Ana SayfaYazarlarİmralı 'puzzle'ının eksik parçaları

İmralı ‘puzzle’ının eksik parçaları

 

26 Aralık 2015 tarihinde İmralı’da çok ilginç bir gelişme yaşandı. Öcalan’a sekretarya görevi vermeleri için 15 Mart 2015’de İmralı Cezaevi’ne sevk edilen beş siyasi tutuklu arasında bulunan Nasrullah Kuran ve Çetin Arkaş, önce yanlarına hiçbir eşya aldırılmadan apar topar cezaevinden çıkartıldı, sonra ters şekilde kelepçelenerek ayrı araçlara bindirildi.

 

Tutuklular götürüldükleri Silivri Cezaevi’nde sert bir muameleyle karşılaştılar; soyundurularak arandılar. Ancak daha da ilginç bir gelişme vardı. Kuran ve Arkaş, yanlarında bir disiplin kararı ile birlikte gönderilmişlerdi. İmralı Disiplin Kurulu, örgütsel bilgi ve talimat verme ihtimaline binaen her iki tutuklunun üç ay süreyle aile görüşü ve telefonla görüşme yapma haklarını yasaklamıştı.

 

Yeni Şafak gazetesi yazarı Abdullah Selvi, 12 Ocak 2016’da “Öcalan iki mahkûmdan neden kuşkulandı?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıdan sonra her spekülasyonun kendisni referans göstererek doğrulanabileceği bir zemin oluştu. Selvi yazısında şu iddialara yer vermişti:

 

“Havalandırmaya çıkıldığı zaman Öcalan’la aralarında, ‘Alevilik’ konusundaki yaklaşımdan dolayı bir tartışma yaşanmış. Ayrıca Öcalan iki mahkûmun ziyaretçileri aracılığıyla hakkında dışarıya mesaj ilettiği kuşkusuna kapılmış.”

 

İddiaların doğruluk payı var mı?

 

Ancak Selvi’nin, Öcalan’ın tutukluların ziyaretçileri aracılığıyla dışarıya mesaj taşımasından rahatsız olduğu yönündeki iddiası, gerek Öcalan’ın avukatları gerekse Kuran ve Arkaş tarafından doğrulanmadı. Avukatlarıyla 12 Ocak 2016 günü bir araya gelen Kuran ve Arkaş, İmralı’ya götürüldükleri günden bu yana ne aileleri ne de avukatlarıyla bir araya gelebildiklerini, bu yüzden dışarıya bir örgütsel mesaj göndermiş olmalarının mümkün olmadığını ifade ettiler. Kuran ve Arkaş, havalandırmada tartışma çıktığı iddialarının da gerçeği yansıtmadığını belirttiler.

 

“Örgüt kültürü”nde yok!

 

Peki, iki siyasi tutuklu Öcalan’la tartışma yaşandığı yönündeki iddiaları kamuoyundan saklamış veya kamuoyuna yansıtmamış olabilirler mi? Görüştüğüm, HDP ve KCK’yi yakından izleyen bazı kaynaklar, Abdülkadir Selvi’nin gündeme getirdiği “avluda tartışma” iddiasına ihtimal vermiyor. Bu kaynaklar, gerek Kuran gerekse Arkaş’ın üst düzey cezaevi sorumluları olduğunu; Öcalan’ın örgütte “önderlik” (örgüt lideri) olarak kabul gördüğünü belirterek, “örgüt kültürü ve geleneğine göre böyle bir şeyin olmasına imkân yok” diye konuşuyorlar.

 

Statüye son verildi

 

Öcalan’ın yanında yer alan üst düzey iki örgüt yöneticisinin İmralı’dan apar topar Silivri’ye gönderilmesi, Öcalan ile arkadaşları arasındaki gerginlikle izah edilecek bir konu değil. Zaten Selvi’in iddialarına ne hükümet ne de AK Parti kanadından doğrulama geldi. Bu sevkiyat ile Öcalan’a ve örgüte “masa dağıtıldı, müzakereler sona erdi” mesajının kodlanmış olabileceği yorumu, geniş bir taraftar buluyor. Nitekim Öcalan’ın avukatı Rezan Sarıca da, 11 Ocak 2016 tarihinde Evrensel gazetesine verdiği röportajda, gelişmeyi Kuran ve Arkaş’a verilen statünün geri alınması olarak yorumluyor.

 

İmralı’nın üç şartı

 

Eğer ortada hem Öcalan’a hem örgüte kodlanan bir mesaj varsa, o zaman Öcalan ile devlet arasındaki ilişki dışarı yansıtıldığı gibi iyi değil; tersine gergin. Öcalan 28 Şubat 2015 Dolmabahçe mutabakatı ile PKK’ye silahsızlanma kongresi çağrısı yaptı. Öcalan, çağrının ete kemiğe bürünmesi için üç şart öne sürdü. Birinci şart Meclis’te bir çözüm komisyonu kurulmasıydı. İkinci şart hasta siyasi tutukluların bırakılmasıydı. Üçüncü şart bir İzleme Komisyonu’nun kurulmasıydı. Öcalan, Mart ayı içinde HDP heyeti ile yaptığı görüşmede, silâhsızlanma kongresinin bu komisyonun huzurunda yapılacağını deklare etti.

 

Puzzle’da eksik parçalar

 

Silahsızlanma kongresi önerisi hayata geçmedi. Neden geçmediği konusunda bizi aydınlatacak hakikatten mahrumuz. Ortada sadece tarafların yaptığı açıklamalar var. KCK-HDP tarafı sıklıkla hükümetin Dolmabahçe mutabakatının gereğini yapmadığını, üç şartın hayata geçmemesinin kongrenin toplanmamasında etkili olduğunu, seçimlerde tek başına iktidar olamayacağını gören AK Parti’nin rotayı gerginliğe çevirdiğini iddia etti. Hükümet tarafı ise örgütün Öcalan’ı dinlememesini gerekçe gösterdi. İnanmamız için de Dolmabahçe mutabakatının açıklandığı gün olan 28 Şubat 2015’te, KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu ile HDP lideri Demirtaş’ın yaptığı açıklamaları önümüze koydular. Karasu’nun “Hiç kimsenin PKK adına silah bırakmasından, PKK’nin kongre yapıp silah bırakma kararı alacağından söz etmesi mümkün değildir. Hiç kimsenin üzerinde böyle bir vazife yoktur” yönünde demeç verdiğini; Demirtaş’ın da “PKK’nin Mart’ta dağdan inmesine karşı değiliz. Fakat gerçekçi olmadığını biliyoruz, biz bunu ifade etmeye çalışıyoruz” dediğini ifade ettiler.

 

İzleme Heyeti neden kurulamadı?

 

Öcalan’ın Newroz’da yaptığı 21 Mart 2015 tarihli silâhsızlanma çağrısına kadar, “puzzle”ın parçalarını bir araya getirebiliyoruz. Ancak bundan sonraki parçalarda eksiklikler var. Puzzle’ın eksik parçalarını tamamlamamız için, İzleme Heyetinin neden kurulmadığını bilmemiz gerekir. İsimler üzerinde anlaşılmadığı için mi? Bu heyet konusu önemli. Tarafların pratikte adım atıp atmadığını kontrol edecekti. Olası tıkanmalara alternatifler arayacaktı. Taraflar heyet huzurunda on maddelik Dolmabahçe Mutabakatını madde madde müzakere edecekti. Varılacak uzlaşmanın sonucuna göre yasal düzenlemeler yapılacaktı. HDP İmralı heyetinde yer alan Sırrı Süreya Önder, 3 Mayıs 2015’te t24.com.tr internet sitesine verdiği demeçte, izleme heyeti kurulmadığı için Öcalan’ın silâhsızlanma kongresi önerisi ve çağrısında bulunmadığını ifade ediyor.

 

Komisyon teknik olarak imkansızdı

 

Puzzle’ın eksik bir diğer parçası da Meclis’te bir komisyon kurulması fikriydi. KCK ve HDP, Meclis’te komisyon kurulmasını, komisyonun Öcalan’la görüşerek Dolmabahçe mutabakatını güvence altına almasını talep etti. Öcalan da komisyon aracılığıyla bağlayıcı mesaj verecekti. Bu mesajdan sonra izleme heyeti, devlet heyeti ve HDP heyeti İmralı’da bir masa etrafında bir araya gelecek ve süreç başlayacaktı. Meclis’te komisyon kurulamadı. Yaygın görüş, seçim sürecine girildiği için komisyonun teknik olarak kurulmasının imkânsız olduğu.

 

Puzzle’ın bir diğer eksik parçası da, 21 Mart 2015 Newroz’unda Öcalan’ın yaptığı silâhsızlanma kongresi çağrısının gereğinin neden yerine getirilmediği. Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Nisan 2015’de Kuveyt dönüşü “Daha önce silah bırakacağız dediler, bıraktılar mı; bırakıp çıkacağız dediler, çıktılar mı?” diyerek, silâhsızlanma kongresi önerisinin karşılık bulmamasını eleştirdi. Ancak KCK kanadı da kongrenin ilkesel mutabakattan sonra gündeme gelebileceğini ifade ederek, hükümeti mutabakatın gereklerini yerine getirmemekle eleştirdi.

 

İki metni İmralı uzlaştırdı

 

Görüldüğü gibi puzzle’ın önemli parçaları eksik. Var olanlar da flu. Ancak ortada dolaşan bir tez var. Bu tez de kaynağını Dolmabahçe mutabakatına doğru yaşanan bir olaydan alıyor. Devlet ve HDP heyeti Dolmabahçe mutabakatı öncesi ayrı ayrı metinler hazırladı. HDP daha sonra devletin metnini Kandil’e sundu. Ancak Kandil devletin hazırladığı metine çok sert tepki gösterdi. Gazeteci Amed Dicle 17 Ağustos 2015’de ANF’de kaleme aldığı bir analizde, Cemil Bayık’ın televizyona çıkıp “Biz çocuk değiliz bizi kandırmasınlar” diyerek devletin metnine sert tepki gösterdiğini yazdı. İki ayrı metin İmralı’da Öcalan’ın önüne geldi. Öcalan iki metni inceledikten sonra metinleri uzlaştırdı, böylece ortaya Dolmabahçe mutabakat metni çıktı.  Bu tezin seslendirdiği iddiaya göre, Kandil İmralı’nın metninden hoşnut kalmadı. Karasu ve Demirtaş’ın bildiri ile aynı gün verdikleri demeçler de bunun göstergesi oldu.

 

Çekilme gerginliği mi yaşandı?

 

Yukarda ifade ettiğim tezi seslendirenler, görüşlerine tutarlılık kazandırmak için şöyle devam ediyor: Öcalan revize ettiği metnin Kandil’de karşılık görmediğini görünce, Kandil’i karşısına almamak için Meclis’te komisyon kurulması, izleme heyeti oluşturulması, siyasi tutukluların salıverilmemesi gibi konuları problemleştirerek aradan çekildi.

 

2016 yılına beş gün kala İmralı’da Öcalan’ın yanında kalan siyasi tutukluların gönderilmesini yukarıdaki tez ile birlikte düşündüğümüzde, ortaya şöyle bir ihtimal çıkmış olabilir mi? Öcalan silâhsızlanma kongresi önerisi yaptı; örgütte kabul görmeyince devletin “ısrar et” aceleciliğiyle karşılaştı; bu da hem Öcalan ile örgüt arasında, hem Öcalan ile devlet arasında gerginliğe yol açtı.

 

Puzzle’ın tamamlanmayan parçaları

 

Gazeteci Amed Dicle’nin kaleme aldığı yazılar, Avrupa’da bir süre önce yayınlanan Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa kitabı, çözüm süreci puzzle’ının pek çok parçasını tamamlıyor. Ancak daha tamamlanmayan parçalar var. Silâhsızlanma kongresi önerisine kadar, müzakere sürecini bir anlam zeminine oturtabiliyoruz. Ancak bundan sonrasını, Öcalan ile görüşmeler olmadığı, devlet kanadından yansıyan bir şey de olmadığı için bilemiyoruz. Şu sorulara hâlâ tatmin edici yanıtlar verebilmiş değiliz:

 

(1) Müzakere süreci, Öcalan’ın Meclis Komisyonu ve İzleme Heyeti kurulsun önerileri yerine getirilmediği için mi bozuldu?

 

(2) Müzakereleri KCK’nin silâhsızlanma kaygıları ve itirazları mı bitirdi?

 

(3) Müzakereler devletin ve siyasi iktidarın Öcalan’a “silâhsızlanma kongresi için örgüte baskı kur” ısrarı yüzünden mi sona erdi? Öcalan buna direndiği için mi ilişkiler gerildi?

 

(4) Yol haritasında tüm taraflar anlaştığı halde süreç psikolojik açıdan iyi yönetilmediği için mi çöktü? HDP ve lideri Selahattin Demirtaş’ın, müzakerenin en stratejik ismi Erdoğan’ı aşırı rencide eden sözleri ve tutumları mı hassasiyet oluşturdu; bu da müzakerelere mi yansıdı?

 

Kişisel kanaatime göre, müzakerelerin bitmesinde tüm seçenekler etkili oldu. Özellikle ama özellikle de son seçenek… Ancak fatura dokuz buçuk aydır tüm iletişimi kesilerek İmralı’ya çıkarıldı. Doğrusunu söylemek gerekirse, onu da anlamış değilim.

 

- Advertisment -