İktidara geldiğinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ilk sözü AB reformları olmuştu. Bu tutum, partinin iktidarda kalmasını sağlayacak reformların önünün açılması ve demokratikleşme ihtiyacına denk düşüyordu. Gezi’ye değin bu yönde adımlar atıldı, ülkede köklü bir geçmişi olan dar ve ırkçı milliyetçilikle bir dereceye kadar yüzleşildi. Bir bakıma zihniyet değişimi demekti bu.
Ancak 2013’le birlikte partide bir içe kapanmaya, gücün temerküzü eğilimine ve yeni bir milliyetçilik dalgasının yükselişine tanık olduk. Bu noktaya gelişte AKP dışı faktörlerin etkisini biliyoruz. Ancak önemli olan, böylesine zor zamanlarda krizlerin nasıl yönetildiğidir. Eski ve küflü, alışıldık yöntemlere ve hamasete mi sığınacaksınız, yoksa topluma yeni şeyler mi söyleyeceksiniz? Toplumsal gelişme düzeyine mi uyacaksınız, artık içi boşalmış, günün ihtiyaçlarına tamamen zıt, ama bildik ve tanıdık olan, eski kavramlara mı yaslanacaksınız? AKP’nin önündeki sınav buydu ve bu sınavı geçemedi. Yaratıcılık ve uzak görüşlülük isteyen sınavda AKP, yıllardır çiğnenerek özünü, anlamını yitirmiş, zamanın ruhuna da uymayan hazır modellerin konformizmine kapıldı. Ve açıktır ki bu tercihi, kaybetmenin başlangıç noktasını oluşturuyor. Kısa vadede seçim kazanabilir; ancak bu, kazanç gibi görünen aldatıcı bir pozisyondur. Toplumsal sıçramalar belirli birikimlerle ve ihtiyaçlarla belirlenir ve çoğu zaman insanlar ve toplumlar daha fazla eşitlik ve daha fazla özgürlük ister.
Askeri-bürokratik vesayet sistemini zayıflatmak önemli bir adımdı. Ne ki, AKP’nin tercihi bu sistemin yerine demokratik mekanizmaları geçirmek, demokratik inşayı başlatmak değil, iktidarın merkezileşmesiyle birlikte İslami Türkçülüğün dar alanında kapalı bir güç oyunu oynamak oldu. Belli ki partide de önemli değişiklikler oldu. Reformcuların yerini ikameciler aldı ve kendini koruma duygusu ön plana çıktı. Ataerkillikle elele giden bir Müslüman Türkçü pozisyonun, gücün aşırı temerküzünün ve iktidar tutkusunun İttihat ve Terakki’yi nasıl ufaladığı dersi önümüzde duruyor.
Müslüman milliyetçiliğe mal bulmuş mağribi gibi sarılmanın ne 21. yüzyıl Türkiye’sine ne de insanlığa bir yararı olabilir.