Ana SayfaYazarlarKürt sorununda çözülmesi gereken iki düğüm

Kürt sorununda çözülmesi gereken iki düğüm

6 Haziran’da Diyarbakır’da AK Parti Genel Merkezi AR- GE Başkanlığınca, “Yeni Türkiye’nin Açılan Kilidi: Çözüm Süreci Çalıştayı” düzenleniyor. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker ve Başbakan Siyasi Başdanışmanı Doç. Dr. Yalçın Akdoğan’ın da katılacağı çalıştayda çözüm sürecindeki gelişmeler, varılan noktanın değerlendirilmesi, ortak geleceğin inşasında hangi siyasal, demokratik adımlara öncelik verileceği konuları ele alınıyor.Katılımcılar arasında ismi geçen Vahap Coşkun belki ilk elden bilgi ve izlenimlerini bizlere aktaracak. Böylelikle başından beri desteklediğimiz çözüm sürecinin yaklaşık 20 ay sonra varmış olduğu noktayı, Atalay’ın birkaç gün önce sözünü ettiği ve çalıştayda en azından bazı ipuçlarını vereceğini umduğum bundan sonraki aşamada atılacak takvime bağlı somut adımların ışığında daha kapsamlı değerlendirebileceğiz.Süreç hakkında çalıştay sonuçlarını almadan bir yazı kaleme almam ilk bakışta anlamsız gelebilir belki ama bu konuda demokratik ülke örneklerinden hareketle bugün vardığımız noktada yapılması gerekenleri ortaya koyacağım için söz konusu değerlendirmeye de ışık tutabileceğimi düşünüyorum. Çünkü ülkeler temelinde farklılıklar, dolayısıyla atılacak farklı adımlar olsa da bu konuda sonuç itibariyle nelerin yapılması gerektiği bellidir. Bunları bir çerçeve olarak kabul edersek, özellikle bundan sonra atılacak takvime bağlı somut adımları da siyasetçilerin söylediklerinden bağımsız ve objektif olarak değerlendirebiliriz.Çözülmesi gereken ilk düğümTürkiye’de Kürt sorununun önündeki ilk düğüm, yaşadığımız sorunların birçoğunda olduğu gibi, evrensel demokrasi ilkelerini anayasal ve yasal planda benimseyememiş olmamız. Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi sayılan bir ülkenin, aradan geçen 60 yılı aşkın süre içinde bunu bir türlü başaramamış olması beceriksizlikten çok bilinçli bir tercih olarak önümüze çıkıyor. Zira ardı ardına gerçekleşen askerî darbeler, muhtıralar ve siyasete müdahalelerle bize dünyadaki gidişatın tam aksine sürekli daha az demokrasi dayatıldı, göreceli olarak hâlâ dayatılıyor.12 Eylül’le getirilen –daha önce olmayan- Kürtçe yasağı demokrasimizdeki bu geri gidişin en belirgin örneklerinden birini oluşturuyor. O bakımdan darbe anayasa ve yasalarıyla bize dayatılmış olan daha az demokrasi Kürt sorununa atılan ilk düğüm. Daha sonra bu düğümü çözmek, en azından atıldığı kadar kolay olmuyor. Değişime karşı çıkan siyasi partiler nedeniyle anayasa değişikliği için gereken beşte üç ya da üçte iki çoğunluk çıtasına pek kolay ulaşılamıyor. Ender olarak -2007 seçimleri ertesinde olduğu gibi- ulaşıldığında, yeni anayasa umutları yargı darbesi (kapatma davası) ile engellenip, gündemden düşürülebiliyor.2010 referandumu, ardından yeni anayasa vaadinin önemli rol oynadığı 2011 seçimlerinden sonra olan bitenler belleklerimizde hâlâ tazeliğini koruyor. Sivil toplumun hazırladığı yeni anayasa metinleri dipsiz kuyu işlevi gören TBMM arşivinde yerini alırken, Anayasa Uzlaşma Komisyonu da CHP ve MHP’nin 82 anayasasının değiştirilemez -daha az demokrasinin temelini oluşturan- maddelerini yeni anayasaya aktarma çabaları (kırmızıçizgileri) nedeniyle kilitleniyor; böylece yeni anayasa bir kez daha gündemden düşürülmüş oluyor.Kuşkusuz Helsinki Zirvesi ile başlayan AB süreci sayesinde 82 anayasasında yapılabilen bazı değişiklikler ve yasal düzenlemeler ile demokrasi düzeyimiz yükseldi. Bu da Kürt sorununun çözümüne olumlu şekilde yansıdı. Ancak soruna atılmış düğümün tümüyle çözülebilmesi için yeni anayasanın 2015 genel seçimleriyle yeniden gündemin ilk sırasına taşınması şart.Çözülmesi gereken ikinci düğüm Kürt sorununun önündeki ikinci düğüm, şiddetin sonlandırılması ve silah bırakma sürecine atılmış bulunuyor. Klasik olarak eylemsizlik, topluma yeniden kazandırma ve örgütün kendini feshetmesi olmak üzere üç aşamadan oluşan bu süreçte düğümün çözülmesinin bir öncekine oranla daha kolay olduğunu kabul etmek gerekir.Sürecin baş aktörü AK Parti iktidarda olduğuna göre, eylemsizliğin hemen ardından, bu kadar geciktirmeden ikinci aşamayı başlatmalıydı. Konuyla ilgili yazılarımda, topluma yeniden kazandırma/eve dönüş konusunda yasal bir düzenleme gerektiğini hep vurguluyorum. Yasal düzenlemede eli kana bulaşmamış örgüt üyelerine, hak mahrumiyetinden bağışık tutulmaları suretiyle, siyaset imkânı tanınmasının şart olduğunun altını çiziyorum. Başbakan Erdoğan bundan birkaç gün önce çözüm süreciyle ilgili olarak “sadece işin eve dönüş kısmını söyleyeyim. Bu, projenin başından itibaren var. Bu projenin en önemli hedefi eve dönüştür “ dedi. Konuyu bilenler açısından tabii ki başka türlü olamaz ama bundan yedi sekiz ay önce eve dönüş ve siyaset hakkını gündeme getirdiğim bir televizyon programına katılan milletvekilini referans alırsam, AK Parti o zaman bu düğümü çözme konusunda en azından bugünkü kadar net değildi.İktidar partisinin bu konuda muğlâk tutum almasının perde arkasında Habur sürecinin –biraz da yasal düzenlemeden yoksun olması nedeniyle- başarısız kalması ve CHP ile MHP tarafından istismar edilmesi bulunuyor. AK Partililer, Habur sürecinin o günlerde kendilerine çok oy kaybettirdiğini söylüyorlar. Belli ki Erdoğan’ın son açıklamasına kadar da bu konuda arka planda kalmayı yeğlemişler. Oysa Habur yasal düzenleme eksikliği dışında doğru yönde atılmış bir adımdı.Aslında AK Parti’nin oy kaybetme kaygısıyla attığı geri adım çözüm sürecini çok geciktirdi. Arada çok da kan döküldü. Sonunda aklın yolu bir olduğu için yine aynı noktaya dönüldü. Bu zikzak süreci sonunda halkın çözümü daha çok sahiplendiğini söylemek mümkün belki ama süreçle birlikte başlayan Gezi protestoları ve daha sonra 17/25 Aralık operasyonları Erdoğan’ı siyaset sahnesinden silmek suretiyle bu düğümün çözülmesini neredeyse bir başka bahara ertelemek üzereydi.Kabul etmek gerekir ki çözüm süreci bugün yaşadığımız siyasi kutuplaşmanın ana unsurunu oluşturuyor. Taraflardan biri olan, Halil Berktay’ın tabiriyle devirmeci muhalefet, karşı olmadığını söylese bile çözüm sürecini en azından Erdoğan’ın devrilmesi kadar önemli bulmuyor. Oysa bu süreç, seçilmiş baş aktörünün en azından çözümü gerçekleştirene kadar el üstünde tutulmasını haklı kılacak kadar önem taşıyor.

- Advertisment -