Milletvekili transferi yoluyla İYİ Parti’nin seçimlere katılabilmesi, bu ülkenin siyasi tarihine demokratik bir katkı olarak geçecektir. Çünkü hiçbir hukuki ya da ideolojik kriter, varlığını sürdüren bir siyasi partinin herhangi bir seçime katılmamasını ‘normal’ veya ‘demokratik’ kılamaz. Ancak iktidarın YSK kararıyla İYİ Parti’nin seçime girmemesini istediği kanaati oluştu ve bu durum AK Parti’nin giderek nasıl algılandığını göstermesi açısından ibret vericiydi.
Eğer iktidar biraz sağduyulu baksaydı, bu gelişmeye karşı “tabii ki her siyasi partinin seçimlere katılmasını isteriz, hayırlı olsun” türünden bir mesaj vererek, hiç olmazsa ‘demokratiklik’ vasfına talip olabilirdi. Üstelik İYİ Parti’nin seçime girmesi muhalefet oylarını böleceği için iktidarın milletvekili sayısını artırırken, CHP’nin çıkarabileceği milletvekili sayısını düşürebilecek… Ama ilke açısından zihinlerde soru işareti yaratan iktidar koalisyonu, pratik aklını da iyi kullanmamış oldu.
***
Bahçeli’nin ‘ikbal arayışı’, ‘hülle ve hile’ lafları, AK Parti sözcülerinin ‘onursuzluk’ ve ‘ahlaksızlık’ ithamları, maalesef bizzat kendilerinin de katkıda bulunduğu siyasi ortam nedeniyle fazlasıyla abartılı kaçıyor. Hele muhalefetin adımını ‘FETÖ siyasi mühendisliğine’ veya ‘PKK terörünü perdeleyen siyasi uzantılara’ yormak, toplumun aklını küçümsemeye, veya toplumun aklını kullanmayan kısmına hitap etmeye çalışıldığına delalet ediyor…
Bu tepkinin altında iktidar koalisyonunun panikte olduğu gerçeği yatıyor. Açıkçası haklı bir endişe… Çünkü seçimi kazansa bile iktidarın ülkeyi yönetemediği ve yönetemeyeceği fikri pekişiyor. Ekonomide geldiğimiz nokta durumu berrak bir şekilde ortaya koyuyor. Henüz geçenlerde Erdoğan, para kaçıranları tehdit ederken, iş insanları arasında ayrım yapmadığını söyleyebildi ve iş dünyasından kabineye insan alınabileceği ‘havucuna’ sarıldı. ‘Borçlanmaları altınla yapın’ demesi de yaşanan sıkışmanın itirafından başka bir anlam ifade etmiyordu… Nihayet dün de kendi sebebiyet verdiği faiz artışıyla, ekonominin yönetilemediğini tescil etmiş oldu.
Önümüzdeki süreçte söz konusu panik halinin ekonomi ve dış politikadaki sıkışıklıkları ‘üst akılla’ buluşturası şaşırtıcı olmaz. Nitekim yandaş gazetelerden birine göre Batı dünyası, sonradan el koyma amacıyla Türkiye’nin sermayesini kendisine çekmeye çalışıyormuş. Oysa dünyada genel eğilim sermayenin Doğu’ya akmasıymış ve zaten Batı ekonomileri de durgunluğa girmek üzereymiş. Nitekim aslına bakılırsa Batı yeni bir ekonomik ve jeopolitik krizin eşiğindeymiş ve ‘adeta olağanüstü hal dönemine’ hazırlanmaktaymış. Bir ya da iki yıl içinde patlayacak olan krizde, Türkiye’den gelen sermayeye de el koymaları beklenmekteymiş…
Bu ‘haberin’ manipülatif niteliği açık… İçeriğinin deli saçması olduğunu da vurgulamak gerekmiyor. Ama iktidar yanlısı gazetelerin zihnindeki seçmen profilini ortaya koyması açısından çok ilginç. Anlaşılan o ki yandaş medya Türkiye halkını bayağı bilgisiz sanıyor. Gözlemleme, anlama ve düşünme yeteneği olmadığını varsayıyor.
Ya da endişe hali o denli uç noktada ki, gazeteciliğin normal işlevlerini unutmak bir yana, ideolojik manipülasyonu da ‘çılgınca’ bir düzeye taşımak zorunda kalıyorlar. İktidarın tüm başarısızlıklarını Batı’nın kötü niyeti, kasıtlı müdahalesi ve üst akıl ile ‘açıklama’ ihtiyacı, yönetimin savunulmasına yönelik elde argüman olmadığının nişanesi. Ama bunun da ötesinde iktidarın başarısızlığının farkında olunduğunun da göstergesi.
***
Bugüne dek karizma, hamaset ve popülizmle elde edilmeye çalışılan militan üretme stratejisi muhakkak ki çekirdek bir seçmen desteği de yarattı. Ancak aynı strateji özellikle AK Parti tabanında geniş bir kesimin nesnel yaklaşmasına ve iktidarı zihinlerindeki basiret süzgecinden geçirmesine de neden oldu. Koalisyonun küçük ortağı sanılan MHP ve devletçi statükonun gerçekte iktidarın sahibi olduğunu, ya da yönetimin keyfilik, baskı ve oportünizme açık yaklaşımının ülkeyi rasyonaliteden uzaklaştırdığını görmezden gelmek artık zor…
Seçmen iktidarın avuçlarının arasından kayıyor. Hala kazanabilirler… Ama endişe etmekte haklılar.