Yargıtay Başsavcılığı, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, davasıyla ilgili hazırladığı tebliğnamede, kararın bozulmasını istedi.
Yargıtay Başsavcılığı’na göre; “Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” suçunun gerçekleşmesi için, bu suçla bağlantısı kurulan fiil mutlaka cebir ve şiddet içermelidir ve bu şiddet soyut değil somut olmalıdır, yani suç maddi biçimde işlenmelidir. Tebliğname şöyle diyor: “Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçu basit bir tokat ya da tehditle işlenmez…”
Bu tebliğname, bir süredir kanıksadığımız, “vahim” diye nitelediğimiz konuda hukuki bir sinyal veriyor. Yani öz itibariyle şunu diyor: “Şiddet”, “cebir” kullanmayan, fiili olarak doğrudan silahlı eyleme katılmayan şüpheliyi, Meclisi bombalayan pilotla aynı maddeden yargılayamazsınız.
Şiddet-fikir açmazı
Bu köşede, bu çelişkiye, uzun zamandır dikkat çekiyorum. “Bizzat şiddet uygulayan, şiddet eylemine katılan kişiyle, sırf yazı yazmış, bu tür eylemlerde fikri planda dolaylı ilişkisi olduğu iddia edilen kişiyi, aynı kefeye koyamaz, aynı maddelerle yargılayamazsınız” diyorum. Geçen gün, “yargı reformu” üzerinde çalışan Adalet Bakanlığı’ndan hakimlere de aynen bu örneği verdim.
Bu davada başka anormallikler de yaşandı: Anayasa Mahkemesi, Mehmet Altan ve Şahin Alpay'ın başvuruları üzerine dosyayı inceledi. Yüksek Mahkeme, sanıkların “adil” yargılanmadığını karar altına aldı. Ancak, ceza mahkemeleri, hukuk sistemine güveni sarsan bir yaklaşım sergilediler. Kararı uygulamak istemediler. Siyasi irade olaya müdahil oldu, bu da işin iyice siyasallaşmasına yol açtı. Yargıya güveni daha da zedeleyen bir hava oluştu.
Şimdi, bu kez de kamu adına konuşan Yargıtay Başsavcılığı, “adil yargılama”ya aykırı bir durum saptadığını açıkladı.
Bu bir umut ışığı sayılabilir.
Çözüm Süreci’nin bozulmasından ve 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana, siyasetin kimyası gibi yargının da kimyası bir kaos içinde. Siyasetin konusu olabilecek meseleler yargıya havale ediliyor. Hatırlayalım: Yargı, zaten, uzun bir dönem boyunca Gülen Cemaati’nin egemenlik alanı olmuştu. Adaletsizliklere neden olan toplu tutuklamalar, büyük mağduriyetlere yol açıyordu.
Yaşadıklarımıza bakınca, yeniden o dönemi hatırlatan yöntemlerle muhatap olduğumuzu görebiliyoruz. Mağdurlar başka olsa da, isimler değişik olsa da, yöntemler aynı.
Altanlar-Ilıcak davasındaki Başsavcılık tebliğnamesi, “adalete güven”in yeniden oluşabilmesi, adaletin tesisi adına, bir “yeni durum” olarak görülebilir.