Hepimiz şu sorunun yanıtını merak ediyoruz: Nisan’daki anayasa referandumunda seçmen davranışını hangi faktör ya da faktörler belirleyecek?
Soru kemikleşmiş seçmen kitlesi için önemli olmayabilir. Zaten bu seçmenin hangi tercihi kullanacağı üç aşağı beş yukarı belli. Hangi partiyi tutuyorsa, tuttuğu partinin işaret ettiği yönde oy verecek.
Benim zihninin içine girmeye çalıştığım seçmen kitlesi, belirlenmiş, tanımlanmış, tercihleri yönlendirilmiş seçmen kategorilerinin dışında kalan seçmenler.
Referandum odaklı araştırmalara baktığımızda, evet diyenler yüzde 50-55, hayır diyenler de yüzde 45-50 bandında seyrediyor. Artı-eksi yanılma payları da düşünüldüğünde referandumun eşit koşullarda start aldığını söyleyebiliriz.
Ancak öyle bir yüzde 20’lik seçmen kategorisi var ki, yaratacağı sonuçlar açısından çok önemli bir kesiti oluşturuyor. Bu kesitin yüzde 15’ini henüz bir karar vermemiş olanlar, yüzde 5’ini de sandık başına gitmeyecek olanlar oluşturuyor.
Eğer siyasi partiler sadece kendi seçmen kitlelerini konsolide eden, mevcut seçmenlerine selâm gönderen bir seçim kampanyası stratejisi izlerlerse, Nisan referandumunda umduklarını bulamayabilirler. O yüzden daha farklı, daha yaratıcı, daha enerjik bir kampanya ile seçmenin karşısına çıkmaları gerekir.
İkna edici müzakere siyaseti
Kararsız ve sandık başına gitmeyen seçmene baktığımızda, kendi tutumunu sergileyen davranışı nasıl izah ettiği büyük önem kazanıyor. Bu seçmenler, referandumda hangi tercihin daha iyi olacağına ilişkin bir bilgilerinin olmadığını söylüyor. Bu da bize şunu düşündürüyor: Kararsız, sandık başına gitmeyecek seçmeni etkileyecek en iyi seçim kampanyası, bilgilendirerek yönlendirmek olacak.
Kararsızlar ve sandık başına gitmeyeceğini söyleyenler, bilgilendirilerek ikna edildiklerinde bir tercihe yönelebilirler. Ancak o tercihi, beslendikleri siyasal ve kültürel havzanınn etkileyebileceğini de unutmamak gerekir. O yüzden, kampanyayı aşırı kutuplaştıran bir strateji AK Parti’ye yarar getirir; karşıt cepheye yarar getirmez. Zira Türkiye seçmeninin kültürel kodlarına baktığımızda, yüzde 65’lik bir milliyetçi-muhafazakar bir kesit görüyoruz.
Referandumu etkileyecek bir diğer husus da ikna edici müzakere siyaseti olacak. Anketler evet-hayır tercih ıskalasının birbirine yakın seyrettiğini söylüyor. Bu durumda, kararsızları etkilemek dışında en etkili yöntem, karşı mahalleden oy devşirmek olabilir. Evet’çilerin Hayır’cılar içinde, Hayır’cıların Evet’çiler içinde, militan oyların dışında kalan, ait olduğu cepheye sıkı değil zayıf bağlarla tutunan seçmen bandına yönelik yaratıcı, etkileyici söylem ve taktikler geliştirmeleri, dengeleri değiştirici sonuçlar doğurabilir.
Bağlam etkileyici olacak
Ancak kanaatimce referandumda sonucu belirleyecek en önemli şey, tüm bu faktörleri ve analizleri dikey kesen bağlam olacak. Bu bağlam, siyasi-toplumsal atmosfer içinde yankılanacak “eko”dan beslenecek. Bu “eko”yu şu faktörler oluşturacak:
* Ekonomik kriz kaygısı.
* Dış güçlerin ülkeyi karıştırması korkusu.
* Güvenlik endişesi.
* Siyasette istikrar (yani güçlü temsil) olmazsa ülkenin kaosa sürükleneceği tasavvuru.
Bu bileşenlerin ortak paydası “hissiyat.” Yani psikoloji. Hissiyatı önemsemek gerekir. Çünkü siyasal davranışlarda tutuma ağırlıklı olarak yön veren en etkili faktör olabiliyor. Bugün hissiyatı daha çok oluşturan da “ülkenin başına daha kötü şeyler gelebilir” korkusu ve tedirginliği.
Karşı stratejinin propaganda stratejisi
Siyasal etkileşimlerin toplumsal bir “eko” (yankı) oluşturduğu durumlarda, yurttaş daha fazla korku ve endişe üreten seçeneklere itibar etmez. Kendisinde daha kötü koşullara karşı mücadele umudu ve olanağı oluşturacak seçeneklere ilgi duyar. Bu tablo da, siyasi tercihleri kemikleşmeyen, bulunduğu cepheye zayıf tutunan seçmeni, özellikle de kararsızları, ağırlıklı bir şekilde Evet’e yönlendirebilir.
Ancak “bağlamı” etkileyen bir “etki” yaratılabilirse, bağlamın seçmen davranışını etkilemesi yeniden yapılandırılabilir. O da geleceğe dair umut oluşturacak daha iyi bir alternatifin ortaya konulmasıyla mümkün olabilir.
Yani korkutan, ürküten değil daha ülke yararına olacak bir seçeneğin, halkta “daha iyi olabilir” duygusu uyandırılarak oluşturulması, anlatılması gerekir.
Bu analiz Hayır cephesinin önüne iki uyarı koyuyor: Bir, seçmeni korkutarak oluşturulacak bir seçim stratejisi tutmaz. İki, Evet’e muhalefet de yetmez. Evet’in zararlarını anlatan, ama zararlarını daha iyi bir alternatifle anlaşılır kılan bir strateji, kampanyanın odağına oturtulmalı.
Böyle bir durum var mı? Veya olacak mı? Sanmıyorum. O zaman da referandum sonuçlarını etkileyecek bağlam, Hayır’cıları değil Evet’çileri sevindirecek.