Gezi sürecinin barışçıl, şiddeti dışlayan tutumalışla, çevre duyarlılığıyla dayanışmayı, paylaşmayı çağıran ve bu nedenlerle de “yeni”yi temsil eden ilk günlerinden aklımda kalan güzel bir anekdot var: TV’ye çıkan bir katılımcı, “Ben kanka devlet istiyorum,” demişti. “Yani kanka olsun, onunla istediğim gibi konuşabileyim, derdimi anlasın, kankam gibi olsun. Baskıcı olmasın!” Bu naif ve içten konuşma Gezi’nin, Berktay’ın sözleriyle “uçak kaçırır gibi kaçırılmasından” önceki ilk günlerini temsil ediyor. Çeşitliliği, naifliği, kendiliğindenliği, içtenliği, bireyselliği, çözümcü yaklaşımı anlatıyor.Bu ve bunun gibi pek çok örnek var. Fakat bu yaratıcılık ve kendiliğindenlik bu ülkede her zaman olduğu gibi, hegemonik söylemi tek fiil bilen Sol’un ezberlerine, katılığına, slogancılığına, ateşe verdikleri barikatlarına, insandan, değişimden korkan duvarlarına çarpıp parçalara ayrıldı. Yaratıcı, özgür düşüncenin önü açıldığında her bir birey ne denli zengin bir fikir, ifade ve yaşantı yumağı yaratabilir, bunu o ilk günlerde gördük ve Sol’un ne yapıp edip tüm yaratıcılığı alt etmek için nasıl tahripkâr olabildiğini de. Adeta yeni sesleri bastırmak, yeni olanı yok etmek için dönen bir çark. Öğütücü, amansız ve yıkıcı… dahası muhafazakâr ve gerici. Bu yüzden Gezi’nin anılan gençliği kendi aralarında onlara “kazma” adını takmıştı.Bu olup bitenler bana 2000’lerdeki dünya sosyal forumlarını hatırlattı. Yeryüzümüz buna benzer süreçleri daha önce de gördü. Küresel Sosyal Forumlar, dünyanın daha iyi bir yer olması için, kapitalizmin doğayı ve insanı yok eden, adil olmayan düzenine karşı, çok sayıda ülkeden üreticiler, küçük-yoksul köylüler, emekçiler, gençler, kâğıtsızlar, göçmenler, işsizler, düşünenler, sanatçılar, yazıp çizenler ve daha nicesi bir araya gelip en demokratik biraradalığı gösteren toplantılarla örgütlendiler. Adı üstünde “forum”, yani tartışma platformlarıyla yatay bir örgütlenme tarzı… Teorik anarşizmin de katkısıyla katılımcılık, paylaşımcılık, şiddetsiz karar alma süreçleri yaşama geçiriliyordu. Bir forumda en az 2000 toplantı yapılıyor, kararlar tüm katılımcıların isteğiyle alınıyordu. Farklılıkların ve azınlık düşüncenin korunmasına ve ifadesine büyük önem vererek… Tam da kendiliğindenliğin, özgürlüğün, farklılığın, çeşitliliğin, yaratıcılığın yeşertildiği bu ortamlara eski Sol önce hiç değer vermedi, burun kıvırdı ve karşı çıktı: Harekette “öncü” yoktu, “işçi sınıfı önderliği” yeterli değildi vb… Katılımın büyük kitleler haline gelmesiyle bu kez liderlik hırsları öne çıktı ve bu “kitlelere bir yön vermek gerektiği” üzerinde Troçkistler, Leninistler vb anlaştılar: “Biz bu alanı boş bırakamayız!” Ve hareketin içine tam bir “dalış” yaptılar. Bu dalış özgürlükçü hareketin bin bir çabayla yarattığı ortamı bozguna uğrattı. Forumlara demokratik merkeziyetçiler tarafından el konuldu. Toplantılarda sözü işgal ederek katılımcıları susturdular. Birliktelik çok sürmedi, hareket sönümlendi. Anlaşılan o ki bu tür hareketlerin eski solun hegemonik müdahalelerine karşı hazırlıklı olma, farkındalığını yükseltme, bağımsız alanını koruyacak yöntemler geliştirmesi gerekiyor.Bu direniş ve bağımsızlığı koruma çabasının bir örneği Türkiye’de 80 sonrası güçlenen yeni feminist hareketin ilk onlu yıllarında yaşandı. Bu yıllara ait dokümantasyon çalışmaları, incelemeler henüz yapılmadı. Bekliyoruz.“Kanka devlet” aslında bir ihtiyacı, vatandaşın birey olarak ya da birlikte talepleri doğrultusunda yönetimle bir müzakere yürütebilme hakkını, olasılığını ve talebini sevimli bir şekilde anlatan bir ibare. Hak talepleri için mücadelenin amansız, yıkıcı ve uzlaşmasız olması gerektiğine ilişkin Sol’daki yaygın kanıyı altüst ediyor.On küsur yıllık AKP iktidarının performansına baktığımda elitist, vesayetçi vb muhalefetin ara vermeden sürdürdüğü savaşçı, saldırganlığı kışkırtan, köşeye sıkıştırmacı taktiklerine karşı ve tabii başını kaldırabildiğinde “müzakerecilik” şıkkını birçok yerde uygulamaya çalıştığını görüyorum. Kürt hareketiyle yürütülen müzakereler örneklerden biri. Bir başka örnekte, başbakanın olayların en yüksek noktasında Gezi’yi temsil ettiğini öne süren bir grupla yaptığı gece görüşmesini anımsıyorum.Hükümetin müzakere çağrılarına savaş baltalarıyla yanıt veren, Sol’un da içinde yer aldığı reddiye cephesinin bunca çabasına rağmen müzakereci zihniyet iki tarafta da bir yerlerden filiz veriyor. Bu, bu ülke için yeni bir yönetim anlayışı. Gençlerin ve hak isteyen tüm kesimlerin müzakere talebine, tanınma, değer verilme ve saygı talebine yönetişimle, katılımı cesaretlendirerek cevap vermek mümkün görünüyor. Buraya kadar olanlar bile doksan küsur yıllık otoriter devlet idaresinde önemli bir değişimin başladığını gösteriyor. Bunu kalıcı kılmak ve ilerletmek muhalefetin elinde. Kalıplardan kurtulmuş, serbest düşünebilen, pozitif siyasetle iştigal eden bireyler ve örgütlerle elbette.
Müzakereci devlet, müzakereci muhalefet
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik