[28-29 Nisan 2016] Yaklaşık iki ay önce, Savunulamaz olanı savunmaya kalkmamak diye bir yazı yazmıştım (Serbestiyet, 6 Mart). O sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AYM kararına “uymuyorum” ve “saygı da duymuyorum” yaklaşımını ne olursa olsun sonuna kadar destekleyen bazı köşe yazıları söz konusuydu. Oral Çalışlar bu tabloyu “iç karartıcı” bulmuştu. Ben de ona katılmış; hiçbir hareketin eleştirisiz yürüyemiyeceğini, AK Parti’nin özellikle kendi basınında ve bizzat destekçileri tarafından rahatça tartışılabilmesi gerektiğini ifade etmiştim.
Aynı sorun şu son laiklik tartışmalarıyla bir kere daha gündeme geldi. 19. Yüzyıldan bugüne uzanan bunca demokrasi ve özgürlük tecrübesine karşın, “kavga sırasında içe dönük eleştiri-özeleştiri olmaz; sadece düşmanla çarpışılır” diye özetleyebileceğim son derece dar ve sığ bir mantık, zihinleri esir almaya devam ediyor.
* * *
Nedir mesele? Meclis Başkanı İsmail Kahraman 25 Nisan’da önemli bir hatâ yaptı. İslâm Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği’nin düzenlediği bir konferansta, dağınık, vuzuhsuz, yanar döner ifadelerle konuşurken, yeni anayasada laikliğin olmamasının ötesinde, “dindar anayasa” isteğini de dile getirdi. Parti çizgisi dışına çıktı. Anayasa tartışmasını yanlış, hiç olmadık, hiç istenmeyen bir yerden başlattı. Otoriter laiklik bağnazı muhalefetin eline koz verdi. Lüzumsuz bir patırtı çıktı. Durulma işaretleri veren ortam yeniden gerilmiş oldu.
Buna karşılık sonraki günlerde, cumhurbaşkanıyla ve hükümetiyle AK Parti iktidarı çok iyi bir sınav verdi. Bugüne kadar, sırasıyla (a) AKP Grup Başkan Vekili Naci Bostancı; (b) Cumhurbaşkanı Erdoğan; (c) AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik; (d) Başbakan Ahmet Davutoğlu; (e) tekrar Cumhurbaşkanı Erdoğan… İsmail Kahraman’ın sözleri ile aralarına nâzik ama net bir mesafe koydular. Kendi kişisel görüşüdür, ama bizim tavrımız nettir, laiklikten yanayız, özgürlükçü laiklik şu demektir, anayasada yer almaya devam edecektir… dediler. Özellikle Erdoğan, Mısır’daki konuşmasına da atıfta bulunarak, iki ayrı defa konuyu çok iyi açıkladı.
* * *
Tekrar pahasına hatırlatıyorum: (aa) Hemen ilk ağızda Naci Bostancı’nın “AK Parti’nin laiklikle ilgili problemi yoktur. Anayasa taslağında böyle bir gündemimiz de yoktur” dediği, ertesi günkü (26 Nisan) bütün haberlerde yer aldı.
(bb) Hırvatistan ziyareti sırasında düzenlenen ortak basın toplantısında Erdoğan, “… benim başından itibaren bu konudaki düşüncelerim bellidir” dedi: “Hele hele Mısır’daki yaptığım konuşma, bu konuda çok çok önemli. Kurucusu olduğum partimin programında bu zaten çok açık net yer almaktadır. Buradaki gerçek şudur yani devlet tüm inanç guruplarına, inançlarını yaşama hususunda eşit mesafededir. Laiklik budur.” (26 Nisan) Erdoğan, atıfta bulunduğu 14 Eylül 2011 konuşmasında (ki o zaman başbakandı), Arap Baharı’nın getirdiği (Mursi’si ve Müslüman Kardeşleri dahil) yeni Mısır iktidarınaşöyle seslenmişti: “Türkiye’de anayasa, laikliği, devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle ateizm değildir. Ben Recep Tayyip Erdoğan olarak Müslümanım ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım. Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. Ben Mısır’ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın. Umarım ki Mısır’da yeni rejim laik olacaktır.”
(cc) Aynı 26 Nisan günü, Ömer Çelik de AKP genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, İsmail Kahraman’ın sözlerinden hareketle şunları söyledi: “Dini anayasa ya da din dışı anayasa diye bir kavram olmaz. Öyle bir değerlendirme yapılamaz. Şu olabilir; din ve vicdan hürriyetini teminat altına alan, yüksek demokratik standartlarla yazılmış bir anayasa olabilir, din ve vicdan hürriyetini teminat altına alma konusunda demokratik standartları düşük olan zayıf olan anayasa olabilir. Ama anayasalar dindar ya da dindar olmayan dini ya da dini olmayan şeklinde ayrılamaz.”
* * *
Aslında bu kadarı (herhalde parti koridorlarında dile getirilmiş olabilecek daha bir yığın eleştiriyle de birlikte), Oral Çalışlar’ın İslâmî hareket bağlamında “1960’lardan kalma” diye nitelediği (bkz Posta ve Serbestiyet, 28 Nisan) İsmail Kahraman’ın mesajı almasına yetti. TBMM Başkanı sözlerini tavzih etmeye çalışan ikinci bir demeç verdi. Şahsî düşüncemi ifade ettim, dedi. Laikliğin net bir tanımının olmamasından yakındı. Cumhurbaşkanını izleyerek, “laiklik her türlü din ve inanç mensuplarının ibadetlerini özgürce icra etmelerini, dini kanaatlerini açıklayıp bu doğrultuda hayatlarını tanzim etmelerini güvence altına alır. Bu bakımdan laiklik, özgürlük ve toplumsal barış ilkesidir” vurgusunu yaptı.
Kahraman, asıl kritik ifadesi olan “anayasanın dindar olması”yla kastettiğinin ise İslâmî bir anayasa olmadığını öne sürdü: “… beyanımdaki kastım; hiçbir ayrım yapmaksızın din ve vicdan özgürlüğünün anayasamızın lafzı ve ruhu ile güvence altına alınmasını sağlamayı temenni etmektir.” Bana kalırsa İsmail Kahraman’ın kafası hâlâ karışık. Onun “dindar anayasa” dediği şey, aslında laik anayasa. Fakat her neyse. Konumuz açısından önemli olan şu ki, geri adım atıp düzeltmeye çalışırken, yanlışını da kabul etmiş oldu.
* * *
Öte yandan, doğrudan doğruya AK Parti liderliğinden İsmail Kahraman’a yönelik açık-örtük eleştiriler sürdü. (dd) Partisinin il başkanları toplantısında Genel Başkan (ve Başbakan) Davutoğlu, “AK Parti gerek parti tüzüğünde, gerek parti programında, gerekse de bugüne kadar hazırladığı ve kamuoyuna sunduğu anayasa taslaklarında, diğer niteliklerin yanı sıra laiklik ilkesine de yer vermiştir. Bu çerçevede hazırladığımız yeni anayasada da laiklik ilkesi bireylerin din ve inanç özgürlüğünü teminat altına alan, devletin tüm inanç gruplarına eşit mesafede olmasını garanti altına alan bir ilke olarak yer alacaktır” şeklinde konuştu. Yeni anayasada “otoriter bir laikçilik anlayışına değil, özgürlükçü bir laiklik anlayışına” yer vereceklerini; AK Parti’nin “bu konuda farklı arayış içerisinde” olmadığını ve “bu konuda herhangi bir spekülasyon yapılmasını kesinlikle doğru görmediklerini” vurguladı. (27 Nisan 2016).
* * *
(ee) Nihayet dün, yani 28 Nisan itibariyle Cumhurbaşkanı Erdoğan, son derece net bir demeç daha verdi. Hırvatistan ziyareti sırasında beraberindeki gazetecilerden gelen “AK Parti içinde, ‘Nüfusumuzun yüzde 99’u Müslüman, dolayısıyla anayasada laikliğe dokunmadan, İslâma biraz daha vurgu yapalım’ görüşünü savunanlar olduğu söyleniyor” sorusunu şöyle yanıtladı: “Bunların hepsi boş şeyler. Anayasada bu ülkedeki tüm dini grupların inançları güvence altına alınıyorsa, devletin tüm inanç gruplarına eşit mesafede olması esas alınıyorsa, özellikle İslâma vurgu yapmaya ne diye ihtiyaç olsun? Ben bir Müslüman olarak inancımı istediğim gibi yaşayabiliyorsam mesele bitmiştir. Hristiyan Hristiyanlığını yaşayabiliyorsa, Musevi Museviliğini yaşayabiliyorsa, ateist ateistliğini yaşayabiliyorsa onun için de bitmiştir.” Cumhurbaşkanı bir kere daha 2011 Mısır konuşmasını hatırlatarak şöyle devam etti:
“TBMM Başkanı’nın ağzına herhalde kimse kalkıp kilit vuracak değil. Bu insan, hayatı siyasetin içinde geçmiş biri. Ortada bir anayasa çalışması var, o da görüşünü söylemiş. Beğenirsin beğenmezsin, o ayrı mesele. ‘Peki bu konuda, Tayyip Erdoğan olarak siz ne düşünüyorsunuz?’ diye soruyorsanız, benim düşüncem AK Parti’yi kurduğum dönemden itibaren belli. Laiklikle ilgili düşüncemizin ne olduğu, kurucusu olduğum AK Parti’nin programında kayıtlı. (…) Ben bu konudaki görüşümü, Mısır’da, Kahire’de o dev opera binasındaki konuşmamda da söyledim. Laikliğin, devletin tüm farklı inanç grupları için bir güvence olduğunu, bütün farklı inanç gruplarına eşit mesafede durması olduğunu anlattım. Hattâ o zaman, şimdi hapiste olan Müslüman Kardeşler yetkilisi Muhammed Bedii, ‘Bu dediğiniz nasıl bir şey’ diyerek şaşkınlığını dile getirmişti. Kendisine anlatınca, ‘Böyle olduktan sonra ben de bunu tasvip ediyorum’ demişti. Laikliği, ladinilik, din karşıtlığı gibi sunar ya da uygularsanız, elbette itirazlarla karşılaşırsınız. Oysa laiklik, devletin, tüm inançlara, ateistler dahil tüm gruplara eşit mesafede olması; tüm inanç gruplarının devletin güvencesi altında olmasıdır.”
* * *
Bütün bunlar karşısında ben de kendimce iki şey söylemek istiyorum. Birincisi, AK Parti yanlısı bazı gazetelerin ve/ya köşe yazarlarının İsmail Kahraman’ı söylediklerinde hiçbir hatâ yokmuş da sırf “yanlış anlaşılmış” ya da hattâ “kasten çarpıtılmış” gibi gösterip cansiperâne savunmalarını, buna karşılık bir kere daha sadece muhalefete veryansın etmelerini sakat buluyorum. Özellikle yeni anayasa etrafında olabildiğince geniş bir konsensüs inşasına gerek varken, tartışmalara bu kadar monolitik bir militanlık havası ve üslûbuyla yaklaşmamak gerektiği kanısındayım.
Buna karşılık ikincisi, AKP liderlerinin yukarıda alıntıladığım demeçlerini doğru, dürüst ve düzgün buluyorum. Özellikle Erdoğan ve Davutoğlu’nun etraflı açıklamalarında hiçbir problem görmüyorum. Katılıyorum. Altına imzamı atarım.
Genel olarak İslâmî hareketin 1960’lardan beri, özel olarak AKP’nin 2002’den bu yana ve bilhassa Gülen Cemaati’yle mücadele içinde yaşadığı tecrübelerden hareketle, (a) dinî referanslarla oluşturulan aidiyetlerin bir hareketi, bir süre besleyebileceğini, ama dinî referanslarla devlet yönetilemiyeceğini gerçekten kavradılar ve özümlediler. (b) Kısa vâdelilik ve konjonktüralizm tuzağına düşmeyip, siyaset için bir araç olmayacak ama siyasî faaliyet için bir çerçeve oluşturacak bir anayasa yapacaklar. (c) Ve sonuçta bu ideolojisiz bir anayasa olacak; Atatürkçülük bağlayıcılığı sona ererken çağdaş dünyada, topluma başka herhangi bir tek tip elbise veya “izm” dayatmaya kalkmayacak. Bu kanıdayım. Bu üç noktaya güven duyuyorum.