(Hatıra yazılar)
Bu hafta (18 Ağustos günü) Mete Tunçay’ın vefatını geç öğrendim, Levent’te ikindi namazından sonra kılınan cenaze namazına yetişemezdim, en azından orada hazır bulunmak isterdim. Daha önce vefat eden Kemal Tahir (1973), Mehmet Ali Aybar (1995) ve Kürşat Bumin (2018)’in cenaze namazlarına katılmıştım.

Mete Tunçay’ın cenazesine niçin özellikle katılmayı istediğimi yazının sonunda anlatacağım.
Kemal Tahir’e özel bir muhabbetim vardı, Tohum Dergisi’nde Devlet Ana ve Yol Ayrımı romanlarıyla ilgii tanıtıcı iki yazı yazmıştım. Dergah Yayınları’ndan değerli ağabeyim Ezel Erverdi’nin riyasetinde birkaç kişi Kemal Tahir’i evinde ziyaret etmiştik, yazıları kendisine takdim ettim, çok sevindi, öpüp baxşına koydu, Özellikle Yüksek İslam öğrencisi olmam onun çok ilgisini çekmişti.
Sosyalist hareketin önde gelen isimlerinden ve TİP’in kurucusu Mehmet Ali Aybar’la beni sıkça Düşünce Dergisi’ne gelen Artin tanıştırmıştı, bir keresinde beni Beyoğlu’ndaki yerlerine götürüp konuşma yapmamı sağladı.
Artin, beni çok severdi, o sıralarda yurtdışında Ermeni çeteler bizim büyükelçiliklerimize terör saldırıları yapıyor, suikast düzenliyorlardı. Her seferinde Artin geldiğinde
-Ah, Aliciğim Kurban Bayramı yaklaşıyor, derdi.
Artin’in Kurban bayramında kastı, elçilerimize yönelen suikastlar dolayısıyla Ermeniler’in de katilama maruz kalacakları korkusuydu. Ben de ona
-Öyle şey olmayacak, korkma, 1915’in şartları başka, savaş haliydi, tek taraflı değildi, mukatele söz konusuydu, der, onu teskin ederdim. Yine mutmain olmayınca
-Gerekirse seni evimde saklar, korurum, derdim. Bak Mardin’de Süryanileri tarikat şeyhleri korudu, Rize’de 90 Müslüman kadın Rumlara sahip çıktı, onları evlerinde sakladı.
Derdim ama Artin korkmaya devam ederdi.
Kürşat Bumin, Türkiye’de seçkin entelektüellerden biriydi, dürüsttü, cesur ve açık sözlüydü. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da Hak-iş salonunda yapılan ilk Anayasa sembozyumunda rahmetli Burhan Kuzu’nun askerlere selam çakan konuşması üzerine, kendisi kürsüye çıkmış ve ön safta konuşmaları izleyen generallerin yüzüne bakarak 12 Eylül’ün gayrımeşru, kanlı bir darbe olduğunu söylemiş, Burhan Kuzu’yu da yerden yere vurmuştu. Bumin hoca ile çok teşrik-i mesaimiz oldu, televizyolarda ortak programlar yaptık, 28 Şubat 1997’de Yaşar Büyükanıt’ın talimatıyla Ağır Ceza’da yargılandık.
O da cenazesine katılmayı hak ederdi.
Tanışmadan önce Mete Tunçay’a pek mesafeli bakardım. Rivayet odur ki, vefatından birkaç gün önce biriki arkadaşıyla Kemal Tahir’in evine gitmişler, akşamdan sabaha kadar neden “çizgi değiştirdiği”ni sormuşlar, sorgulamışlar, Kemal Tahir bunun üzerine çok üzülmüş, yorulmuş, hatta bu üzüntü kalp krizi geçirmesinde amil olmuş.
Sonraları bunun ravileri pek sika olmayan mevzu bir rivayet olduğu yönünde fikir hasıl oldu, birkaç kez ona da sormayı düşünüyordum, her seferinde unutuyordum.
Mete Tunçay’la tanışıklığım çeyrek asra dayanır, onunla daha çok ulusal ve uluslar arası sempozyum ve benzeri toplantılarda tanışmıştım. Mehmet S. Aydın’ın 2002’de aktif siyasete atılmasından sonra seri toplantı ve sempozyumların başkanlığını Mete Tunçay üstlenmişti, babacan, kucaklayıcı bir kişiliği vardı.
Mehmet Aydın hocanın siyasete atılmasına çok üzülmüş, hatta gazetedeki köşemde bunu yazmıştım. Aydın hoca Montogamery Watt yanında çalışmış, Kant üzerinde yazmış, Fazlurrahman’ı çevirmiş güçlü bir entelektüeldi. Bana göre siyaset ortaboy kimselerin, hatta Çetin Altan’ın deyimiyle mesleği olmayanların mesleğidir! Aydın hoca gibi birinin siyasette ne işi vardı.
Evet, bunu gazetemdeki köşemde yazmıştım, Aydın hocanın bana içerlediğini düşünüyordum ama yıllar sonra bakan olarak Mardin’e geldiğinde –ben de tevafuken ordaydım- beni öğle yemeğine davet etti. Yemekte mülki erkan da vardı, yemek yerken Mehmet Aydın hoca, bir anda mülki erkana dönüp
-Şu solumda oturan Ali Bulaç var ya! Siyasete girmeye karar verdiğimde fena bir yazı yazdı, sen Hoca siyasette ne işin var diye, Valla iki dönemdir seçiliyorum, bakan da oldum. Ama Ali Bulaç haklı çıktı, Aliciğim, merak etme üçüncü dönem olmayacak, dedi. Herkes ne diyeceğini bilmezken ben
-Estafurullah Hocam, çok yararlı işler yaptınız dedim. Dedim ama bence vaziyet benim dediğim gibiydi.
Vefatından sonra Mete Tunçay’la ilgili güzel yazılar yayınlandı, ben onları tekrar etmeyeceğim. Onunla bir hatıramı anlatayım.
Bir keresinde kalabalık bir heyetle Balkanlar’a gitmiştik. Bundan önce de Mete Tunçay’la aramızda bazı mükalemeler geçerdi. Bu sefer neredeyse üç gün hep yan yana olduk ve bana sürekli İslam imanı hakkında sualler sordu. Bilhassa ahiret onun fazlasıyla ilgisini çekiyordu.
Bir ara ona inanıp inanmadığını sordum, bana
-Ben kültürel müslümanım. Allah derim, sağ elimle yerim, sol ayağımla tuvalete girerim, taharete alırım vs, şeyler dedi. Ama hakikatte o agnostikti.
Agnostikin inancı eğer bizim kelamcılarımızın çizdiği çerçevede ise tevile açıktır, te’vil’de tekfir olmaz yani kelamcıların dediği gibi “Zat bilinmez” deniyorsa, bu doğrudur ve esasında aksi de savunulamaz. Hıristiyanlıktaki sapma –ki teolojinin esası budur- Tanrı’nın Zat’ı üzerindeki tartışmadan kaynaklanmıştır, biz müslümanlar Zat’ın ne olduğunu bilemeyiz, aklımızın, idrakimizin ötesindedir ama Zat’ın zatiyeti kat’idir, bundan dolayı Zat marifetülhalk (Varlık) ve Marifetü’nnefs üzerinden bilinir. Bu “bilgi türü”ne Zat’ı isimlerinden, sıfatlarından ve fiillerinden tanıma (marifet) denir. Zat’ın tabiatı bilinmediğinden bilimsel bilginin konusu da değildir, bu yüzden Allah bilinmez, tanınır. Zat’la ilgili “ilm” kelimesi değil, “marifet” kullanılır. Varlık alemi (alem), bilginin (ilm)in konusudur. Kelime-i şehadet sayısız ve türlü “alametler”den müteşekkil “alem” üzerinden Allah hakkında bir “ilm”e sahip olmak demek olup isim, safat ve fiillerden ibaret bu ilme biz ma’rifet deriz. Ma’rifet üç haliyle bir arada olduğunda güvenilir bilgi yani hakikatinden emin olduğumuz iman hasıl olur, iman emniyetinden şüphe etmediğimiz bilgidir: Bunlar da Marifetünnefs (Kendini, nefsini bil), Marefitülhalk (Varlık alemini bil, bilimsel pozitif bilimlerin sahasına giren her disiplin) ve buradan Marifetüllah’a ulaş. Anahtar cümle sarihtir: Zat’ta tenzih, isim ve sıfatlarda teşbih!
Mükalemede Mete Tunçay bunlara itiraz etmedi ama yine dönüp dolaşıp ahiret konusuna geldi. Benzer bir mükaleme Kafkasya gezisi sırasında Murat Belge ile de aramızda geçmişti, nasip olursa belki birgün onu da anlatırım.
Ben genel olarak müslümanların ahiret gününe niçin ve nasıl inandıklarını anlatmaya çalıştım:
-Varılk aleminin bir sonu var, buna kıyamet denir. İkinci Sur’un üfürülmesinden sonra herkes ayağa kalkacak, Mahşer denen yerde toplanılacak, herkes dünya hayatında her ne yapmışsa bunun dökümü/hesabı yapılacak, Peygamber Efendimiz (s.a.)’in gayet güzel anlattığı üzere Muhasebe yapılacak, boynuzsuz koyun dahi boynuzlu koyundan hakkını aldıktan sonra, iyiler cennete, kötüler cehenneme gidecek.
-Tamam, dedi. Bunu anladık, ben de biliyorum. Benim sorum şu: Kişi öldükten hemen sonra nereye gidiyor, ne oluyor? Dedim ki
-Bu bizim için gaybtır, ben gayb alemine ait konularla pek ilgilenmem, Haber-i Sadık olarak bize ne gelmişse, ben ona inanırım. Mamafih şöyle bir bilgi veya açıklama var: Kişi öldükten hemen sonra berzah alemine gider. Orası bekleme salonu gibi bir ara menzil.
-Berzah’ta ödül ve ceza yok mu?
-Yok dedim, hesap kitap (yargı) olmadan nasıl ödül ceza olur
-Olmaz, dedi, bu alçak zalimler, katiller, hırsızlar, zorbalar (ve daha neler saydı) öldükten sonra Berzah’ta rahat olamazlar, bu olmadı.
Berzah denen bekleme menzilinde inkarcıların ve kötülerin büyük sıkıntı içinde ve mutsuz; mü’minlerin ve iyilerin rahat ve sıkıntısız olacaklarını söylediysem de, onu ikna edemedim. Sonraları bu konuya döneriz, dediysek de kısmet olmadı.
Yaklaşık 10 senedir onu görmedim, hep birgün onu ziyaret etmeyi düşünüyordum, kısmet değilmiş.
Kültürel Müslüman Mete Tunçay, seçkin bir bilim insanı ve güçlü bir kişilikti. Birgün birlikte akşam televizyondan haberleri izlerken Nisan-2006’da vefat eden Yaşar Tunagür’ün Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazı haberi veriliyordu. Hıncahınç bir kalabalık vardı, Mete Tunçay hoca biraz da tahassürle şöyle dedi:
-Ben de ölürken böyle bir cenaze namazım olsun isterdim.
Haberi beraber izlediğimiz Hayrettin Karaman hoca
-İnananların olur (mu?) veya (inşaallah) senin de olur (mu?) dedi, hatırlayamıyorum.
Herhalükârda Mete Tunçay’ın cenaze namazında hazır olmayı çok isterdim. Bence Tunçay, gökkubbede güzel bir seda bıraktı, şimdi Berzah aleminde ne yapıyor, merak ediyorum.
Şanı yüce Allah’ın rahmeti ve merhameti varlık alemini ve içindekilerin tamamını kuşatacak kadar ve daha fazla geniştir.