Kürdistan Bölgesel Yönetimi, uluslararası camianın destek vermediği, komşularının ise hiddetle karşıladığı bağımsızlık referandumunu 25 Eylül’de gerçekleştirdi. Koparılan fırtınaya kıyasla son derece sakin bir ortamda ve şenlik havasında yapılan halk oylaması, şimdiden birçok dengeyi sarstı. Önümüzdeki dönemde bu sarsıntıların artması beklenebilir. Dolayısıyla 25 Eylül’den sonraki süreçte Kürdistan referandumunu daha fazla konuşmak durumunda kalacağız. Birkaç yazıda, bu referanduma dair Türkiye’de öne çıkan bazı argümanları tartışmaya çalışacağım.
Türkiye’de bilhassa iktidar temsilcileri artı her hal ve şart altında iktidarı savunmayı görev belleyen kalemler, 25 Eylül’ü tamamen Mesud Barzani’nin şahsi bir meselesi olarak lanse ettiler. Barzani’nin bu meseleyi takip eden herkesçe bilinen bir düşüncesini tarihsel seyrinden ve bağlamından kopararak, bağımsızlığı bir “çocukluk hayali” biçiminde resmettiler ve bunun üzerinden itibarsızlaştırmak istediler. Cumhurbaşkanı Erdoğan hem içerde hem dışarıda birçok kez “Çocukluk hayaliymiş, böyle devlet mi yönetilir?” mealinde açıklamalarda bulundu.
“Kurucu aktör”
Peki, gerçekten böylesine tarihi bir nitelik taşıyan bir hamle çocukluk hayali ile açıklanabilir mi? Acaba Barzani, milliyetçilikten gözleri körelmiş, sağını solunu görmez olmuş bir hırs küpü mü? Milyonlarca insanın kaderini kendi hayallerine bağlayacak kadar kendinden geçmiş bir lider mi? Yoksa hesap kitap bilmez bir kumarbaz mı?
25 Eylül’e dair böyle bir çerçeve, olan biteni anlamayı imkânsız kılar. Referandumu salt Barzani’nin kişiliğiyle ilişkilendiren bir okuma, sahibini hiçbir yere götürmez. Referandumun Kürdistan’ın iç siyasetiyle irtibatı yadsınamaz. Bağımsızlığın iç bütünleşmeyi sağladığı ve böylece Barzani’ye güç takviye ettiği de su götürmez. Keza, Barzani’nin kendisine “Kürdistan’ın kurucu aktörü” misyonunu biçtiği de aşikâr; zaten bunu hiçbir zaman gizlemedi.
Lakin bunlar “referandum neden yapıldı?” sorusunun cevabını vermeye yetmez. Barzani’nin kendisine tarihi bir rol atfettiği belliydi. Ayrıca bir siyasetçi olarak iç politikaya dair bazı hesaplar içinde olması da normaldi. Fakat eğer referandum yapmayı mümkün hale getiren tarihi ve güncel şartlar olmasaydı, Barzani salt kendi özlemlerinden hareketle böylesine kritik bir adımı atamazdı. Bu meyanda, Kürdistan’da halkın önüne sandık konmasını ve halkın da bunu sahiplenmesini sağlayan başlıca üç dinamikten söz edilebilir.
Varlık-yokluk mücadelesi
(1) Referandum, Kürdistan için yeni bir tartışma konusu değil. Bu fikir bir gün içinde doğmadı. Barzani gece uykuya dalıp sabah referandum düşüncesiyle uyanmadı. Referandum, bilhassa 2003’ten sonra, Kürdistan’ın gündemini sürekli meşgul etti. Aslında 2005 yılında bir referandum yapıldı ve yine yüzde 90’ların üzerinde bir “evet” oyu çıktı. Fakat bu, sivil toplumun öncülük ettiği ve herhangi bir resmi hüviyet taşımayan bir referandumdu. Dolayısıyla etkisi sınırlı oldu; bir niyet beyanının ötesinde bir anlam ifade etmedi.
Merkezi hükümet ile tansiyonun yükseldiği dönemlerde, örneğin 2014’te KBY referandumu tekrar masaya getirdi. Ancak referandum iradesinin belirmesinden kısa bir süre sonra IŞİD, Kürdistan’a saldırdı. Kürdistan bir varlık-yokluk mücadelesi içine girdi ve doğal olarak öncelik IŞİD ile mücadeleye verildi. O dönem için referandum düşüncesi rafa kaldırıldı ama bundan tamamen vazgeçilmedi.
Ezcümle, referandumun bir tarihi, toplumda bir karşılığı var. Öyle ki, karar alındığında, referanduma karşı sert bir muhalefet sergileyen Goran ve Komel gibi partiler bile, 25 Eylül’de sandığa gidileceği kesinleşince, kitlelerini karşılarına almamak için muhalefet saflarını terk ettiler ve halka “evet” oyu kullanma çağrısında bulundular. Yani Kürdistan halkının referanduma dönük bir kabulü olmasaydı, Barzani’nin sırf içteki siyasi rekabetten hareketle bir referandum kararına öncülük etmesi söz konusu olamazdı.
Kâğıt üzerinde kalan anayasa
(2) Erbil ile Bağdat arasında çok çeşitli sorunlar var. Bunlardan beş tanesinin iplerin kopmasına neden olduğu belirtilebilir:
a. İhtilaflı bölgelerin statüsünün belirlenmesi (2007’nin sonuna kadar statünün tayin edilmesi gerekiyordu).
b. KYB’nin petrol gelirinden yüzde 17’lik payının — 2014’ten beri – ödenmemesi.
c. Merkezi hükümet tarafından karşılanması gereken peşmerge giderlerinin, on yıldan bu yana karşılanmaması (buna mukabil Bağdat, son derece tartışmalı bir yapılanma olan Haşdi Şabi’yi merkezi hükümete bağladı ve giderlerini de merkezi bütçeden karşıladı).
d. KYB’nin petrol ve doğal gaz üretimi ve satış konusunda talep ettiği yetkilerin tanınmaması ve Erbil ile Bağdat arasındaki yetki karmaşasının devam etmesi.
e. Şiiliğin Irak’ın resmi ideolojisi haline gelmesi ve Kürtler ile Sünni Arapların başta merkezi hükümet ve ordu olmak üzere sistemden dışlanmaları.
Uzun bir zamana yayılan bu problemlerin giderilmesi noktasında herhangi bir mesafe alınamadı. Tersine, gerilim artıkça Kürtler daha çok sistem dışına itildi. Federal ilkeler uygulanamaz hale geldi, anayasal hükümler kâğıt üzerinde kaldı. “Iraklılık” herkesi kapsayan bir kimlik olamadı. Özellikle Maliki döneminde başvurulan bağnaz siyaset, Irak’taki halklar arasındaki güvensizliği had safhaya çıkardı, bir arada yaşayabilmenin bütün zemini dinamitledi.
Dolayısıyla Kürtler, keyifleri öyle istediği için referanduma gitmiş değiller. Irak’ta sürdürülemez bir durum vardı. Referandum hem bunu fâş etti, hem de çözüm için KYB’nin alternatifini ortaya koydu.
Doğru zaman
(3) Kürdistan yönetimi, IŞİD’e karşı verilen mücadelenin, bağımsızlık için uygun bir ortam yarattığı kanısındaydı. Bir kere, IŞİD’e karşı verilen savaşta KYB önemli bir işleve sahip. Hem IŞİD karşıtı koalisyon hem de (özellikle) ABD, mücadelenin başarıyla sonuçlanması için KYB’nin sahadaki varlığına büyük bir önem atfediyor. KYB referanduma giderken, IŞİD’le mücadeleden kaynaklanan bu önemi ve ihtiyacı kendisi için bir avantaja çevirmek istedi. Ayrıca Erbil, IŞİD belasının tamamen bertaraf edilmesi halinde Bağdat’ın kendi taleplerini karşılamada çok daha eli sıkı davranacağını, bağımsızlık meselesine ise çok daha sert bir tavır alacağını hesapladı. Bu nedenle, kendisi için bundan daha uygun bir vakit olmadığını hesap ederek bu adımı attı.
Keza bağımsızlık, Kürdistan’daki hemen herkesin ortaklaştığı bir konuydu. Politik angajmanları ya da hayat tarzları birbirinden farklı olsa da, bağımsızlık konusunda insanların düşünceleri birbirine tahmin edilenden çok daha yakındı. Bağımsızlık bu zor durumda kitleleri birleştiriyor ve onları müşterek bir arzu etrafında bir araya getiriyordu.
Dolayısıyla Erbil’in yaptığı hamle bir siyasi okumaya dayanıyordu; öyle çocukluk hayalleriyle açıklanabilir bir vaziyet yoktu ortada. Ayrıca bu, dayanağı olmayan bir okuma da değildi. KYB’nin şartların kendi lehine olduğu düşündüğü bir aralıkta bağımsızlık referandumu kartını masaya sürmesi, siyasetin kuralları içerisinde anlaşılabilir ve doğal bir durumdu.
Devam edeceğim.