Türkiye için bir karar kavşağındayız. Sayın Erdoğan’ın formüle ettiği haliyle, ya küçüleceğiz ya da büyüyeceğiz. Ben bu formülasyonu şu şekilde ele alıyorum. Ya gelişip serpileceğiz, zenginleşeceğiz, bölgesel güç olacağız. Ya da sorunlarına gömülüp kalmış, fakirleşmiş, istikrarsızlaşmış, içe kapanmış bir üçüncü dünya ülkesi olacağız.
Eğer radikal sistem değişikliğine gitmezsek küçüleceğiz. Çünkü yapısal sorunlarımızın geldiği düzey, sistemik değişikliği kaçınılmaz kılıyor. Eğer radikal sistem değişikliğine gidebilirsek büyüyeceğiz. Bunun için yeni normlar, yeni bakış açıları, yeni tahayyüller inşa etmemiz gerekiyor.
Ancak uzun zamandır yeniyi inşa edemiyoruz. Çünkü sistemi değiştiremiyoruz. Bir türlü, sivil ve siyasi muhafazakarlığı aşamıyoruz. Şimdi MHP’nin önerisi ile bir fırsat oluştu. Ancak MHP’nin öne sürdüğü koşullar da radikal bir sistem değişikliğine değil, muhafazakârlaştırılmış bir sistem değişikliğine olanak sunuyor. Oysa Türkiye’nin muhafazakârlaştırılmış bir başkanlık sistemi dönüşümüne değil, radikal bir başkanlık sistemi değişikliğine ihtiyacı var.
Üç görev, üç ilke
Muhafazakârlaştırılmış bir sistem değişikliği ile, özgürlükçü ve çoğulcu bir Türkiye yaratamayız. Özgürlükçü ve çoğulcu bir Türkiye’yi ancak radikal sistem değişikliği ile sağlayabiliriz. Bu tercihi yapmakla da işimiz bitmiyor. Radikal sistem değişikliği önerisi de üç görev, üç ilke esasına dayanmak, bu görev ve ilkeleri kendine kılavuz seçmek zorunda.
Birinci görev, yeni bir toplumsal sözleşme oluşturarak iç barışı sağlamak. İkinci görev, ülkenin yaratıcılığını ve enerjisini açığa çıkarmak. Üçüncü görev, ülkeyi sosyal, kültürel, ekonomik nüfuz alanları itibariyle büyütmek.
Üç görev üzerine kurulu radikal sistem değişikliğine üç ilke felsefesini yedirmezsek yine istediklerimizi elde edemeyiz.
Birinci ilke, radikal demokrasi. Türkiye’nin demokrasi çıtasını evrensel demokrasi normlarıyla aynı standartlara getirmesi gerekiyor.
İkinci ilke yasama, yürütme ve yargı organları arasında denge-denetleme esasına dayalı çelişki-uyum paradoksunu sağlayabilmek. Bu da ancak hukuk devleti olmakla sağlanabilir. Yani devleti oluşturan güvenlik, yargı, sağlık gibi kurumlar şeffaf olacak, hesap verebilir olacak, denetlenebilir olacak. Maalesef son günlerde bazı kalemler kurumlaşmayı, kurumların özerkleşmesini kurumların vesayet talebi olarak değerlendirmekte. Bu, hatâlı bir bakış açısı. Kurumların vesayeti farklı; kurumların özerkleşmesi, hesap verebilir, denetlenebilir, şeffaf olmaları farklı bir durumdur.
Radikal sistem değişikliğinin üçüncü ilkesi, yerel demokrasi talebidir. Türkiye ademi merkeziyetçi bir sisteme evrilmedikçe, yerel demokrasi inşa edecek bir sistem esnekliği yaratamadıkça, ne Kürt sorununu çözer, ne de Kürt hinterlandı ve Musul-Kerkük hattı üzerinde bir nüfuz alanı inşa edebilir. Bunları sağlayamadıktan sonra da büyümesi hayal olmaktan öteye gidemez.
Statükoyu geçiş dönemi ile aşmak
Devlet Bahçeli’nin önerisiyle, dönüştürülmüş Türkiye’yi hayata geçirebilmek için ufukta bir umut belirdi. Ancak yine sevinemiyoruz. Çünkü MHP’nin önerisi hayata geçerse, siyasal engel, ancak sistem değişikliği muhafazakârlaştırılarak aşılmış olacak. Sistemin esası değişmeyecek, Anayasa’nın ilk dört maddesi yerinde duracak.
Bu durumda radikal sistem değişikliği isteyenler ne yapacak? Karşı mı çıkacaklar?
Hayır, karşı çıkmayacaklar. Zira reel politik şartlar, MHP’nin önerisini desteklememiz gerektiğini söylüyor. Ancak bu destek, kapalı değil ucu açık bir destek olacak; “muhafazakâr sistem değişikliği önerisi, bir ‘ara yol’ haline getirilmelidir” temennisine dayanacak. MHP’nin destek koşullarını dikkate alan bir ara sistemle, bir “geçiş dönemi” hazırlanır, ardından da gerçek yani radikal değişikliğe gidilir, diye umacak.
Bu topraklar değişimi sevmeyen, değişimi lânetleyen topraklar. O yüzden MHP’nin önerisine taktik nedenlerden dolayı “evet” diyeceğim. Ancak üç görev, üç ilke yaklaşımımdan dolayı da muhalefet edeceğim.