Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) en parlak zamanlarında, muhafazakâr basında çalışan, kendisi de öyle olan bir arkadaşım, AK Partili bakanlara ulaşabilmenin kendileri için çok çileli bir uğraş olduğunu anlatmıştı bana. “Defalarca sekreterlerine not bırakmamız gerekiyor, ancak sabırlı uğraşlarla bir sonuç alabiliyoruz” demiş, ardından da eklemişti: “Laik basında çalışmak varmış; onlar aradığında bütün kapılar açılıveriyor. Bizimkiler bakan da olsalar, ünlü bir laik gazeteci kendilerini aradığında yağları eriyiveriyor.”
‘Muhafazakâr eziklik’in kavramsal ifadesine âşinaydım ama ilk kez o zaman somut ifadesiyle karşılaşmıştım. Arkadaşım, “Biz muhafazakârlar iktidar olduk ama laik-seküler kesimler karşısındaki ezikliğimizi gideremedik” diye bitirmişti dertleşme seansını.
İktidarın ‘cemal yüzünü’ gösterdikleri
Sonraki yıllarda orada burada okuduğum yazılarda, bunun muhafazakârların kahir ekseriyeti tarafından itiraf edilen yaygın bir olgu olduğunu; konuyu ele alan muhafazakâr yazarların da bir yandan kendilerini bu duygunun dışında tutarken, bir yandan da ‘ezik muhafazakârlar’ı sertçe eleştirdiklerini gördüm.
Her zaman ilgimi çeken bu konu hakkında hiç yazmadım, yazmayı rahatsız edici buldum; bunun muhafazakârların kendi aralarında tartışmaları gereken bir mesele olarak kalması gerektiğini düşündüm ve onları izlemekle yetindim.
Fakat şu son aylarda AK Parti’nin kendisine ve kendi tabanına benzemeyenlere yönelik susturma-bastırma hamlesine girişirken (İstanbul Sözleşmesi, Çoklu Baro tartışmaları, Ayasofya, sosyal medya kısıtlamaları gibi), bu ruh halini de hesaba kattığını, tabanının o ruh haliyle, getirilen sınırlamalara destek vereceğine inandığını düşünmeye başladım.
Yıldıray Oğur, iktidarın “muhaliflerine karşı celal yüzünü, kendi tabanına karşı ise cemal yüzünü gösteren” politikalarına AK Parti tabanının ne diyeceğinin cevabını arıyordu 6 Temmuz tarihli, “Bu ‘cazip’ teklife ne denecek?” başlıklı yazısında… Kanaatimce, cevabı belirleyecek olan etkenlerden biri, bir duygu: Muhafazakâr yazarların yıllardır şikâyet ettikleri ‘muhafazakâr eziklik’ duygusu… Bu duygu, muhaliflere gösterdiği “celal yüzü”ne onay almada iktidarın işine yarayabilir.
İşte ben ‘muhafazakâr eziklik’ bahsini, iki bölümlü olarak planladığım yazıda sadece bu yönüyle ele almak istiyorum. Yani ‘muhafazakâr eziklik’ tartışmasını muhafazakârlara bırakmak gerektiği yolundaki düşüncem değişmiş değil. Nitekim yazının okumakta olduğunuz birinci kısmının bu noktadan sonraki devamında sözü onlara bırakacağım. Onlar üzerinden ‘muhafazakâr ezikliğin’ ne olduğunu hatırlayacak, sonraki yazıda ise iktidarın kendi susturma-bastırma hamlelerinde bu duygudan nasıl faydalanacağını anlatmaya çalışacağım.
Başak Demirtaş’a cinsiyetçi saldırıyı kınamada “abartı”ya kaçmanın manası nedir?
Geçtiğimiz haftalarda yaşanan bir sosyal medya felaketi, ‘muhafazakâr eziklik’in ne kadar güçlü bir duygu olduğunu ve dolayısıyla nasıl bir öfke birikimine yol açabileceğini (açtığını) çok net bir biçimde gösterdi.
Sosyal medyada Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) eski eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’a yönelik tahammülfersâ cinsiyetçi saldırıdan sonra kaleme alınan ‘muhafazakâr eziklik’ yazılarından söz ediyorum… Saldırıda kullanılan ifadeler o kadar pespaye, o kadar ağırdı ki, aileyi toplumun temel direği olarak kabul eden muhafazakârların, olan bitene ‘ama’sız tepki göstermesi hiç şaşırtıcı olmadı. Şaşırtıcı olmadı ama bazı muhafazakâr yazarlar bu tepkide ‘ezik’ bir ruh halinin yansımasını gördüler ve sinirlendiler.
Mesela Yeni Şafak’tan İsmail Kılıçaslan, konuya dair, “özür pozisyonundan yazılan her mesaj bir çeşit ezikliktir” diye yazdı. Kılıçaslan’a göre sorumlu mevkide olduğu için sadece Adalet Bakanı özür pozisyonundan konuşabilirdi, bunun ötesi eziklik olurdu:
“Fakat bunun ötesinde, adını sanını bilmediğimiz, nereden gelip nereye gittiğini çıkaramadığımız, temsil kabiliyeti olmayan bir çakal üzerinden ‘hadi bakalım bu ahlâksızlık size aittir, özür dileyin’ kampanyası başlatanların ekmeğine yağ sürer gibi ‘çok özür dileriz’ sırasına girmenin mânâsı nedir? Mânâsını söyleyeyim: Ezikliktir.”
Cem Küçük de Türkiye gazetesinde ‘muhafazakâr eziklik’ konusunu yazdı: “18 senedir seçimlerin hepsini AK Parti kazanmasına rağmen hâlâ üzerindeki ezikliği atamayanlar var.”
Küçük’e göre gerek Başak Demirtaş tartışmasında gözlenen “abartılı muhafazakâr tepki”nin, gerekse Sultanahmet Camii’nin müze olmasını öneren CHP milletvekili İbrahim Kaboğlu’na gösterilen utangaç tepkinin nedeni işte bu bir türlü kurtulunamayan muhafazakâr eziklikti: “siyasi de olsanız, gazeteci de olsanız, ezikseniz o eziklik hep kalıyor.”
Geçtiğimiz yıl da Sabah yazarı Hilal Kaplan benzer tespitlerde bulunmuştu:
“İtiraf kabini’ndeki bir Katoliği düşünün. Üst sınıftan pederine en kötü yanlarını detaylarıyla ifşa eder, şeytani yönlerini serip döktükçe kurtulacağını sanır ve alacağı dua/takdirle derin bir nefes çekip günahlarından arındığını tahayyül eder. Muhafazakâr eziklerin de böyle bir ruh halinde yaşadığını düşünüyorum. Sürekli bir ‘ben onlar gibi değilim’i ima gayreti, aşağıladıkça yükseleceğini sanma yanılsaması ve ‘Beyaz Türkler’den aferin almanın keyfi.”
“Çok ciddi bir özgüven eksikliği oluştu”
Dindar kimliğiyle öne çıkan bir sosyolog olan Müfid Yüksel ise, muhafazakâr dünyayı etkisi altına alan ezik ruh halinin köklerinin çok derinlere gittiğini ve siyasi iktidarla gelen kazanımların bu hali değiştirmeye yetmeyeceğini anlatıyor. Geçtiğimiz yıl Independent Türkçe’nin “AK Parti ve kültürel iktidar” konulu araştırmasında soruları cevaplayan Yüksel’e göre, 16 yıllık iktidar boyunca kültürel iktidar konusunda yine de bir mesafe alınabilirdi, fakat öyle büyük bir hata yapıldı ki, beklenenin tam tersi oldu. Bu hata, AK Parti’nin “Kur’an kurslarına ve İmam-Hatip okullarına endeksli bir kültürel yaşamı sürdürmeye çalışması”ydı.
Bu politika, toplumsal ve bireysel düzeyde çok daha büyük bir soruna, özgüven sorununa yol açmıştı:
“Gerek İHL kökenli gerek kuran kursundan gelenler, çok dobra konuşacağım, ezik olarak yetiştirildiler. Çok ciddi bir özgüven eksikliği oluştu. İHL kökenli olup da mahalle değiştirip travmalar yaşamış çok insan var. Yalı veya köşklerde büyümenin insani ve ahlaki olarak bir artısı yok ama maalesef bir eziklik ortaya çıktı. Türkiye’de baskın elit olarak nitelendiren hatta orduyu elinde tutan kesim bu baskıyı uyguladı. Dindar kesimin her ne surette olursa olsun alay edildiği, aşağılandığı, itilip kakıldığı bir dönemden geçtik. Buna şahsım da çok fazla muhatap olmuş bir kimse olarak söylüyorum. O atmosfer ve eziklik duygusu aşılamadı. Dolayısıyla kültürel yapı oluşturmak, kültürel iktidara yürümek gibi bir zemin olmadı.”
‘Muhafazakâr eziklik’ işte böyle bir duygu… Yarın, yukarıda da dediğim gibi bu duygunun AK Parti’nin sınırsızca sert yeni politikalarına onay yönünde yapacağını düşündüğüm etkiyi ele alacağım.