yaşıyoruz. Fakat yine de bu “radikal eleştiriler”, soldan tanıdığım apolitik kızgınlık ruhunu çağrıştırıyor ve bana fazla bir şey söylemiyor.Krizin aşılmasına gelince… Kanımca kriz üreten siyasal dinamikleri konuşmak daha gerçekçi. Krizin nedenlerini anlamaya çalışırken ben, (1) hükümetin bölge politikalarını ve (2) devlet yapısını merkeze alıyorum. Daha önce yazdığım için uzatmayacağım. Özeti; Arap ayaklanmalarıyla değişen dengeler ve hükümetin bölgesel güç politikalarının önemli küresel odakları rahatsız etmesi krizin temel itici gücünü oluşturuyor. Arap ayaklanmaları, “ılımlı İslam” projesinin Batı için pek de güvenilir olmadığını gösterdi. Hükümet yaptığı sert çıkışlar ve İslami aktörlerle dayanışma üzerinden güçlenme stratejisine ağırlık verdikçe, Suriye ve Mısır tecrübesinden ürken Batı’yla arasındaki makas açıldı. Özellikle Mısır’da olanlar, Türkiye’de de ne olması istendiğine dair yeterince güçlü işaretler veriyor. Bir Askeri darbe kastetmiyorum. Ama Türkiye “daha güvenilir” ellerde olsun isteniyor.Devletin ise… Hukuk devletiyle alakası yok. Güvenlik bürokrasisinin ve bağımsızlık güzellemeleri yapılan yargının durumu ortada. Ucu ve derinliği belirsiz güçlü bir paralel irade var.Bence Türkiye için hayırlısı şudur: Hükümet bölge dengeleri içinde yerini yeniden daha gerçekçi tanımlamalı, politikalarını köklü biçimde revize etmelidir. Kürt barışına yönelik reformları hızla derinleştirmelidir.Devlete yönelik olarak, paralel yapının hareket alanını sınırlandıran etkili adımları cesaretle atmalıdır. Kısa vadede sert eleştiriler alacaktır ve almaktadır. Bu tedbirlere paralel olarak, derhal köklü demokratik bir yargı reformunu tartışmaya açmalıdır. Toplumu, yargıyı ele geçirmeye değil, sadece onun üzerindeki paralel kontrolü kırmaya çalıştığına ikna etmenin yolu, bağımsız bir yargı yapısını öngören inandırıcı bir reform teklifinden geçer.Fakat hepsinden daha hayati olan, seçimlerdir. Krizi aşacak hayat öpücüğü sandıkta yatıyor. Çünkü toplumsal meşruiyetini seçimler aracılığıyla teyit etmeyen bir hükümetin, ne dış politika revizyonları muhatapları tarafından ciddiye alınacaktır, ne de böyle bir zafiyetle paralel devlet etkisizleştirilebilecektir. Kürt reformlarını ise konuşmuyorum bile…Kriz nasıl aşılır sorusuna kendimce verdiğim cevaplar bunlar. Fakat kapatırken benim de, bu krizin hükümetin devrilmesi, AKP’nin parçalanması, hatta hızını alamayıp Başbakan’ın darbeden yargılanmasıyla “aşılmasını” umutla bekleyen öfkeli “demokratlara” bir sorum var: Sonrası için ne öngörüyorsunuz? Demokratik bir anayasa mı? Paralel devletsiz bir demokratik hukuk devlet mi? İstikrarlı, güçlü bir sivil siyasi alan mı? Kürtlerle barışın derinleşmesini mi? Hangi siyasi aktörlerle ve nasıl?
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik