Esas itibariyle, kolonyalizm ve Nazizm arasındaki bağlantılara ilk dikkat çeken kişi Totaliteryanizm’in Kökenleri başlıklı ufuk açıcı çalışmasıyla Hannah Arendt’tir. Arendt’in İkinci Dünya Savaşı sürecinde Avrupa’ya hakim olan faşist rejimler—bilhassa Nazi Almanya’sı— ve Avrupa’nın kolonyal imparatorlukları arasındaki girift ideolojik, teknolojik, askeri ve ekonomik bağlantıları ortaya koyması son dönemde Batılı tarihçilerin ve araştırmacıların ilgi odağı olmuştur.
Arendt, Avrupa emperyalizminin bu kıtada nevş ü nema bulan soykırım olaylarında oynadığı rolü ele alırken aynı zamanda bu muazzam şiddetin antropolojik, felsefi ve tarihsel doğasına ilişkin de çıkarımlarda bulunarak son dönemde soykırım literatüründeki eleştirel yaklaşımları oldukça etkilemiştir .
Bu eleştirel yaklaşımın Dirk Moses ile birlikte önemli temsilcilerinden biri olan Dan Stone, emperyalist güçlerin kolonyalist siyasalarının yapısal unsurlarını/belirleyicilerini ve bunun Nazi Almanya’sına olan izdüşümlerini irdeler. Bu bağlamda, Hitler Almanya’sının yayılmacı politikalarına odaklanır.
Bir noktanın altını bir kez daha çizmek gerekir: gerek Moses’ın gerekse de Stone’nun literatürde uzun bir süre var olan Yahudi Soykırımı’nın biricikliği ve diğer soykırımlarla karşılaştırılamaz içeriği paradigmasına yönelik eleştirisi Holokost ile kolonyal soykırımın iki aynı olay olarak gördükleri anlamına gelmez.
Her iki araştırmacı da yalnızca bu iki imha eylemi arasındaki yapısal benzerliklere dikkat çekerler. Zira bu eylemler, modern Batı’nın ‘yükselişini’ karakterize eden ırk temelli bölgesel yayılmacı pratiklerin sürekliliğinin bir parçası olarak mülahaza edilmelidir.
Sonuç olarak, ulus inşası tarihi, Batı’nın ‘medenileştirme’ misyonu diskuru, antropolojik gerekçelendirmeler eşliğinde yapılan ırkçı temellendirmeler ve kolonyal hırslar gibi yapısal parametreleri göz önüne aldığımızda, Soykırım Çalışmaları’nda yeni bir tarihyazımı perspektifinin ortaya çıktığı görülmektedir.
Bu yeni yaklaşımın başat katkısı Yahudi soykırımına da dinamik, karşılaştırmalı ve eleştirel bir bakış getirmesidir. Dolayısıyla, Stone ısrarla diğer soykırımların Shoah ile farklılıktan daha ziyade benzerlikler ihtiva ettiğini belirtir. Ayrıca bu yaklaşım, soykırımı tarihsel bir çerçevede anlamak adına kavramı dünya tarihi ve insan davranışlarındaki gelişmelerin eksenine oturtur.
Moses gibi, Stone da modern devletin ‘ilkel’ unsurlarından ‘medenileştirme’ söylemine dikkat çeker. Bu bağlamda, Stone’nun da altını çizdiği üzere araştırmacılar soykırım literatüründe bir taraftan kolonyalizmin soykırımsal doğası ve diğer taraftan Holokost’un kolonyal içeriğine vurgu yapan bu yeni eğilimi keşfettiklerinde, kolonyalizmin yerli halkları elimine etmek anlamına geldiği görülecektir.