Türkiye LGBT hareketi her yıl dünya çapında düzenlenen ve Onur Yürüyüşü adı verilen bir etkinliği bu yıl 26 Haziran’da yapacağını duyurdu. Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanlığı bir basın açıklamasıyla yürüyüşe katılacak olanları açıkça tehdit etti. Başkan konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
"Devlet yetkililerini bu ahlaksızlığa son vermek için göreve davet ediyoruz. Aksi taktirde tepkimiz çok net ve sert olacaktır. Sayın devlet yetkilileri bunlarla bizi uğraştırmayın. Ya gereğini yapın ya da biz gereğini yapacağız. Biz her şeyi göze aldık, direkt yürüyüşü engelleyeceğiz.”
Normal koşullarda alenen ve açık bir tehditte bulundukları için ilgili kişiler hakkında bir kamu soruşturması başlatılması beklenir. Ancak ben böyle bir girişimden haberdar değilim. Diğer taraftan, Alperen Ocakları’nın bu açık tehdidinden sonra (aslında bu tehdide rağmen demek gerekir), Valiliğin yürüyüşü güvenlik gerekçesiyle yasakladığını öğrendik. Bunun üzerine Alperen Ocakları (mealen) “tavsiyelerine uyarak yürüyüşü engelleyen” devleti bu hareketinden dolayı takdir eden, alttan alta kendi başarılarıyla gururlanan ve tehdidi de sürdüren ikinci bir açıklama yaptı:
“Tüm bu çaba ve gayretlerimizin sonucunda, İstanbul Valiliği'nce yapılan açıklama; toplumda oluşan infial ve tepkiyi bir nebze olsun dindirmiştir ve ahlaksız eyleme izin verilmeyeceği anlaşılmıştır. Alperen Ocakları olarak böyle bir ahlaksız yürüyüşe izin vermediği için İstanbul Valimiz Sayın Vasip Şahin'e şahsım ve tüm camiam adına çok teşekkür eder, saygı ve şükranlarımı sunarım. Biz de milli reflekslerimiz çerçevesinde aldığımız eylem kararını askıya almış bulunmaktayız. Ancak hadisenin tekerrür etmemesi noktasındaki hassasiyetimiz devam etmektedir.”
Şimdi, Valiliğin bu kararında Alperen Ocakları’nın yaptığı açıklamanın bir etkisi olup olmadığını veya olduysa ne ölçüde olduğunu bilmiyoruz. Büyük ihtimalle son açıklama durumdan “güç ve itibar” araklamaya çalışma girişimidir. Lakin, böyle açık bir tehditten sonra gelen yasak, meseleyi “tehdidin işe yaradığı” şeklinde algılamayı epeyce kolaylaştıracaktır. Bu tür olaylarda, gerçekte sebebin ne olduğundan ziyade, sonuçta “ne olduğu”nun daha önemli hale geldiğini biliyoruz. Bu tür bir tehdide “rağmen” yürüyüşün yapılamayacak olmasının “mesaj yüklü” bir hareket olarak görülmesinin önüne geçebilmek çok zordur.
Vatandaşlarının güvenliğini sağlamak devletin temel görevidir. Ancak bu görevi yerine getirirken, “güvenlik adına” tehdit altındaki grupların “güven duygusunu” ortadan kaldıracak türden icraata girişmesi doğru değildir. Aksi halde bazı gruplar beğenmedikleri, karşı çıktıkları veya husumet güttükleri grup ve kimlikleri tehditle sindirip bastırmayı alışkanlık haline getirir.
Yürüyüş, DAİŞ gibi örgütlerin Türkiye’ye karşı yürütmekte olduğu terör saldırılarından endişe edildiği için “güvenlik gerekçesiyle” yasaklandıysa da durum değişmez. Üstelik, daha yakın tarihlerde Amerika’da LGBT’lilere yönelik Orlando katliamı yapılmışken, üstüne bu katliam İslami radikalizm üzerinden İslam ile ilişkilendirilmeye çalışılmışken, bu yürüyüşün güven içinde yapılması sembolik değer taşıyan bir olay haline gelmişti.
Bu yüzden gerekli bütün tedbirleri alıp yürüyüşün güven içinde gerçekleşmesini sağlamak gerekirdi. Yasaklanması, tehditlere boyun eğildiği, tehditler karşısında çaresiz kalındığı veya daha kötüsü, İslami kimliği ile meşhur olmuş bir hükümetin LGBT’lilere karşı tahammülsüz olduğu şeklinde değerlendirmelerin yapılmasına veya böyle bir algının oluşturulmasına hizmet edecektir.
Oysa LGBT hareketinin Onur Yürüyüşünü 2005 yılından bu yana düzenli olarak yaptığını öğreniyoruz. AK Parti hükümetlerinin en başarılı olduğu alanlardan biri, statükonun baskıladığı kimliklere siyasi alanı açması oldu. Açılan bu siyasi alanların korunması; çeşitli bahanelerle yeniden kapatılmaması veya daraltılmaması gerekir.
Eşcinseller hem sayılarının azlığı hem “marjinal” halleriyle ne toplumda ne devlette kendilerine kolayca yaşam alanı açabilecek bir grup değil. Hem psikolojik, hem sosyolojik, hem de siyasi olarak dünyanın pek çok yerinde baskı görüyorlar. Türkiye’de etkin ve güçlü bir siyasi grup veya hareket olma şansları fazla yok. Doğrudan cinsel kimlikleriyle ilgili taleplerinin kabul görmesi ve uygulamaya geçebilmesini bir yana bırakın; taleplerinin gündeme girmesi bile yakın ve orta gelecekte pek mümkün görünmüyor.
Toplum ve sistem karşısında en zayıf gruplardan biri olan LGBT’liler, senede bir yaptıkları bu yürüyüşle, siyasi arenada ve kamusal alanda kısa bir an boy gösteriyorlar. Yaptıkları, sadece, senede bir kere de olsa var olduklarını kamuoyuna (üstelik çok sınırlı bir kamuoyuna) hatırlatabilmek. Toplum ve devlet ise onların var olduğunu unutmak ister gibi tepkiler veriyor.
Ayıp, bu yürüyüşün yapılmasında değil. Eğer bir avuç insanın senede bir yaptığı bu yürüyüşü toplum olarak “tolere” edemiyor veya devlet olarak yürüyüşün güvenliğini sağlayamıyor isek, işte asıl ayıp buradadır.