TTB’nin Afrin harekâtı hakkında yayınladığı bildiriyle başlayan tartışmalar yeni boyutlar kazanarak devam etmekte. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşmasında TTB’nin isminden Türk kelimesinin kaldırılmasını ve serbest doktorluk yapmak isteyenlerin TTB’ye üye olma mecburiyetine son verilmesini istedi. Bu tür kuruluşların isimlerinde Türk ve Türkiye kelimesinin kullanılması özel izne bağlı. Meslek odaları birliklerinin hemen hepsinin isminde Türk veya Türkiye kelimesi var: TOBB, TMMOB, TBB başlıca örnekler. Öyle sanıyorum ki Erdoğan’ın talebinden sonra bu hususta gelişme ve değişiklikler olacaktır.
Bu mesele üzerinde odaklanmadan önce, olayla ilgili görüşlerimi tekrar açıklamakta fayda var. TTB’nin açıklaması hiç inandırıcı değildi. Bunun nedeni, kuruluşun çatışma ve şiddet olayları karşısındaki tavır sicili. Bu sicil göz önüne alındığında, muhtemelen TTB “savaşa karşı” olmaktan ziyade zihnî-ideolojik yakınlık içinde olduğunu sandığım PYD çizgisinin Türkiye’nin resmî şiddetinin hedefi olmasından rahatsız. Öyle olmasaydı, daha önce de benzer bildiriler yayınlamış olması beklenirdi. Meselâ PKK’nın Güneydoğu’da hendek siyaseti izleyerek devletin karşı şiddetini dâvet etmesine itiraz ederdi. Ve/ya Türkiye Fırat Kalkanı operasyonuyla DAEŞ’e karşı resmî şiddet kullanmaya başladığında benzer bir açıklama yapardı. Oysa TTB bu olaylara sessiz kaldı. Böylece kendi inandırıcılığının altını oydu. Son açıklamasıyla ilkesiz, ikircikli, hattâ ahlâksız bir yüz sergiledi.
Şüphe yok ki bu değerlendirme, TTB yöneticileri hakkında hukukî soruşturma başlatılmasını onayladığım, TTB merkez konseyi üyelerinin gözaltına alınmasını doğru bulduğum anlamına gelmez. Olayın patlamasından hemen sonra sosyal medyaya düştüğüm ilgili notta da ifade ettiğim üzere, bu ilkesiz tavır kınanma, ayıplanma, dışlanma, ağır şekilde eleştirilme, protesto edilme gibi toplumsal müeyyidelerle “ceza”landırılmalıydı. Bildiri nahoş olsa bile, teröre açık bir destek sayılmaması için dikkatle kaleme alınmıştı. Soruşturmadan bir şey çıkması mümkün değildi. Nitekim gözaltına alınanlar birkaç gün sonra serbest bırakıldı. Halk deyişiyle, “atılan taş ürkütülen kurbağaya değmedi.” Umarım benzer hatâlar tekrarlanmaz. Resmî hukuk mekanizmaları hak ihlâli yaratacak, kınama ve eleştirilerin toplumsal meşruiyetine zarar verecek bu tür yanlışlarda kullanılmaz.
Diğer taraftan, TTB ve benzerlerinin böbürlene böbürlene dile getirdiği “sivil toplum kuruluşu” olma iddiaları da siyaset bilimi ve hukuk teorisi açısından boş. Bunlar sivil toplum kuruluşu değil. En fazlasından, yarı-resmî sivil toplum kuruluşları. Özünde ise devlete eklemli, devletin uzantısı olan kuruluşlar. Çünkü özel kanunla kuruluyorlar. Üyelik mecburî, aidat ödemek mecburî. Aidat alacakları hakkında vergi dairesi gibi işlem yapabiliyorlar. Şeffaf da değiller. Ele geçirenin elinde kalıyor ve sanki meslekî değil siyasî birer birlikmiş (âdetâ bir siyasal partiymiş) gibi, meslek mensuplarının iş ve çalışma şartlarını geliştirme görevlerini kısmen veya tamamen bir yana bırakıp, boğazlarına kadar ideolojiye ve aktüel siyasete batıyorlar.
Aslında bu gerçek eskiden beri bilinmekteydi. AK Parti hükümetleri yıllar önce sistemi ıslâh için bir reform paketi geliştirmeye teşebbüs etti. Ama ülkenin yüklü gündemi nedeniyle ve ağır tepkiler oluşmasından da korktuğundan olsa gerek, reform devamlı ertelendi. Liberal Düşünce Topluluğu da altı yedi sene önce bu probleme dikkat çeken bir araştırma yaptı ve bir rapor yayınladı. Bu kuruluşların anti-demokratik olduğunu ve siyaset teorisinde ahlâkî tehlike denen durumları yarattığını belirtti. Meslek örgütleri alanında âcilen reform yapılmasını istedi.
http://www.liberal.org.tr/sayfa/turkiyede-kamu-kurumu-niteligindeki-meslek-kuruluslari-sivil-toplum-ve-demokrasi,484.php
Gördüğüm kadarıyla şimdi, LDT’nin işaret ettiği yolda ilerleniyor. Şerden hayır doğdu. Cumhurbaşkanı daha sonraki açıklamalarıyla LDT’nin önerilerine iyice yaklaştı. Meslek örgütlerinin yapılanması ve işleyişinde ciddî değişiklikler tasarlanıyor. Bu kuruluşlar, meslek mensubu herkesi temsil ediyormuş intibaını veren “Türk” ve “Türkiye” kelimelerini isimlerinde kullanamayacaklar. Odalar ve barolar tekel olmaktan çıkacak. Bir ilde toplumsal talebe göre birden fazla oda ve baro kurulabilecek. Böylece ahlâkî tehlike ihtimali azalacak veya belki tamamen ortadan kalkacak. Üyelik mecburî olmaktan çıkacak. İsteyen üye olacak. Aidat ödenmesi de kaynakta yapılmayıp üyelerin iradesine bırakılacak.
Bütün bunların yapılması gerektiği çok açık. Gönül isterdi ki LDT’nin önerileri daha önce hayata geçirilmiş olsun. Bu yapılmış olsaydı TTB krizi doğmazdı. Bir tabip odası böyle bir bildiri yayınlayınca ya diğer tabip odaları karşı görüş belirtir, ya da hiç kimse bu açıklamayı ciddiye almaz, güler geçerdi.
Yine de reformun geç olması hiç olmamasından iyidir. Zaten kriz zamanları genellikle reformların önünü açar. Böylece Türkiye büyük bir reform gerçekleştirecek. Bunun sivil toplumu ve demokrasiyi güçlendireceğine kuşku yok.
Hayırlı olsun!