İsrail’in dünyanın gözü önünde yaptığı katliama Erdoğan ‘soykırım’ dedi… Belki tarih de böyle yazacak. Ama acaba bundan yüz yıl sonra İsrail resmi tarihçiliği olayı nasıl anlatacak? Nesnel olabilecek mi? Zor ihtimal… Çünkü orası da bizim gibi kuruluşundan gelen sorunlarını bir türlü çözememiş bir ülke…
1915 yaşandığında da dünya genelinde yüzlerce dergi ve gazete olayları gün be gün haber ve fotoğraflarla takip etmişti. Ancak sonrasında resmi tarih yazımcılığı ‘milli ihtiyaca’ binaen kendi vatandaşı için günümüze kadar gelen farklı bir hikaye yazdı.
İmparatorluklar dönemi sonunda merkezce kapsanamayan ulusal hareketler kopuşa neden oldu. Araplardan Arnavutlara herkes ayrılıkçı hale geldi. Ermeniler ise bir süre daha ‘Osmanlılık’ hayalleri kursa da, Doğu Anadolu’da hayat giderek sürdürülemez hale geldiği ölçüde, ayrılıkçı ideoloji ete kemiğe büründü. Devlet ise buna baskı ile yanıt verdi ve sonuçları herkesçe malum bir süreci tetikledi.
***
Resmi devlet tezi bu tarihsel yükten ‘unutarak’ ve unutulamayacak noktaları çarpıtarak kurtulmaya çalıştı. Basit gerçeklerle bile yüzleşememe hali, sağlıklı bir kimlik oluşturmayı engelledi. Resmi Ermeni bakışı ise mağduriyeti kalıcı kılarak benzer bir sağlıksızlık üretmenin kolaycılığına kapıldı. Böylece ‘1915 meselesi’ birlikteliği değerli bulan her iki taraftan insanların bugünü inşa etmelerinde engelleyici bir unsura dönüştü.
Podem’in bu konu üzerinde iki yıl önce yürüttüğü saha çalışması, uyarıcı bir bulguya işaret ediyordu: Hangi kimlikten olursa olsun görüşmeciler gidişatın olumlu yönde olduğuna hemfikirdi. Ancak yine hangi kimlikten olursa olsun görüşmeciler gelecekten umutsuz olduklarını da beyan etmekteydi. Çelişkili gözükse de aslında iki yanıtın bağlamları farklıydı. İyimserlik toplumsal ilişkilere ve gündelik hayata bakıldığı zaman ortaya çıkıyordu… Ama yüzünüzü kimliğe, ideolojiye ve siyasete çevirdiğinizde umutlu olmak için pek bir neden bulamıyordunuz. Bu iki yönlü yanıt Türkiye’nin aşamadığı zihniyet eşiğini ortaya koyuyor. Gerçeğe nesnel yaklaşmaktan kaçınmanın ardında, olgunlaşmamış bir siyasi kimliğe mahkum olmanın boğuculuğu bulunuyor.
Kendisini ‘Türk’ olarak görenlerin bugün öncelikle kendi kimliklerinin tarihsel oluşumu, bu kimliğin siyasi kültüre rehin düşmesi ve onun içinde ideolojik yeniden yapılanmaya uğratılması süreci ile yüzleşmesi gerekiyor. Çünkü bugünün kimliksel meselelerini çözememe hali, hamasete dayanan ‘öz kimlik’ arayışına, her konuyu fıtrata bağlayan bir yüzeyselliğe neden olurken, bu kavruk kimlikleşme de geçmişin meselelerinin bir türlü çözülememesine de yol açıyor.
Bize benzesin benzemesin, modernlikten nasibini almış bütün ülkeler kendi kimlik meselelerini çözme yönünde az çok radikal adımlar atabilmişken, bizim on yıllardır yerinde saymamızda, reformları yapıp masada bırakmamızda, yüzüp kuyruğuna geldiğimiz konularda bir anda tıkanıp kalmamızda söz konusu kimliksel kavrukluğun payı büyük.
Türkiye’deki hakim zihniyette ve onun şekillendirdiği kültürde yapısal bir sorun var. Tarihi ‘donmuş bir an’ olarak algılamak bunun tezahürlerinden biri. Olayları ve fikirleri kişilik ve kimlikten ayırt edememek de bir başkası…
***
1915 diye sembolize edilen tarihsel olgu, son derece karmaşık ve çok yönlü bir siyasi/toplumsal mesele. Ama daha önemlisi insani ve ahlaki bir mesele… ‘Soykırım mı değil mi’ söyleminin ötesine geçememek, bu endişe ile tarihi eğip bükmek Türkiye’yi bir zihinsel bataklığa doğru çekiyor. İşin garibi bu tezi savunanlar öylesine ideolojik ve bilimsel açıdan yetersiz ki, o yönde ortaya konan her gayret aksi tezi güçlendiriyor.
Yaşananlara ‘soykırım dense de denmese de’ rahatlığıyla bakmaya hâlâ çok uzağız. Oysa Türkiye’nin geçmişin ürettiği kimliksel sorunlardan kurtulması, tarihine ve kendisine serinkanlı ve mesafeli yaklaşabilmesine muhtaç…