Ana SayfaYazarlarLevent Gültekin ve mahalle değiştirmek

Levent Gültekin ve mahalle değiştirmek

 

Levent Gültekin’in Doğan Kitap’tan yayınlanan Onurlu Çıkış kitabı, son günlerde okuduğum ve üzerinde uzun uzun düşündüğüm bir kitap oldu. Gültekin kitapta İslâmî camia içindeki yolculuğunu ve bu yolculuğu neden sona erdirdiğini anlatıyor.

 

Kitapta kendi açımdan olmaz bu kadar dedirten benzerliklerle karşılaştım. Örneğin ikimiz de aynı tarihte doğmuşuz. İkimiz de köy çocuğuyuz. İkimiz de altı ayı çok karlı kış, üç ayı çok soğuk sonbahar, üç ayı da yaz olan bir coğrafyadan geliyoruz. İkimiz de yazları kışlık odun toplayan, hayvan otlatan, ekin biçen, mahsul kaldıran bir çocukluk geçirmişiz. Daha da ilginç olanı, ikimiz de ideolojik bir mahallede faaliyet yürütmüşüz uzun yıllar. İkimiz de Kürt olmamıza rağmen bir Türkle evlenmişiz. Sonra ikimiz de şu veya bu sebeplerden dolayı mahallelerimize eleştirel bakmaya başlamışız. İnsan doğal olarak kendisiyle aynı paralel evrende yer alan bir entellektüelin ne yaşadığını, ne düşündüğünü, ne hissettiğini yakından bilmek ve öğrenmek istiyor.

 

Neden mahalle ihtiyacı doğar?

 

Levent Gültekin, kitabının girişinde neden bir mahalle seçme arayışına girdiğinin sorgulamasını yapıyor. Türkiye’nin siyasal açıdan kutuplaştırılmış ortamının insanları farklı kompartımanlara ayırdığını, bu kompartımanlardan meselelere bakıldığını, asıl belirleyici olanın siyasi atmosfer olduğunu, bunun da tercihlere yansıdığını söylüyor. Bu, pek çok açıdan doğru bir yaklaşım. Çünkü bizde gençler genelde verili bir siyasal ve toplumsal alana katılır. Bu alan da gençlerimizin siyasal sosyalizasyonunu belirliyor.

 

Gültekin’e göre, kişi belirli bir mahalleye giriş yaptıktan sonra ideolojik hale geliyor. Hayata da “iyi biz, kötü ötekiler” şeklinde bir ak-kara bakışıyla yaklaşıyor. Gültekin “müzik dinlemek, tv izlemek, eğlenmek, âşık olmak gibi şeyler biz, yani mücadele insanına yakışmayan boş işlerdi” tarzı ifadeleriyle mahallenin üyeleri üzerindeki biçimlendirici “biz”liğine vurgu yapıyor; neden ideolojik ortamlarda birey olunamadığını anlatıyor.

 

Kırılma anı!

 

Uzun birliktelikten sonra Levent Gültekin’in mahallesiyle yolları ayrılmış.  Ancak bu durum birdenbire ortaya çıkmamış. Bir yaşanmışlığın sonunda kaçınılmaz hale gelmiş. Gültekin, Müslümanlığın İslâmcıların elinde çürüyerek hayattan kopmasının; İslâmcıların ahlâkı sırf kendi muhitlerine ait sanmasının; herkese dindarlık taslayan cemaat ve tarikatlerin büyük çoğunluğunun esasında birer günah yuvası olduğunu görmesinin; haklı olmanın özgür olmaya yetmediğini anlamasının… mahallesi ile ayrışmaya götüren faktörler olduğunu söylüyor. Gültekin bu noktalarda özeleştiri yaparken mahallesine sert eleştiriler yöneltmekten de geri durmuyor.  Aslında din kardeşliği değil ideoloji kardeşliği yaptıklarını, tüm İslâmcıların hızla gürül gürül çürüdüğünü, bütün “selamünaleyküm”lerin, “inşallah”ların, “maşallah”ların, “Allah’ın izniyle”lerin göstermelik olduğunu,, palavradan ibaret olduğunu iddia ediyor.

 

Ancak bunlara rağmen uzun süre mahallesini terk edip etmeme konusunda bir ikileme düşen Gültekin, dindarların baskı görmesi yüzünden bırakıp gitmeyi kalleşlik olarak görmüş; bir çıkış zorluğu yaşamış; bu da kendisini daha fazla anormalliklere, fenalıklara mahkûm etmiş. “Zihnim dönüşüyordu ama ruhum, yaşantım büyük ölçüde bu değişime direniyordu. Bunun yarattığı iç çatışmalar, sıkıntılar, tıkanıklıklar yıllarca sürüp gitti” (s. 104).

 

Giderek “inancın toplumsal ilişkileri belirleyen faktör haline gelmesinin bütünleştirici değil ayrıştırıcı hale geldiğini” gören, “dinin insana ahlâk vermediğini” anlayan, “laikliğin olmaması halinde halimizin harap olacağını” kavrayan Gültekin, mahallesinden ayrılarak sol mahalleye göç etmiş. İdeolojik şartlanmışlıktan onurumuzu koruyarak sıyrılma çağrısı yapan Gültekin, neden sol mahalleye sığındığını ise “Türkiye’nin bir vicdana ihtiyacı var. Bu ihtiyacı ancak sol karşılayabilir” sözleriyle açıklıyor.

 

Yeni bir aydın kategorisi

 

Pek çok eleştirileri kendi mahallesini haksız yere itham eden suçlamalar içerse de, Gültekin’in kitabı İslâmcı mahalleyi ondan ayrılan bir entellektüelin yazdıkları üzerinden anlama çabası açısından önemli. Zira son 15 yıldır Türkiye’ye yön veren İslâmcı ve muhafazakâr camianın her yönleriyle tartışılması ve bilinmesi gerekir. Ancak Gültekin’in bu mahalleyle asıl nerede ayrıştığına, ayrışmaya neyin sebep olduğuna ilişkin tespitleri zayıf. Bu “bir sabah uyandım, bilinç patlaması yaşadığımı anladım” şeklinde izah edilemeyeceğine göre, bu bilinç değişikliğine sebep olan faktörleri ayrıntılı bir şekilde izah etmesi gerekirdi. Çünkü bu ayrışma aynı zamanda ayrışma sonrasının da sağlıklı temellerle inşasına katkıda bulunur. Ayrışma anını daha çok retorik bir yaklaşımla ele alan ve dolayısıyla çözümlemeyen bir perspektifle karşılaştım. Gültekin mahallesini suçlayarak bize anlatmak yerine, mahallesinde yaşananları (eksik ve hatâları da dahil) sosyolojik açıdan anlaşılır kılan bir okumaya yönelseydi, daha doğru bir tercih izlemiş olurdu.

 

Gültekin ilk kez lisede tanıştığı İslâmî camiaya İstanbul’da giriş yapıyor. Vakit’te ilk yanlışlıklara tanık oluyor. Yeni Şafak serüveninde, kendi mahallesinin politik güçleriyle karşı karşıya geliyor. İlk gazete deneyimini yaşıyor ama başarısız oluyor. Gerçek Hayat dergisi ile camiaya eleştirel bakıyor. Sonra Star Medya Grubu İcra Kurulu Başkan Yardımcılığı, Cine-5 yöneticiliği yapıyor. Buralarda İslâmcı medya elitleri ile karşı karşıya geliyor. Özetle: geleneksel kodlarla modern hayata katılıyor. Ama geleneksel kodlarla modern kodlar çatışıyor. Modern hayatta değer olmak, var olmak için mücadele ederken politik yapılarla karşı karşıya geliyor. Politik yapıların dışında kaldıkça muhalifleşiyor. Aşırı eleştirel hale geliyor.

 

Gültekin’in kitabı Türkiye düşünce hayatı açısından önemli bir sonuca işaret ediyor. Yaşadıklarından ders çıkarmaya çalışan yeni bir aydın kategorisi gerçeği ile karşı karşıyayız. Çevre mahallelerde kalan, sisteme başkaldıran ama mahallelerine de artık özeleştirel bakan, mahallelerini reddetmeyen ama sert eleştirmekten de çekinmeyen bir aydın kuşağı…

 

Yeni bir merkez tarifiyle, çevreyi merkeze taşıma iddiasıyla gelen bu aydınlar, hepimizin aynı evin üst kat odalarında yaşadığını ama bir türlü evin salonuna inemediğini, oysa bizlerin hep ayrı ayrı odalarımızda değil salonda (da) yaşamamız gerektiğini, aksi halde Türkiye’nin meselelerini el ele vererek çözemeyeceğimizi nlatıyor.

- Advertisment -