Karar’ın dünkü manşeti unutanlar için yerinde bir hatırlatmaydı; “Milletin efendisi değilsiniz”.
Manşette geçen hafta Konya’da sonradan muhabir olduğu ortaya çıkan bir kişiyi öğretmen zannedip karşısında ayaklarını uzattı diye “sen”li, “birader”li bir üslupsuzlukla azarlayan Konya Valisi ve öğrencilerin olduğu bir toplantıda tartıştığı üniversitenin öğretim üyesini, kendisine “teessüf ederim” dedi diye “çık dışarı” diyen kovan Yalova Rektörü örnek gösterilmişti.
Ama sadece son bir ayda olan bitenlerle bu listeyi daha da uzatmak mümkün.
Mesela geçen hafta Ankara’da barışçıl bir şekilde yürüyen Furkan Vakfı’ndan bir kadını, bir polis memuru “Kes sesini be, sen misin vatandaş” diye azarladı.
Beyoğlu’nda kadına yönelik şiddete karşı yürüyen kadınları çevik kuvvet düşmanıymış gibi yakın mesafeden gazladı. Atanmış İçişleri Bakanı, seçilmiş milletvekiline “hain”, seçilmiş belediye başkanına “ahmak” dedi.
Yine yakın zamanlardan hemen akla işletme hatasından meydana gelmiş tren kazasında yakınlarını kaybetmiş insanları sosyal medyadan bloklayan genel müdür, çevre için eylem yapan köylü kadınlarla “Gazdan bir şey olmaz” diye dalga geçen vali yardımcısı, ayıplanacak tweetler atan bir genci yakalayıp, dövülmüş özür videolarını sosyal medyadan paylaşan isimsiz resmi görevliler, işkence, kötü muamele iddialarına karşı “soruşturacağız” demeden savunmaya geçen emniyet müdürlükleri, valilikler geliyor…
Hikmetinden sual olunmaz devletin artan kibrinin sonuçları bunlar.
Ama kibir derken, bakanların, valilerin, emniyet müdürlerinin karakterleri ile ilgili şahsi bir meseleden bahsetmiyoruz.
Halka değil, sadece devlete karşı sorumluluk hisseden, yaptıkları için halka değil, sadakatleri için iktidara hesap veren siyasetçilerin, kamu idarecilerin içine düştükleri yapısal, sistemsel bir kibirden bahsediyoruz.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle iktidar partisi-devlet arasındaki çizginin iyice kaybolması, seçilmiş vekillerin ve belediye başkanlarının elinin, atanmış bakanlar, valiler ve bürokratlar karşısında zayıflaması, yargının zaten az olan bağımsızlığını kaybetmesiyle devlet, vatandaşlarının yanında küçücük kaldığı, Hobbes’un Leviathan’ına dönüştü.
Son dönemde başarısız oldukları için ya da yaptıkları bir yanlış yüzünden görevden alınan, hakkında soruşturma açılan ya da mahkemelerde yargılanan bir siyasetçi, üst düzey bir bürokrat hatırlayan var mı?
Hatta bunun tam tersi örnekler var.
2014’de hakkındaki iddialar yüzünden görevden alınan bir bakan bugün büyükelçi, 2015’de Bakanlar Kurulu kararıyla görevden alınan Karayolları Genel Müdürü, bugün Ulaştırma Bakanı oldu.
Peki, yakın zamanlarda isimsiz sosyal medya hesapları dışında medyada herhangi bir yolsuzluk haberi okuyan oldu mu?
Herhalde birden bire bütün siyasetçiler, bürokratlar ahlak abideleri haline gelmediler?
Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin Adalet Bakanlığı’nın 2018 yılı adli istatistiklerine bakarak yayınladığı rapor da bu gözlemi doğruluyor.
Son 10 yılda kamu görevlileri hakkında ihalelerdeki usulsüzlükler, rüşvet gibi suçlardan açılan kamu davası sayısı yüzde 14 düşmüş. Açılan davalarda kovuşturmaya gerek yok kararları da yüzde 14 artmış.
Yani artık ne yaparsa yapsın, devletin arkasına saklanabileceğini, kendisinden hesap sorulmayacağını, muhakkak bir yerden yırtabileceğini biliyor kamu görevlileri.
Tepesini attıran üniversite hocasını azarlarken bile Cumhurbaşkanı’nı araya sokan Yalova Rektörü de bunun gayet farkında. Muhtemelen tepkilere rağmen koltuğunu da bu sayede koruduğunu biliyor.
O yüzden herkes ne kadar kızarsa kızsın Konya Valisi’ni de, Yalova Rektörü’nü de harcayıp surda gedik açtırmayacak devlet, kötü örnek yaratmayacak, vatandaşa devleti ezdirmeyecek.
Çünkü, Ankara artık vatandaşlarını duymuyor.
Ekonomik krizden şikayetleri duymuyor, KHK’lıların sesini duymuyor, en son filtresiz termik santraller yüzünden nefes alamayanların seslerini duymadı.
Son zamanlarda herhalde bir tek araba camlarına film taktıranlar iktidar üzerinde etkili olabildi!
O yüzden haftalardır Şehir Üniversitesi için çıkarılan sesler de Ankara’da duyulmuyor.
Çoğunluğu muhafazakar kesimden gelen binlerce öğrencisi üniversitelerini yaşatmak için uğraşıyor, bazıları Cumhurbaşkanlığından büyük ödüller almış, maaşlarını alamayan üniversitenin seçkin akademisyenleri kibarca sesleniyor, aralarında iktidarı destekleyen isimlerin de olduğu yazarlar, gazeteciler haftalardır yazıyor, konuşuyor, bazıları “ayrıntısını bilmiyorum”, “inşallah bu yanlıştan dönülür” diye en usturuplu cümlelerle şanslarını deneniyor ama nafile, duyulmuyor!
Duyuyorlar da duymamanın kendilerine bir maliyeti olmayacağını düşündükleri için duymazlıktan geliyorlar.
Hatta duymamak bir tarafa, bu sesleri bastırmak için gürültü de çıkarmaya başladılar.
Önce gazetede köşesi olan bir cumhurbaşkanlığı başdanışmanı başlattı, ona başka bir bankanın yönetim kurulunda olan bir başka cumhurbaşkanlığı başdanışmanı destek verdi, işaret fişeğini alanlar da harekete geçti.
Altı ay önce İstanbul seçimlerinde nasıl hırsızlık yapıldığını hararetle yazanların yeni görev tanımı Şehir Üniversitesi’nin nasıl da kötü yönetilip, el konmayı hak ettiğiyle ilgili yazılar yazmak…
Parlak gencecik öğrencilerin, herkesin tanıdığı saygın akademisyenlerin hakları karşısında, bir bankanın haczini savunmak için en öne fırlayanlar bir de meselenin siyasi olmadığını anlatmaya çalışmıyor mu!
YÖK denetimlerinden büyük övgülerle geçmiş, kontenjanlarının yüzde 94’ünü doldurmuş, en yüksek puanları olan vakıf üniversiteleri içinde ilk 10’a yerleşmiş, hatta sözel puanlarda ilk sıralara oynayan, öğrencilerinin yüzde 56’sına burs veren, pek çok AK Partili siyasetçinin çocuklarını da emanet ettikleri bir üniversite meğer başarısızmış ve kötü yönetiliyormuş.
Üniversite ısrarla “yeterli gelirimiz, teminatımız var taksitlendirin ödeyelim” derken, üniversiteyi Marmara Üniversitesi’ne devredip, kamu bankasının alacağını da ortadan kaldıracak bir formülü, “kamunun çıkarını korumak” olarak savunanlara iyi yönetimin ne olduğunu anlatmak kolay değil.
Vakıfların, belediyelerin, devlet kurumlarının bedelsiz yer tahsis ettiği diğer vakıf üniversitelerinin tam listesini yayınlamanın da artık faydası yok.
Aslında, o kadar zahmet edip, anlamadıkları bir konu üzerine, belki sessiz kalarak koruyabilecekleri son itibarlarını da hiç düşünmeden harcayarak yazı yazanlara da hiç gerek yoktu.
Zaten artık Ankara için kamuoyunun ikna edilmesi o kadar da mühim değil.
Nasıl olsa halkın kafasında kalan şüpheler bir süre sonra daha ulvi, daha tarihi, daha hayati bir mesele için açılacak yeni kredilerle giderilir.
Zaten günün sonunda seçimler yine nüfus sayımına döndüğünde, el mahkum o kırık gönüller de ‘tarihi seçimler’de vazifelerini yapmaya çağrılırken tamir ediliverir.
Devletimiz büyük davalar için, bekamız için yedi düvelle kavgaya tutuşmuşken, sizin kapanan üniversitenizin, yüksek gelen doğalgaz faturalarınızın, hava kirliliğinden nefessiz kalmanızın lafı mı olur?
Ankara çoktan, Anadolu ve İstanbul’la telgraf hatlarını kopardı, sadece kendi iç sesini duyabiliyor.
Lütfen, gürültü yapıp çalışırken onları rahatsız etmeyin artık!