Ana SayfaYazarlarMichelle ve Erdoğan

Michelle ve Erdoğan

[14 Mart 2015] Olağan hayatımı ezen rutinlerin üç gün bile olsa dışına çıkınca, havaalanlarında, uçaklarda, akşamları otelde, ya da hattâ konferans sırasında (hoşlanmadığım dar-legalist tebliğleri dinlemeye bir noktadan sonra boş verdiğimde), birazcık zamanım oldu düşünmek ve notlar almak için. Sayfa sayfa yazı taslakları hazırladım – tabii Padova tebliğim (Bir dönemin adı: “Ermeniler kesilirken”); sonra Serdar Kaya’nın Boğazlıyan kaymakamının idamı etrafında baş gösteren kamplaşmalar hakkında yazdıklarından esinlenen, 1876 Selânik vak’ası ve idamları hakkında bir not; sonra asıl bir Erdoğan eleştirisi, kısmen Murat Belge’nin 15-16 Şubat röportajından, kısmen daha sonra Gürbüz Özaltınlı’nın (bu sitede, 4 ve 11 Mart’ta) yazdıklarından türeyen.Bu sabah evde bilgisayarımı açtım; çeşitli web sitelerinde gezinir ve bir yandan da acaba sonuncusundan mı başlasam derken, daha önce atladığım, ilk bakışta görece önemsiz bir haber çarptı gözüme. İzninizle, önce birkaç arkaplan hatırlatması yapayım. (1) Avrupa’da beyaz ırkçılar, zaman zaman siyahlara “maymun” diye sataşıyor (monkey veya ape). Özellikle futbol maçlarında, Afrika kökenli futbolcuları hedef alan bu hakaretlere çok rastlanmakta. Bilhassa Rus ve İngiliz hooligan’ları, bu pespayelikle temayüz ediyor. Ama tabii Türkiye’de de, siyah futbolcusuna “yamyam” diyen kulüp başkanları çıkmıştı geçmişte. (2) Aralık 2014’te önce Kuzey Kore’nin Kim Jong-un rejimini konu alan bir komedi filminin vizyona girmesini önlemeyi hedef alan hacking eylemleri, ardından bu sefer Kuzey Kore’de meydana gelen esrarengiz internet kesintileriyle tırmanan gerilim ortamında, söz konusu küfür türü diplomasiye de girmiş; bir Pyongyang sözcüsü işi Obama’yı “tropikal bir ormanda yaşayan bir maymun”a benzetmeye kadar vardırmıştı. Oysa (3) 1861-65 iç savaşının, köleliğin kaldırılmasının ve ırk ayırımcılığına karşı 1950’lerden itibaren yükselen mücadelenin mirası sayesinde, özellikle ABD kamuoyu son derece hassas bu konularda. Hele medyada, etnik-dinî aşağılamaya tolerans, en azından prensipte sıfır. Ayrıca (4) ABD’de çok sayıda Hispanik ve/ya Latino da var ve (5) bu kesim son iki seçimde çok büyük ölçüde Obama’ya oy verdi; bütün iniş çıkışlarından sonra bile bugün de desteklemeye devam ediyor. (6) Univision büyük bir medya imparatorluğu ve Birleşik Devletlerin İspanyolca yayın yapan televizyon şebekeleri arasında rating’leri itibariyle ilk sırada. (7) Kendisi de Venezuela kökenli olan Rodner Figueroa, 17 yıldır çalıştığı Univision’ın en tutulan spikerlerinden. Hararetli de bir Obama taraftarı, üstelik.Gelelim olayın kendisine. 11 Mart Çarşamba günü Rodner Figueroa gene canlı yayında; bir talk-show programının sunuculuğunu yapmakta. Numarası çeşitli ünlülerin kılığına girmek olan bir makyaj sanatçısı, Figueroa’nın sert eleştirilerine konu oluyor. Dikkat edin: söz konusu ünlülerin asıl görüntülerini değil, adı geçen makyaj sanatçısının kendini onlara benzettiği görüntüleri hedef alıyor. Bu bağlamda sıra Michelle Obama’ya da geliyor. Figueroa “Michelle Obama Planet of the Apes [Maymunlar Gezegeni] filminin kadrosundan çıkmışa benziyor” cümlesini sarfediyor.Kastı açık. Michelle Obama’nın değil, söz konusu makyaj sanatçısının resmettiği sözümona Michelle Obama’nın Maymunlar Gezegeni’nden çıkmışa benzediğini ifade etmeye çalışıyor. Ama öyle veya böyle, Amerika’nın siyah First Lady’si ile “maymun” (ape) sözcüğü yan yana gelmiş bir kere. Kıyamet kopuyor. Univision olağanüstü ağır sözcüklerle kaleme alınmış bir açıklama yayınlayarak Rodner Figueroa’yı saniyesinde kapının önüne koyuyor. Ardından bizzat Figueroa, Michelle Obama’ya bir mektup yazıp uzun uzadıya özür diliyor, kalben bağışlanmasını rica ediyor.Şimdi bütün bunları neden yazmak ihtiyacını duydum? Sanırım, bütün diğer eksikleri ne olursa olsun, Amerika’nın siyasî kültürü ile Türkiye’nin siyasî kültürü arasındaki önemli bir fark, bu olayda somutlandığı için. Normal bir demokratik yaşamın olmazsa olmazlarından biri (en önemlisi) özgürlük ise, herhalde bir diğeri de karşılıklı ölçü, nezaket, saygı ve terbiyeye dayalı bir konuşma ve tartışma tarzı. Norm/al demek, ortalama demek değil; belirli norm’ları, ölçütleri, davranış standartları olan, bunları gözeten ve koruyan (bir siyasal hayat) demek. Buna, rakibin ve karşıtın bile olsa bütün “öteki”lere, başka parti ve liderlere, bu çerçevede devlet ve hükümet başkanlarına nasıl hitap edeceğin; haklarında ne diyeceğin ve diyemeyeceğin; özellikle kişiliklerine yönelik (ad hominem) nitelemelerde bulunup bulunamayacağın da dahil. Hepsi bir arada, belirli bir coexistence, bir “bir arada yaşama” kültürünün nişane ve tezahürleri. Elbette, zaman içinde herhangi bir noktada özgürlük, sadece ölçü ve terbiye norm’larına uyanların hakkı değil. Herkesin hakkı (yasalar ölçüsünde). Ama şu da var: söz konusu norm’ların sürekli çiğnenmesi, istismar edilmesi, ayaklar altına alınması, üzerinde tepinilmesi, yok sayılması, ister istemez özgürlüğün ve demokrasinin de aşınıp yıpranmasını beraberinde getirir. Ortalığı konuşma yerine bağırma, hırçınlık, saygısızlık, amigoluk, küfür ve hakaret kapladığında, demokrasinin muhtaç olduğu ılımlılık, rasyonellik ve itidal yok olup gider. Kamuoyunda, anlatmaya çalıştığım ortak dil ve kültürle belirlenen genişçe bir “merkez” veya “orta” veya “ara zemin”diye bir şey kalmazsa, bu başlı başına ciddî bir sakatlık demektir.Derdim şu: Yukarıda özetlediğim Rodner Figueroa haberini benim gibi dış kaynaklardan okuyanların (ki herhalde epey vardır) acaba kaçı, ABD’nin yerine Türkiye’yi, Michelle Obama’nın yerine de meselâ Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı koyarak düşündü? Daha önce de yazdım; acaba bu ülkenin tarihinde hangi politikacı, 2002’den bu yana ve özellikle son dört beş yılda Erdoğan kadar — siyasî eleştiriye değil; benim de tonla eleştirim var geçmişte de yazdığım ve gene yazmak istediğim; ama doğrudan doğruya kişiliğine yönelik — küfür ve hakarete, aşağılamaya, en tiksindirici sataşmalarla üzerinde tepinilmesine maruz kaldı? Hemen bütün “solcu” karikatür dergilerinde ağız kısmı israrla dışarıya fırlamış şekilde, yani maymuna benzetilerek çizildi, sosyal ırkçılığın olabilecek en çıplak ifadesiyle. Cahil dendi, hain dendi, ha kaçtı ha kaçacak dendi,”Reco Kongo kenesi” dendi; firavun dendi; kâh Abdülhamitlik, kâh Vahdettinlik, kâh Hitlerlik, kâh Kuzey Kore diktatörlüğü yakıştırıldı. Mazur görün, aynen yazacağım: Üçüncü köprüye “Emine” adı verilsin dendi — hepimiz her gün “üzerinden geçelim” diye. Evet, bir takım gösterilerde sol grupların tezahürat konusu oldu bu muazzam “espri.” Sonra da bu solcu erkeklerin bir kısmı gidip, sırf ucunu AKP’ye batırabiliriz Makyavelizmiyle, Özgecan Aslan cinayetini uzun uzadıya protesto ettilerse, ona da hiç şaşmam. Yetmedi; öldüğünde herkesin gidip mezarına tükürmesi çağrıları yapıldı.Merak ediyorum; anti-AKP diye tarif edebileceğim muhalefet içinden herhangi bir kimse, bir siyaset adamı, köşe yazarı veya kamuoyu önderi, durun, yapmayın, ayıp, bu kadar da olmaz diye eleştirdi mi, karşı çıktı mı bütün bunlara? İnternette neredeyse her gün bol bol “nefret söylemi”nden söz ediliyor. Erdoğan “affedersiniz… Ermeni dölü dediler” demek isterken, yani o “dölü” sözcüğünü telaffuz etmekte zorlanırken, ağzından çıkan “affedersiniz… Ermeni”de kaldı diye kıyamet koptu. Olur, kopabilir; daha dikkatli konuşsaydı o zaman. (Ayrıca, ben dâvâ açtığı bütün karikatürlerinin “eleştiri hakkı” gerekçesiyle beraatinden de yanayım.) Rodner Figueroa da tamamen kasıtsız olarak benzer bir sürçme yaptı ve o da altında kalıverdi. Olur, kalabilir; o da daha dikkatli ve düşünerek konuşmalıydı.İyi de, Erdoğan hakkında tamamen kasıtlı bir nefretle söylenenler, yazılıp çizilenler, kullanılan sıfatlar, hem yüz misli, bin misli ağır, hem de bir seferlik değil; sürekli bir bombardıman oluşturuyor. Hukuktan değil, kültürel bir mücadeleden söz ediyorum. İnsan hakları adına kurulmuş vakıf ve dernekler var; “Yüzleşme”ciler var; “DurDe”ciler var; benim de kurucusu olduğum Helsinki’si var. Var oğlu var. Bir tanesi, bir gün, bu da nefret söylemidir ve kabul edilemez diye çıktı mı ortaya?Ben önüme geleni biriktirdim, “kes-yapıştır”ladım, saklıyorum. Serbestiyet 1 Nisan’dan itibaren “yeni yüz”üne kavuştuğunda, belki ayda bir iki defa, belki “Nelere gülüyorlar” gibi bir başlık altında, bu utanç belgelerini de kısa yorumlarla birlikte yayınlayacağım. 

- Advertisment -