Bu yazıda Peygamberimiz’in Hayatı isimli dersin müfredat taslaklarını ele alacağım. Ders için, biri 5-8. sınıflara, diğeri de 9-12. sınıflara yönelik olmak üzere iki grup taslak hazırlanmış. İki taslağın da aynı ekip tarafından hazırlandığını düşündürten pek çok benzerliğin yanı sıra, taslakların başında yer alan amaç, vizyon, temel yaklaşımlar gibi bölümlerin küçük farklar dışında bire bir aynı olması da insanda bir fabrikasyon imalat hissi uyandırıyor. Fakat bu durum, taslakların içeriğindeki olumlu hususları görmeme engel değil. Ama önce dersin tasarlanma biçimine dair görüşlerimi dile getireyim.
Öncelikle dersin adından başlamak istiyorum. Hz. Muhammed, onun tebliğ ettiği dine inananlar tarafından peygamber olarak kabul edilir. Bu dersin sadece Müslüman ailelerin çocuklarına verilecek olması durumunda dersin adının “Peygamberimizin Hayatı” olması isabetli bir seçimdir. Ancak, müfredat taslağında, dersin zorunlu ya da seçmeli olup olmadığı konusunda bir bilgi yok. Eğer zorunlu derslerden biri olacaksa, ailesi Müslüman olmayan, mesela ateist olan, ya da din değiştirmiş olan öğrencilerin de bu dersleri almak durumunda olduğunu düşündüğümüzde, ‘’Peygamberimizin Hayatı’’ isimli bir ders bu öğrenciler için din ve vicdan özgürlüğünü dikkate almayan bir yaklaşımı temsil eder hale gelecektir. Bu sebeple dersin adının “Hz. Muhammed’in Hayatı” olarak belirlenmesi ve içeriğinin de buna göre kurgulanması bence Müslümanların taleplerini karşılamakta bir eksiklik içermeyeceği gibi, Müslüman olmayan ama bunu açıklamaktan çekinen öğrencilerin de hassasiyetlerini rencide etmeyen bir çözüm olacaktır. “Aman sen de! Nüfusunun yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede bunu mu dert ediyorsun!” demeyin lütfen. Çünkü bu yüzde 99’un içinde Müslüman olmadığını açıklayamayan insanlar da var ve biz bunu dikkate almak zorundayız.
Gelelim içeriğe…
Taslaklarda yer alan programın uygulamasına ilişkin açıklamalara göre, 5. sınıfta Hz. Peygamberin çocukluğu, 6. sınıfta Hz. Peygamberin gençliği, 7. sınıfta nübüvvetin Mekke dönemi (ayrıntılı), 8. sınıfta ise Medine dönemi (ayrıntılı), 9. sınıfta Peygamberliğin Mekke dönemi (ana hatlarıyla), 10. sınıfta Peygamberliğin Medine dönemi (ana hatlarıyla) işlenecek. Peki bu durumda, 5. sınıftan 12. sınıfa kadar, ağırlık noktaları ve detayları farklılaşsa bile, aşağı yukarı aynı kronolojik olayları dinleyecek olan öğrencilerin sıkılma ve bunalma gibi sorunlarına nasıl bir çare düşünülüyor acaba? Bu biraz, her sınıfta Atatürk’ün hayatının yeniden işlenmesi gibi bir garabete dönüşmeyecek mi?
Bu endişelerimi şöyle bir tecrübemle açıklayayım: Büyük ve kalabalık bir toplantının Gençlik atölyesinde moderatördüm. Katılımcıların tümü farklı şehir ve gruplardan gelen dindar kadınlardı. Çocuklarımızın durumlarını, sorunlarını konuşurken, kadınların çoğu şöyle bir tespitte ortaklaştı: “Bizim zamanımızda dinî eğitim almak büyük bir gayret ve fedakarlık gerektiriyordu; kitap yoktu, hoca yoktu ama şimdi her türlü imkân var, biz bunları çocuklarımıza sağlıyoruz, fakat bu sefer de onlarda büyük bir isteksizlik söz konusu. Dinle meşgul olmak yerine şarkı dinlemeyi, oyun oynamayı istiyorlar.” O zaman, arkadaşların çocuklarına çok küçük yaşlardan itibaren dinî eğitim vermeye başladıklarını da düşünerek şöyle bir soru sormuştum: Çocuklar bıktılar mı acaba? Bu soruya net bir cevap verilemedi, çünkü kadınlar, çok doğru ve gerekli bir şey yaptıklarına inandıklarından, bunun üzerinde pek düşünmemişlerdi.
Henüz başörtüsü yasaklarının devam ettiği yıllarda kızkardeşimin işlettiği anaokulunda ona yardım ederken, bazı dindar velilerin 4-5 yaşındaki çocuklarının dinî eğitimlerine yönelik taleplerine çok şaşırıyordum. Çocuklarına yüklü bir dinî eğitim verilmesini, hattâ hafız olarak yetiştirilmelerini isteyenler vardı. Biz taleplerini karşılamayı reddedince, bu talepleri karşılayan başka okullara yöneliyorlardı ki, o zaman bu eğitimler büyük bir gizlilik içinde veriliyordu üstelik. O velilerimiz darılmasınlar ama, zihnimde çocuklarının sırtından cennete gitmek isteyen bir anne-baba imajı uyanıyordu bu talepler karşısında. Kendisi hafız olmayı göze alamayan ama 5 yaşındaki çocuğuna böylesi zorlu bir eğitimi reva gören aileler, belki de çocuklarına büyük bir iyilik yaptıklarını düşünüyorlardı. Bu tür okullar hâlâ var ve talep de yüksek; ama müfredatları legalleşti mi yoksa eskisi gibi gizli usullerle mi çalışıyorlar, bilemiyorum. Bu konunun pedagojik açıdan mutlaka ele alınması ve bir düzene kavuşturulması şart.
Dönelim müfredat taslaklarına… Bu taslaklarda, belki alana yeterince vakıf olmayanların pek fark edemeyeceği, ancak İslâmî ilimler alanında çalışanların iyi bildiği çeşitli tartışmaların izdüşümleri mevcut. Meselâ:
“Din evrenseldir, ancak dinin yorumları tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkan ihtiyaçlar ve diğer sebeplere göre farklılaşabilmektedir. Bu nedenle öğrencinin dinî alanla ilgili konularda değişim ve sürekliliği algılama becerisi kazanması önemlidir.”
Bu cümle, dinî anlayış içindeki farklılık ve çoğulculuğu tanıyan, meşru gören bir yaklaşımı temsil ediyor. Benim de benimsediğim bu yaklaşım, dinî gruplar içindeki farklılıkları doğal karşılamayı teşvik ederken, herhangi bir dinî anlayışın “tek doğru” olarak hegemonikleştirilmesini de engelleyici bir işlev görüyor. “Peygamberimizin Hayatı” dersinin öğretiminde bu yaklaşımın benimsenmiş olması, öğrencileri toplumsal barış ve uzlaşmaya yöneltmek bakımından çok isabetli bir karardır.
Programın daha amaçlar bölümünde öğrencilerin araştırma ve sorgulamaya teşvik edileceğinin açıklanması, dinî bilginin üretimi ve değerlendirilmesi bağlamında rasyonel bir yaklaşımın temel alınacağını göstermesi açısından önemli:
“Peygamberimiz’in Hayatı dersi (5-8) Öğretim Programının öğrencilerde geliştirmeyi amaçladığı temel becerilerden biri de araştırma ve sorgulama becerisidir. Dinî ve ahlaki alanla ilgili konularda öğrencilerin kendilerinin bilgiyi araştırması ve yapılandırması derslerin en önemli amaçlarındandır.’’
Buna paralel şekilde, öğrencilerin dersle ilgili kazanımları bağlamında zikredilen bir kaç husus da, popüler din anlayışının çoğunlukla ibadet, nasihat ve menkıbeye dayalı olduğu bir vasatta, daha rasyonel kazanımlara yönelindiğini teyid eder durumda. Peki neymiş bu rasyonel kazanımlar derseniz, benim seçtiklerim şöyle:
* Dinin sabiteleri ile değişken unsurlarını birbirinden ayırt edebilme;
* Geçmişteki problemlerin neden – sonuç ilişkisini tanıma;
* Tarihsel olguları ve yorumları ayırt etme;
* Zamanla oluşan değişimi algılama.
Ayrıca, “Geleneğe saygı yanında, onu akıl, bilim ekseninde sorgulama ve güncel meseleleri çözümleme özendirilmiştir” cümlesi de, popüler menkıbevi din anlayışının temellendiği ve beslendiği “gelenek” konusunda öğrencilerin taklitten ziyade sorgulamaya özendirildiğini gösteriyor.
Peygamberimizin Hayatı dersinin müfredat taslaklarında beni en çok heyecanlandıran konuyu sona bıraktım. Şu aşağıdaki başlığa ve onu takip eden cümlelere bir bakın lütfen:
7.6. Kültürel Farkındalık Becerisi
Kültürlerarası farkındalık becerisi; kendi kültürünü tanıma, benimseme, diğer kültürden olan kişilerle empati kurma, o kişilerin davranış ve düşüncelerini eleştirmeden anlamaya çalışma, kişileri farklılıkları ve benzerlikleri ile kabul etmeyi içerir… Peygamberimiz’in Hayatı (5-8) ve (9-12) dersinde öğretmenlerin aşağıdaki alt becerileri kazandırmaya yönelik derslerde yapacakları etkinlik ve çalışmalar, bu becerinin gelişmesine katkı sağlayacaktır.
* Coğrafi ve kültürel farklılıkların dini anlama ve yaşama biçimleri üzerinde etkilerini irdeleme,
* Diğer toplum ve kültürle ilgili temel kavramların farkında olma,
* Farklı din ve inanç gruplarının bir arada yaşama tecrübelerini örneklendirme,
* Sosyal ilişkileri güçlendirmede ve barış kültürünü yaygınlaştırmada sorumluluklar üstlenme,
* Toplumsal gelenekleri, kültürel öğeleri ve dil çeşitliliğini tanıma,
* Yerel, ulusal ve uluslarası kültürel mirasın farkında olma.
Itiraf etmem gerekirse, böyle bir müfredatta hiç beklemediğim güzellikte cümleler ve temenniler bunlar. Peygamberimiz’in Hayatı dersinin, kültürler arası empatiye dayalı olumlu yaklaşımları geliştirme konusunda bir zemin olarak kullanılma niyeti bence gerçekten takdire şayan. Ancak, İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük gibi derslere sinmiş olan, Türk milliyetçiliğini yüceltici arkaik tavırlar ile bu derste benimsenmesi beklenen, başka kültürlere de empatiyle bakmayı teşvik eden yaklaşımın nasıl uzlaştırılacağı konusu, bence çözülmeyi bekleyen büyük bir sorun olarak ortada duruyor. Müfredatlar kesinleşmeden bu soruna çare bulunmazsa, öğretmenlerin işi çok zorlaşır. Benden hatırlatması…