2002 yılında Türkiye siyasi bir deprem yaşadı. Yerleşik siyasi düzenin bütün aktörleri sandığın altında kaldı; Ecevit, Çiller ve Yılmaz gibi önemli isimler sahnenin dışına itildi. Meclise iki parti girebildi. Yeni kurulan AK Parti tek başına iktidar olmasına yetecek bir çoğunluğa erişti. 1999’da barajın altında kalan CHP de muhalefeti üstlendi.
Merkez sağ ve soldaki birçok partinin çözülmesi, her yerde olduğu gibi, Kürt illerinde de siyasi dengeyi değiştirdi. Önceleri sağdan ve soldan farklı siyasi partilerin boy gösterebildiği arenada, 2004’ten sonra sadece iki parti kaldı: AK Parti ve HDP. Resmi varlıklarını korusalar da diğer partilerin fiili olarak bir siyasi ağırlığı kalmadı. Zira oyların yaklaşık yüzde 90’ı bu partilerce paylaşılıyordu.
Kürt seçmenlerin HDP’ye yönelmelerini sağlayan başlıca dört noktanın altını çizmek mümkün:
· Devletin 1990’larda izlediği geniş çaplı baskı ve zulüm siyasetinin, PKK’nin ve dolayısıyla HDP’nin toplumsal tabanını genişletmesi;
· Acı ve mağduriyetle yoğrulan tabanın, partisiyle arasında sarsılması güç bir bağ oluşması;
· HDP geleneği içindeki partilerin, Kürt kimliğinin taşıyıcısı, temsilcisi ve taleplerinin savunucusu olarak görülmesi;
· Siyasi alanda güçlü bir partinin, Kürt meselesinin demokratik çözümüne katkıda bulunacağı düşüncesi.
Umut değil inat hareketi
Ak Parti’nin Kürtler nezdinde teveccüh görmesinin sebebi olarak da dört noktaya işaret edilebilir:
· AK Parti’nin, Kürt meselesine hak temelli yaklaşımı ve sorunu demokratik mekanizmalarla çözeceğine dair umut vermesi;
· Ekonomik gelişmeden, refahın yükselmesinden, şehirleşmeden ve orta sınıflaşmadan Kürtlerin de istifade etmesi;
· AK Parti’nin dindar-muhafazakâr kimliğinin Kürt sosyolojisinde geniş bir karşılığının olması;
·Tarihsel olarak müesses nizamın Kürtlere ve dindarlara yaptığı haksızlıklardan kaynaklı ortak mağduriyet algısı.
Döneme rengini veren bu sosyolojik dinamiklerden ötürü oylar AK Parti ve HDP’de toplandı. Ancak söz konusu dinamikler şimdi önemli bir değişimden geçiyor.
HDP, 2015’de yükseldiği çizgiyi genel itibariyle korusa da, siyaset üretmekte çok ciddi bir sıkıntı yaşıyor. 2015’te edindiği kimlik örseleniyor; bir umut hareketinden bir inat hareketine dönüşüyor. Gerek kadro ve gerek söylem bakımından içine girdiği sıkışmışlığı aşamıyor. Gücünü kendi ürettiği doğrulardan almıyor. İktidar blokunun, özellikle son zamanlarda dozunu artırdığı, Kürtlerde derin yaralar açan dili ve uygulamaları, HDP’nin mevcut pozisyonunu muhafaza etmesine yardım ediyor.
Anti-Kürt kimlik
AK Parti açısından da durum parlak görünmüyor. Partiyi Kürtler arasında güçlü kılmış olan bütün özellikleri aşınıyor. Ekonomide alarm zilleri çalıyor. Mağduriyet dili ve muhafazakârlık artık o kadar para etmiyor. Çünkü iktidarın kendisi — içinde muhafazakâr ve dindarların da bulunduğu — çok farklı toplumsal kesimleri büyük mağduriyetlere uğratıyor. Muhaliflerin üzerine çöken, aykırı sesleri kesen bir iktidar algısı, giderek daha fazla insanın zihninde yer ediyor.
Otoriterleşme hız kazanıyor. AK Parti’nin Kürt meselesini haklar ve demokrasi ekseninde çözebileceğine olan inanç tükeniyor. Kürt meselesindeki otoriterleşme, yalnızca Kürtlerle sınırlı kalmıyor; kendiliğinden bir otoriterlik üreterek otoriterliği diğer alanlara ve kesimlere de yayıyor. Böylece ülkedeki hukukun dayanakları zayıflıyor ve özgürlüğün alanı giderek daralıyor. Buyurgan ve tahkir edici bir dile, sadece Türkiye Kürtlerine karşı başvurulmuyor. Suriye ve Irak’taki Kürtlere reva görülen üslup ve onlara karşı yürütülen politikalar da AK Parti’yi giderek daha çok anti-Kürt bir kimliğe sürüklüyor.
“Bütün bunlara rağmen nasıl oluyor da AK Parti Kürtlerden yine önemli miktarda oy alıyor?” diye sorulabilir. Haklı ve meşru bir soru bu. 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimlerinde AK Parti, Türkiye’nin batısında yaşayan Kürtlerin desteğini büyük oranda kaybetti. Buna karşın bölgede AK Parti’nin hatırı sayılır bir oy alması dört temel nedene bağlanabilir:
· Devletin bütün imkânlarının sonuna kadar AK Parti için kullanılması;
· AK Parti kitlesine gelecek perspektifi sunabilecek ve güven telkin edebilecek alternatif bir siyasi hareketin yokluğu;
· PKK ve HDP’nin siyasetinden ve toplum tasavvurundan duyulan endişe ve korku;
·Türkiye ile birlikte yaşama iradesini yansıtan bağlantı koruma isteği
İki partili yapının sarsılması
Ezcümle; HDP’nin içine düştüğü anafordan çıkmadığı, AK Parti’nin ise seçmenleriyle irtibatının ehven-i şer bir karakter kazandığı bir vasat var. Beri yandan CHP’de bir kıpırdanma isteği hissediliyor, ama bu bir dalgaya dönüşmüyor. Muhalefet bir bütün olarak iktidarın oyun alanının dışına çıkamıyor ve iktidara karşı ciddi bir seçenek yaratamıyor.
Bu tablo, Davutoğlu ve Babacan’a geniş bir alan açıyor. Eğer sorunlara gerçekçi çözümler sunan reformist bir programla halkın karşısına çıkabilirlerse, bölgede 2004’ten itibaren geçerli olan iki partili yapıyı sarsabilir ve siyaset sahasını daha çoğulcu hale getirebilirler.
Her iki aktörün de evvelemirde AK Parti tabanını hedeflemesi doğal; dolayısıyla Kürt meselesini yeni kodlarla konuşan, halkın önüne sağlam bir gelecek tasavvuru koyan ve genel demokratik bir söylem tutturan hareket, HDP’yi de etkiler kuşkusuz — ama bilhassa AK Parti’yi bölgede belini bükecek derecede zayıflatabilir.
(*) Kürdistan 24, 11.12.2019
https://www.kurdistan24.net/tr/opinion/81bb2f12-b917-4bd9-98c2-c95741cf93e5