Fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal yönden sağlıklı ve dengeli bir yaşam sürdürebilmek için ihtiyacımız olan taze hava, temiz su, güneş, hareketli hayat ve gerçek gıda faktörlerinden hiçbirinin ihmal edilmemesi gerekiyor. Bunların arasından gerçek gıda, aslında diğer faktörlerin bir araya gelmesiyle toplam sonuçtan elde ettiğimiz bir şeydir. Bu konuda en başta sahte yiyecekleri reddetmek suretiyle yeryüzünün kirlenmemesine katkıda bulunmakla işe başlayabiliriz.
Malum vücudumuzun yakıtı gıdalar, makro ve mikro besinlerden oluşuyor. Makro besinler; karbon, azot, oksijen, hidrojen gibi atomlardan oluşan yağ, protein gibi hepimizin bildiği ve tükettiği yiyecekler; yapısal ham maddelerimiz. Mikro besinler ise eser miktarda alındığında metabolizmadaki biyokimyasal reaksiyonların oluşması için olayı başlatan ya da devamlılığı sağlayanlar. Provitamin A(beta karoten), B komplex vitaminleri, E, C ve D vitamini, çinko, selenyum, krom vb mineraller, L-lisin gibi amino asitler, Koenzim Q 10 gibi enzimler, organik asit ve bioflavonoid gibi diğer esansiyel besin öğeleri bunlardan bazıları.
Vücudumuz bu besinleri dengeli ve doğru miktarlarda aldığında genel olarak bir problem yaşamıyoruz. Ancak eksik alındığında çok önemli sorunlar yaşamakla kalmayıp kalıcı hastalıklara sahip oluyoruz. Psikiyatrist Dr. Hyla Cass (Medikal ve Ortomoleküler tıp doktoru) kendi hastalarına organik ürünlerle beslenmelerini önerdiği halde, organik gıdaların 30-40 yıl önceki tada ve maalesef gerekli miktarda esansiyel besin ögelerine sahip olmamasından dolayı bir takım takviyeler önermek zorunda kaldığını belirtiyor. Çevre kirliliğinin neden olduğu bu düşük besin içerikli gıdaların yanı sıra bir de gündelik hayatta maruz kaldığımız stresin yoğunluğu nedeniyle normalden çok daha fazla vitamin ve mineral miktarına ihtiyaç duyuyoruz.
Mikro esansiyel besinler sadece sağlıklı kalmamıza destek olmakla kalmıyor, geçen yüzyılda yapılan çalışmalar sonucunda yüksek dozlarda ve sık aralıklarla alındığında kanser, artrit, allerji gibi kronik hastalıkların tedavisinde de başarılı sonuçlar elde edilmiş. Bununla ilgili klinik çalışmaların tarihi 1935’lere kadar uzanıyor. Columbia Üniversitesi’nden Prof.Dr. Claus W.Jungeblut 1935’de Vitamin C ile çocuk felcini tedavi etmiş ve difteri zehrinin inaktive hale geldiğini ispatlıyor. North Carolina Duke Üniversitesi’nden Frederich Robert Klenner 1947’de 41 zatürre vakasını vitamin C ile iyileştiriyor. William J. Mc.Cormich, 1946’da böbrek taşlarını vitamin C ile tedavi etti. Ayrıca 1957’de kalp-damar hastalıklarında işe yaradığını gösterdi. 1960’larda Dr. Robert F. Cathcart grip, zatürre, hepatit ve AIDS de yüksek dozda Vit-C uygulamasına başlayıp 80'lerde bu hastaları iyileştirmeyi başarıyor; Günde 200 g C vitamini verdiği AIDS hastalarının semptomlarının azalıp, yaşam sürelerinin uzadığına şahit oluyor. 2013’te Amerikan Tıp Derneği dergisinde yayınlanan bir çalışmada, selenyum ve multivitamin verilen HIV hastalarının bağışıklık sistemlerindeki düşüş ve ölüm oranının azaldığı görülmüş (JAMA 2013,310 (20). 1971'de İskoçya Vale of Leven Hastanesinde başhekim olan Dr. Ewen Cameron, terminal durumdaki kanser hastalarının bir kısmına günde 10 g intravenöz C vitamini uygularken, hastaların diğer kısmına sadece konvansiyonel tıp tedavisi uygulanıyor. Cameron'un hastaları ortalama 6 yıl yaşarken, diğer hastaların ortalama ömrü 6 ay oluyor. Sadece C vitamini kullanmayıp, C ile birlikte A, B ve E vitaminlerinin birlikte alınmasıyla kanser üzerindeki etkisini artırdığını düşünen Kanadalı Psikiyatrist Dr. Abraham Hoffer (1917-2009) 300 terminal kanser hastasından vitamin ve mineral karışımdan oluşan hoffer rejimi uygulayan hastalarının 12 yıl daha fazla yaşadıklarını ispatlıyor. 5000 şizofreni hastasının da niasin ile sağlığına kavuştuğunu açıklıyor.
Bu iki hekimin birlikte çalıştığı 2 dalda birden Nobel ödülü sahibi fizikokimyacı Linus Carl Pauling (1901-1994) 1941'de yakalandığı böbrek (Bright's disease) hastalığını yüksek dozda vitaminle yenmeyi başarıyor. Sonrasında Vitamin C and the Common Cold in 1970, Vitamin C, the Common Cold and the Flu (1976), Vitamin C and Cancer (1979), and How to Feel Better and LiveLonger (1986) çalışmalarını yayınlıyor. Yüksek dozda ve belirli sıklıklarda alınacak vitamin tedavisine "ortomoleküler" * " adını veriyor.
*metabolizma içerisindeki moleküllerin doğru formda olması
-yazı devam edecek-