Serbestiyet’te 17, 20 ve 25 Ocak tarihlerinde yayımlanan “Siyasi mücadelenin ekseni değişiyor: Laiklik yerine millîlik” başlıklı yazılarıma Markar Esayan’ın yönelttiği eleştirilerden (Akşam, 29 ve 31 Mart) daha önce söz etmiştim (Serbestiyet, 3 Nisan).
Dediğim gibi, yazıda Esayan’ın eleştirilerinden “söz etmiştim” ama, eleştirilerin ayrıntılı içeriğini ve cevabımı sonraya bırakmıştım. Çünkü ondan önce Esayan’ın, ‘millîlik’ yazılarımla hiç ilgisi olmayan, dolayısıyla geçerken atılıvermiş bir belaltı vuruş saydığım bir suçlamasıyla halleşmem gerekiyordu: Benim Ergenekon ve Balyoz süreçlerindeki pozisyonuma dair suçlamasıyla…
Dolayısıyla, Markar Esayan’ın ‘millîlik’ yazılarıma yönelik eleştirilerine cevap vermeden önce üç bölümlük “Darbe davalarına bugünden bakış”ı yazdım. Sonraki birkaç yazıyı da ertelemek istemediğim başka konulara ayırınca, cevabım biraz gecikti, bugüne kaldı.
Bana ait görüşler, bana atfedilen görüşler
O ilk yazıda Esayan’ın eleştirilerine karşılık sadece şu kadarını söylemiştim:
“Yazıları okuyup bitirdiğimde, zihnimde gölge boksu yapan bir boksör imajı belirdi. Çünkü Esayan, söylediklerimin üzerinden atlayıp söylemediklerimle çarpışıyor, onları yerden yere vuruyordu. (Mesela ben ‘millîlik’ yazılarımda AK Parti’ye ‘kategorik olarak’ karşı olduğumu söylüyormuşum ve bu partinin iktidarını ‘diktatörlük’ olarak görüyormuşum; mesela ben o yazılarda ‘1980’lere dönüyoruz’ uyarısı yapıyormuşum).”
Bu kısa özet, bugüne bıraktığım Esayan’a uzun cevabımın iskeleti mahiyetindeydi. Böylece demiş oluyordum ki, cevabımda öncelikle o yazılarda ne demek istediğimi bir daha anlatacak (Markar Esayan’ın ‘üzerinden atladığı’ bana ait görüşler), sonra da Esayan’ın çarpışıp yerden yere vurduğu, fakat hiçbiri bana ait olmayan ‘görüşlerim’le ilgili açık bir reddiye yazacaktım.
Sıra şimdi bu iskeletin içini doldurmaya geldi, fakat cevabımı Esayan’ın bana ait görüşlerle polemik yaptığı bölümlerle sınırlı tutacağım. Yazıyı çok uzatacağı için ‘açık reddiye’ bölümünü ayrıntılandırmayacağım. Dilerseniz, Esayan’ın bana atfettiği ‘görüş’lerin bana ait olup olmadığına karar vermek için ilk üç yazıya dönüp bakarsınız.
Tam olarak söylediklerim
Önce, “Siyasi mücadelenin ekseni değişiyor: Laiklik yerine millîlik” yazılarında ben ne demek istemiştim, ona bakalım… Böylece, Esayan’ın neleri görmeyip üzerinden atladığını da hatırlamış olacağız.
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere iktidar bloğu, Türkiye’nin, temel amacı önce iktidarı ardından da ülkeyi çökertmek olan bir iç-dış koalisyonunun saldırısına uğradığına, ülkenin ‘beka’ sorunuyla karşı karşıya olduğuna inanmaktadır. İktidar bloğu, buradan yola çıkarak, her şeyin önüne koyduğu ‘millî ve yerel’ vurgusuyla, siyasi mücadelenin on yıllardır etrafında şekillendiği ana eksenin (‘laiklik-dindarlık’) yerine yeni bir eksen (millîlik-gayri millîlik) yerleştirmeye çalışmaktadır.
Bu yeni siyasetin sahibi Türkiye’nin neredeyse kurumsal bir özellik taşımaya başlamış güçlü iktidarı olunca da, safını laiklik-dindarlık eksenine göre belirlemiş siyasi güçler kendilerini yeniden gözden geçirmek durumunda kalmaktadırlar.
Yazılarımda bu tespitimi, a) ‘millîlik’ çağrısının yoğunluğuna ve kapsayıcılığına dair örneklerle, b) çağrının çeşitli siyasi akımlarda yankı bulan etkisine dair örneklerle tahkim etmeye çalışmıştım. Nihayet son bölümde, c) temel saflaşmada laiklik ekseni ile ‘millîlik’ ekseninin hangi koşullarda, neden yer değiştirdiği sorusunun cevabını aramıştım.
‘Organik lider’ karar verince akan sular durmalı mı?
‘Millîlik’ siyasetinin kaçınılmaz olarak demokrasi ve ifade özgürlüğü sorunlarına yol açacağı yönündeki değerlendirmemi bir tarafa bırakacak olursak (ki Markar Esayan’ın bu değerlendirmelerime itirazı var, ona yazının sonunda geleceğim), yazdıklarım bundan ibaret.
Burada özetini sunduğum tespit ve görüşlerimle ilgili olarak Esayan’ın herhangi bir itirazı yok. Ne bu siyasetin hangi koşullardan üretildiğine dair değerlendirmelerime bir itirazı var, ne de başta Kemalistler olmak üzere ülkenin siyasi güçlerinde belirgin bir tutum değişikliği olduğuna dair tespitlerime bir itirazı… Ya da, varsa bile bunlara dair hiçbir şey söylemiyor.
Fakat Esayan buradan esaslı bir suçlama çıkartıyor: Ben, böylece Erdoğan’ı ve AK Parti’yi ‘mühendislik’le itham ediyormuşum. Oysa neden öyle olsun? Her iktidar belli kavramları kullanarak yeni siyasetler üretebilir. Bu meşru bir faaliyet ve haktır, zaten siyaset başka nedir ki? Yani ortada iktidar adına utanılacak ya da savunma gerektirecek bir durum yok.
Esayan’a göre ayrıca, iktidarın ve liderliğinin yapısı gereği, oradan neş’et eden herhangi bir siyasetin sorun üretmesi mümkün değilmiş, dolayısıyla ‘millîlik’ de apriori ‘doğru’ bir siyasetmiş. Çünkü:
“(…) Çünkü Erdoğan, kolektif bir halk hareketinin, orta sınıflaşmaya dayanan bir sosyolojinin, meşru siyasi mücadeleye (seçimler) dayalı başarıların toplamından oluşan bir hareketin organik lideridir. Gücü ve özelliği; toplumu nesne değil özne görmesinde, siyasetini tabanın taleplerine göre oluşturmasında yatar.”
Esayan, buradan yola çıkarak sağ-sol ve laik-dindar eksenli siyasi mücadeleleri ‘suni dikotomiler’ olarak kodluyor ve ‘millîlik’ siyasetinin bunların yarattığına benzer kutuplaşmalar yaratmayacağını söylüyor.
Ben her şeyden önce, “siyasetini tabanın taleplerine göre oluşturan bir hareketin organik lideri” olduğu için ‘hatalı’ bir siyaset üretmesi mümkün olmayan bir liderlik kategorisi tanımının tehlikelerine işaret etmek isterim. Keza, sırf öyle bir liderlik tarafından üretildiği için, bir siyasetin kutuplaşma riski taşımadığı da fazlasıyla tehlikeli bir ön kabul.
Demek ki Esayan’la farkımız şurada: Ben, üretilen ‘millîlik’ siyasetinin tartışılabilir olduğunu, tartışılması gerektiğini söylüyorum, Esayan ise ‘organik lider’ tarafından üretildiği için tartışmayı gereksiz buluyor…
Millîlik siyaseti ve özgürlükler
Markar Esayan’la şu sorunun cevabında da anlaşamıyoruz: Millîlik siyasetinin temel siyaset olduğu bir ülkede genel olarak demokrasi ve özgürlüklerle ilgili nasıl bir atmosfer oluşur?
Benim düşüncem şöyle:
Öyle ya da böyle, doğru ya da yanlış, ‘beka’ tespiti ve onu izleyen ‘millî çizgiye davet’ her zaman otoriterleşme lehine ve başta ifade özgürlüğü olmak üzere özgürlükler aleyhine işleyen sonuçlar doğurur.
Neden hep böyle olduğunu ve hep böyle olacağını yazılarımda gerekçelerimle uzun uzun anlattım, burada tekrar etmeyeceğim.
Markar Esayan ise benim bu sonuca varmamın nedenini, “öncellikle ‘milli ve yerli’ kavramlarını baştan dün ve dünkü bozulmuş anlamlarında dondurmama” bağlıyor…
Bir temenniyle bitireyim: İnşallah ben yanılıyorumdur… İnşallah “bugün ve bugünkü bozulmamış anlamlarında” millî ve yerli bir ‘temel siyaset’ benim kaygılarımın hiçbirine yol açmaz ve ben yanıldığımla kalırım.