Geçmişlerini Hint-Avrupa topluluklarının kök hücresine kadar götürebileceğimiz Kürtler, yaklaşık sekiz bin yıl önce Zagros-Toros coğrafyasında belirmeye başladı. Bu belirme bağımsız klan vey “band”lar (ilk topluluklar) şeklindeydi. Kürtlerle birlikte ortaya çıkan diğer kültür ve topluluklar birer birer tarih sahnesinden çekildi. Ancak Kürtler bugüne kadar gelebildi.
Çünkü Kürtler vahşi yaşam koşullarının geçerli olduğu o dönemde ayakta kalmak için direndiler. Onlara bu direnme ruhu ve azmini klan düzeninden aşiret (kabile) düzenine geçiş sağladı. Bu geçişi sağlayan toplumsal zihniyet ise Mazda-Mitra, Zerdüşt geleneği oldu.
Kürtler bu noktaya kadar ayrı ayrı klanlar halinde yaşayan ve daha büyük bir “topluluk aidiyeti” duygusu olmayan bir halktı. Klan ve kabile düzeyindeki totemik inanç ve tabular, ilk kez Zerdüştlükle birlikte, ahlâkî bir inanca doğru yükseldi; daha üst bir birliğin, aşiret konfederasyonların oluşmasını sağladı. Bu gelişmede Maği denen rahipler önemli rol oynadı. Med kabileleri arasındaki birlik (Med Konfederasyonu) böyle doğdu. Ancak bu, etnik bir birliktelik değildi. Sadece etnik birlikteliğin önünü açacak ortak kimlik inşasıydı. Kürtlerin kök hücre halinden itibaren ayakta kalabildiği, direnebildiği, toplumsal süreklilik kazanabildiği dönemi, zamanla Kürt milliyetçiliğini oluşturacak olan akışta ilk dalga (faz değişimi) olarak değerlendirebiliriz.
İkinci dalga
İslamiyetle birlikte daha belirgin bir Kürtlük, Kürt toplumu diyebileceğimiz bir olgu doğdu. Ama parçaları birbirine yabancılaşmış, sınıf ve katmanlara bölünmüş olarak varlığını sürdürdü. 9, 10 ve 11. yüzyıllarda Kürtçe yazan ilk şairler çıktı. İslamiyetle birlikte Kürtlerde ilk kez ikili bir yapı oluştu. Üst tabaka İslamın Sünni yorumuna yaslanırken feodal devrimle kendi beylik toplum ve yönetimlerini yaratıp büyüttü. Alt tabaka ise köylerde, dağlarda kendi tarikat ve mezheplerini oluşturdu. Barzani’yi ve PKK’yi yaratan toplumsal toplanışları bu arkaplan üzerinden daha sağlıklı okuyabiliriz diye düşünüyorum.
Ortaçağda Kürtler tamamen kendi kabuklarına çekildiler, ama bu kabuğa çekilme aynı zamanda bir enerji biriktirme halini de yarattı. Örneğin Kürtler ilk kez 17. yüzyılda “biz varız” sorgulamasına girdiler. Özellikle Ahmede Xani'nin yazdıkları, biz varız aidiyetinin oluşması açısından önemli bir potansiyel oluşturdu. Biz varız tasavvuru, 18. yüzyılda beylik düzenleri üzerinden siyasal bir Kürtlük bilincine dönüştü.
Üçüncü dalga
Kürtlerde Mitanniler döneminden beri (MÖ 1600-1200) devam edegelen geleneksel beylik statüsü 19. yüzyıl başlarında tehdit altına girdi. Bunda daha çok Osmanlı yönetiminin merkezi bürokrasi, vergi ve askerlik sisteminde değişiklik yapması etkili oldu. Bu durum ilk kez Süleymaniye’de bir Kürt isyanına (Babanzade 1806) sebebiyet verdi. Bu isyanı 1820’lerdeki Botan Emiri Bedirxan Bey ve sonra Şeyh Ubeydullah isyanları izledi. Beylik düzeninin yıkılması şu açıdan da önemli oldu: kendi bağımsız krallık rejimlerini kuramayan Kürt beyleri, çıkışı hegemonik güçlerin saraylarında aramaya başladı.
Beylik düzeninin bozulması 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra dinsel hiyerarşiyi ön plana çıkardı. Özellikle Nakşi ve Kadiri şeyhleri büyük önem kazandı. Şeyhlerin ön plana çıkması Kürt milliyetçi duygularının geri plana itilmesini, mevcut düzenlerle iyi ilişkiler kurulmasını getirdi.
İttihat ve Terakki döneminde ise Kürt milliyetçiliği açısından tarihsel bir yarılma yaşandı. Bu dönemde aristocrat ailelerin, din ve aşiret elitlerinin çocukları resmi okullarda okutuldu. Böylece cılız da olsa ilk aydınlanmacı Kürt grupları oluşacak; bu gruplar cemiyetler kurarak, gazete ve dergiler çıkararak varlığını duyurmaya çalışacaktı.
Kürtlerde ilk kez bir aydın sınıfının oluşması, Kürtlük içinde sınıfsal bir dönüşümdü. Bu sınıf, Jön Türklerin oynadığı role eşdeğer olmasa da benzer bir Jön Kürtler misyonu peydahladı. Bu aydın kuşağı 1919-1922 yılları arası ikiye ayrıldı. Birlikçiler Millî Mücadeleyi desteklerken ayrılıkçılar ayrı bir devlet fikrini savundu.
Dördüncü dalga
20. yüzyılın son çeyreğine girildiğinde modern Kürt hareketinin oluşması gecikmişti. Bunun nedeni Kürt üst tabakasının oluşum tarzıyla ilgiliydi. Üst tabaka unsurları şahsi ve ailevi çıkarları uğruna iktidar erkini daima kendi halkları üzerinde egemenlik kuranlara peşkeş çekiyordu. Bazı çırpınışlar yok değildi. Ancak Koçgiri, Ağrı, Şeyh Sait ve Dersim gibi çırpınışlar hep lokal seviyedeydi; belirli siyasal sonuçlara ulaşması mümkün değildi.
Kürtler İkinci Dünya Savaşından sonra İran’da Mahabad Cumhuriyeti’nin tasfiyesi ile derin bir sessizliğe gömüldü. 1969’da kurulan Devrimci Doğu Kültür Ocakları, üniversitede okuyan öğrenci aydın kuşağı öncülüğünde kitlesel bir coşku yarattı, ancak süreklilik sağlayamadı. Irak’taki direniş ise 1975 yılında karşısında uluslararası bir bariyer görünce duraklama dönemine girdi.
20. yüzyılın son çeyreğine girilirken üst tabakanın geleneksel önderliği yenilip tasfiye olmuştu. Kürtlerin varlığı ve özgürlüğüne dair derin bir sessizlik, kendine aşırı güvensizlik ve inançsızlık oluşmuştu. Ulusal ve toplumsal kimliklerine sahip çıkması beklenen (sosyolojik açıdan gereken) modern sınıf ve aydınlar sahnede yoktu. Uygulanan katı asimilasyon politikaları sonuç veriyordu. Bu koşullarda tarih sahnesine PKK çıktı. PKK ile birlikte siyasal öncülük elitlerden “halk çocukları”na geçti. Yani Kürt milliyetçiliği “demokratikleşti.” Kürtlere öncülük yaptığını söyleyenler, artık belirli bir zümre ve sınıf adına yola çıkan “üsttekiler” değil, daha eşitlikçi yeni bir toplum inşası için mücadele verdiklerini söyleyen “alttakiler”di.
Beşinci dalga
PKK, 2004 tarihinde eşitlikçi toplum hayalini Demokratik Konfederalizm ilanı ile güncelledi. Böylece Kürt milliyetçiliğinde beşinci faz değişimi (veya beşinci dalga) başladı. Hâlâ devam etmekte olan bu dalga ile Kürt milliyetçiliği ilk kez Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de tamamlanmak, bütünleşmek ve iktidar olmak isteyen bir ideoloji ve programa kavuştu. Bu ideoloji ilk ciddi meydan okumasını on yıl sonra gerçekleştirdi. 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde Türkiye, Kobani eylemlerine sahne oldu. Eylemler tamamlanmak isteyen ulusal ruhun “meydan okuyan” haliydi.
Kitlesel eylemlerin sıcaklığı daha soğumadan, Ocak 2015’den itibaren ABD Rojava’da YPG ile bir işbirliği başlattı. PKK bu sayede Suriye’de teritoryal bir statü kazandı. Suriye’de statü, hem Kürt ulusuna inanılmaz bir özgüven verdi, hem de demokratik konfederalizmin hayata geçmesi için “model teritorya” yarattı. Bu özgüven ve yeni inşa, Kürt milliyetçiliğinin 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde HDP’nin 6 milyonu bulan başarısı ile kitlesel politizasyona dönüşmesine zemin yarattı. 25 Eylül 2017 tarihi ise Kürt milliyetçiliği için negatif anlamda bir tarihi dönüm noktası oldu. Çünkü bu tarih, arzusu ve iştahı her geçen gün kabaran, üstelik bu iştahı uluslararası himaye de gören Kürt milliyetçiliğinin iktidarlaşma ve hegemonlaşma arzusunun açık bir tezahürüydü.
Kürt sosyolojisinde dört faz değişikliğinden sonra yaşanmakta olan beşinci faz değişikliği (daha parçacı [ülkeci] yaklaşımın yerini daha bütünlükçü [dört ülkeyi kapsayan] bir yaklaşıma bırakması itibariyle) Kürt sorununun doğasını değiştirmekte; gelecek açısından hem fırsatlar hem ciddi bir handikaplar skalası doğurmaktadır. Kürt milliyetçiliğinde değişen bu doğa, Türkiye’yi daha iyi anlamak, Kürt milliyetçiliğinin ne tür bir karakter inşa edeceğini, hangi yöne evrileceğini, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’nin bundan nasıl etkileneceğini daha iyi kestirmek açısından hayati önem taşıyor.