Marx’ın insan, toplum ve mutluluk hakkındaki görüşlerinin tümü gerçekten bir kaçıştır. Bu, Marx’ın “otonom eylem” ile kapitalist “tercihler” arasında yaptığı ayrımda görülür. “Eylem” gerçekte ifade edilmiş tercihten başka bir şey değildir. Ancak yapmayı istediğimiz şeye karar verdikten sonra eylemde bulunuruz. Tabiatın sınırları ve diğer insanların varlığı yüzünden arzu ettiğimiz her şeyi elde edemeyeceğimizden, bu, ulaşmaya çalışacağımız ve bir gün için, bir süre için veya ebediyen bir tarafa ayıracağımız şeydir. Aslında Marx ve Engels bile bir anlamda bunun farkındadırlar. Günün değişik saatlerinde değişik şeyler yapmaktan söz ediyorlar. Bu zaten insanın zamanının kıt olduğu anlamına gelmiyor mu? İki şeyi aynı anda yapamamak veya aynı anda iki yerde olamamak, hayal kırıklığı nedeni değil midir?
Her insan ne zaman ve ne kadar isterse avlanmaya veya balık tutmaya (otonom biçimde) özgür olacağına göre, toplumun çeşitli üyeleri orman hayvanlarını avlamayı veya balıkları yakalamayı onların soyunu tehlikeye düşürecek hızda yapmak isterse ne olacaktır? Birkaç insan aynı anda ve aynı yerde balık tutmak isterse, aynı yerde avlanmak isterse ne olacaktır?
Marx’ın buna cevabı şu olabilir: Herkesin toplumsal yönelimli olması “yoldaşça” bir anlaşmanın ortaya çıkmasını sağlayabilir. Ama bu yeni bir şey değildir. Bu, kıt kaynakların kullanılmasıyla ilgili “karşılıklı anlaşma”lara, “alış-veriş”lere ve “mübadele”lere verilen bir başka isimdir. Komünal mülkiyet haklarının toplumun üyeleri arasında tanzim edilmesidir. Ancak, toplumun tüm üyelerinin üzerinde komünal olarak anlaşılmış sonuçları daima seveceğinin garantisi yoktur. Bazıları, kendilerinin onları dışlayan diğerlerinin çıkarı için “istismar edildiğini” düşünecektir. Bu yüzden, müstakbel komünist cennette bile bazı insanlar diğer insanlardan ve tabiattan yabancılaşabilir.
Aynı şekilde, sanat için sanat ve tabiat için tabiat fikri de doğru olamaz. Sanat için kullanılacak kaynaklar da, tabiatın hediyelerini elde etmek için kullanılacak kaynaklar da (çoğalmaları için çabalanmadıkça) daima sınırlıdır. Marx’ın büyülü komünist dünyası var olsaydı (kurulsaydı) bile, örneğin ormanların ilkel kullanımlar için mi yoksa yerleşme alanları için mi kullanılacağının karara bağlanması gerekecekti. Şüphe yok ki ortak kararlar her ne şekilde alınmış olursa olsun, bazıları bu kararlarla hemfikir olmayacak ve/ya onları sevmeyecektir.
Sanat için kullanılacak kaynaklar da kaçınılmaz olarak sınırlı olacaktır. Sonsuz miktarda boya bulunmayacaktır. Bazı sanatları yapabilmek için diğer sanatlardan vaz geçmek gerekecek; boya üretmek için kullanılacak maddelerin bir kısmı başka sanat malzemeleri üretimine gidecektir. Bu tercihler arasında hiç çelişki olmayacağını ileri sürmek, gerçek dünyadan kaçıp bir fantezi dünyasına sığınmaktır.
Şurası bir fiziksel ve psikolojik gerçektir ki insanlar, icra edilmesi gereken çeşitli iş ve görevlerle ilgili eğilimleri ve kapasiteleri bakımından birbirlerinden farklıdır. Aynı şekilde, insanların her şeyle uğraşmaktansa belli şeylerde uzmanlaştıklarında daha verimli oldukları da psikolojik ve fiziksel bir gerçektir. İş bölümü hem verimliği, hem toplumun toplam üretimini. Artırır. İşbölümü yaşama standartlarını yükseltir, boş zamanı artırır, daha çeşitli ve kaliteli malların üretilmesini sağlar.
Esasen bunun böyle olduğuna insanlığın son iki asırlık tarihi yakından şahittir. Son iki yüz yıldır insanların boş vaktinin artması ve hayatın daha zevkli hâle gelmesi, kendi menfaatleri peşinde koşan insanların özel mülkiyetin barışçıl kullanımına dayanan bir düzen içinde işbirliği sonucu ortaya çıkmıştır.
İnsanlığı sefaletten, endişeden ve ihtiyaçlarını karşılayamamaktan kurtaran, liberal kapitalizm olmuştur. Piyasa kapitalizmi insanları ağır işçilikten ve çoğu zaman hayatı riske atan tatsız işlerden kurtardı. Serbest piyasa, maddî ve kültürel konfor üretmek için gerekli çalışma süresini giderek artan sayıda insan için giderek kısalttı. İnsanlara ekonomik özgürlüğün sağladığı zenginlikten zevk almaları için lâzım olan serbest zamanı sağladı; bu çerçevede, daha uzun ve daha sağlıklı hayatlar yaşamalarını da mümkün kıldı.
İnsanın günlük hayatındaki (Marx’ın bahsettiği anlamda) yabancılaşmadan kurtarılması da, sermaye birikimine dayanan özgürlükçü kapitalizmin kazanımları tarafından sağlandı. Serbest piyasacı kapitalizm çalışanların verimliliğini artırdı; elde edilebilir faydalı mal ve hizmet arzını artıran sermaye birikimi ve kâr amacı güden üretim yoluyla, insanı varlığını sürdürme endişesinden kurtardı. Serbest piyasalar insanları zevk ve eğlence araçlarına daha fazla sahip olmaya, hayat araçlarını artırmaya muktedir kıldı.
Serbest piyasaların bunlardan başka faydaları da var. Belki de en önemlisi, toplumda bir tür eşitliği veya eşit insanî değere sahip olmayı sağlamış olması. Avusturya İktisat Okulu mensuplarından F. A. Hayek’in işaret ettiği üzere, serbest piyasa sistemi toplumun bütün üyelerinin aynı amaçlar, gayeler ve değerler hiyerarşisi üzerinde mutabık kalmasını gerektirmez. Rekabetçi piyasa sisteminde her birey, kendi amaçlarını seçmekte ve mutluluğu kendi yolunda aramakta özgürdür. Piyasada her insan diğer insanlardan kendi amaçlarına ulaşma yolunda yararlanır. Böyle bir ortamda, bireyler arasında, merkezî bir otoritenin zor kullanarak sağlayabileceğinden çok daha kapsamlı bir iş bölümü ortaya çıkar ve toplumun kollektif amaçlarına daha fazla hizmet edilir.
Marx daha önce ve yukarıda özetlenen fikirleriyle gerçeklerden kaçtı. Serbest piyasanın, iş bölümünün, rekabetçi ekonominin üretebileceği şeyleri insanların bu disipline katlanmadan, gerekli çalışma zahmetine girmeden elde edebilmelerini istedi. R. Ebeling’in dediği gibi, bu, istediği her şeyi her zaman elde edemeyeceğini bilmeden sınırsız taleplerde bulunan ve herkesin kendisine talep ettiği şeyleri temin emek zorunda olduğunu zanneden şımarık bir çocuk tavrı gibiydi.