11 Eylül 1920’de, asker kaçakları sorununa çözüm bulmak amacıyla kurulan İstiklal Mahkemeleri, Birinci Meclis’teki Birinci ve İkinci Grup üyelerini karşı karşıya getirmiş ve sert tartışmaların çıkmasına yol açmıştı. Asker kaçakları meselesi, Birinci Dünya Savaşı yıllarından beri devam edegelen önemli bir sorundu. Özellikle savaş sırasında, firarilerin sayısı artıkça, firar eden her 8 kişiden biri idam edilerek cephelerin çökmesi önlenmişti. Ancak bu katı uygulamalara rağmen firariler sorunu bir türlü çözüme kavuşturulamamış ve firari sayısı 300,000’e çıkmıştı. İşte Meclis de bu meseleye çözüm bulmak amacıyla sekiz ayrı İstiklal Mahkemesinin kurulmasını kararlaştırmıştı. Yalnız bu mahkemeler sadece asker kaçakları sorunuyla uğraşmayacak; olağanüstü yetkilerle donatılıp, hırsızlıktan gasp ve eşkiyalığa; can güvenliği, mal güvenliği ve kamu düzenini ilgilendiren tüm suçlara bakacaklardı. Ankara İstiklal Mahkemesi’nde, yıllarca, yargı heyetinin tam arkasında, “İstiklal Mahkemesi mücadelesinde sadece Allah’tan korkar” levhası asılı durdu.
“İhtilâl'ın da hukuku var”
11 Eylül 1920’de kurulan İstiklal Mahkemeleri’nin görevi 17 Şubat 1921’de son buldu. İnönü Savaşları sırasında bu mahkemelerin tekrar kurulması kararlaştırıldı ve böylece 24 Temmuz 1921’de Konya, Kastamonu, Samsun ve Yozgat’ta yeni İstiklâl Mahkemeleri kuruldu. 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşa Başkumandanlığa getirildi ve İstiklal Mahkemeleri başkumandana, yani Mustafa Kemal’e bağlandı. Ancak Meclis’teki İkinci Grup olup bitenlerden rahatsızdı ve gidişatın “hâkimiyet-i millîye” açısından sorun olduğu ve otoriterliğe doğru kaydığını düşünmekteydi. 14 Ocak 1922’de Meclis’te yapılan gizli oturumda, Hüseyin Avni Ulaş bu mahkemelere tanınan geniş yetkileri şöyle eleştirdi: “Olağanüstü önlem almak için İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Fakat bir zaman oldu ki, hükümet bütün icraatı İstiklal Mahkemelerine verir bir şekilde, bize bir kanun kabul ettirdi. Artık İstiklal Mahkemelerinin el uzatmadığı, el koymadığı şey kalmadı ve bütün hükümetin icraatını eline aldı ve Meclis adına hüküm verdi. Efendiler siz memleketi kurtarmak istiyorsanız, siz mahkemeleri yaşatmak istiyorsanız, işte burada 350 mahkememiz var. Onun kudretini artırın, onun kudreti olmazsa dört mahkeme, beş mahkeme devletin bütün teşkilatını yürütemez. İhtilâl'ın de hukuku var…” Hüseyin Avni, Meclise bile verilmeyen “kişisel görüşe dayanarak adam asma yetkisi”ni, Meclisin bu türden olağanüstü mahkemelere tanımasını bir türlü sindiremedi ve anlamak istemedi.
İkinci Grup üyelerinden Sinop mebusu Hakkı Hamdi Ulukan da, olup bitenlerden rahatsızdı ve şiddetle İstiklal Mahkemelerine karşı çıktı. Meclis’te yaptığı konuşmasında, “Kendisini Meclisi Ali'nin fevkinde görenler Meclisin vücudunu inkâr etmiş olurlar” dedi: Bunlar hain-i vatandır. Hareketleri Meclise taarruzdur… İstiklal Mahkemelerine de ve hiçbir kimseye de adam asma salahiyeti vermeyiniz. İdam cezası tavuk öldürmek değildir.”
İkinci Grup: “Lozan’da Misak-i Millî'den taviz verildi”
Meclis’te azınlık olan İkinci Grup üyeleri, Lozan Barış Görüşmelerinin “barışla” sonuçlandırılmış halinden de memnun değildi. Bu görüşmeler sırasında İkinci Grup'un etkili muhalefeti, Birinci Grup'ta ciddi boyutta erimelere yol açmış ve İkinci Grup üyelerini Meclis’te çoğunluk durumuna getirmişti. İkinci Grup, “Lozan’da Misak-i Millîden taviz verildi” düşüncesini savunmaktaydı. İkinci Grubun tasavvur ettiği Misak-i Millî, bugünkü Irak Kürdistanı ve Rojava’yı de icine alan, Türk ve Kürt halklarının üzerinde yaşadigi topraklari ihtiva etmekteydi.
Mustafa Kemal, “Lozan Antlaşması'nın” Birinci Meclis’ten geçemeyeceğini farkedince seçim kararı alır ve İlk Meclis, 16 Nisan 1923’te son toplantısını yaparak dağılır. Böylece bir seçim komitesi kurularak Mustafa Kemal bu komitenin başına getirilir. Komite adaylar üzerinde tek tek durarak vekil olacak adaylar hakkında istihbarat toplar ve kendilerinden yana olmayan hiç kimsenin seçilmesine izin vermez. Seçim komitesi üyelerinden Kâzım Karabekir, seçim sonuçlarına aleni müdahale ediliyor gerekçesiyle komiteden ayrılmak ister; ancak Mustafa Kemal’in ısrarı üzerine kararından vazgeçmek durumunda kalır.
1923 yılının Temmuz ayında gerçekleştirilen seçimlerle 287 üyeli yeni meclis kurulur ve İkinci Meclis, 11 Ağustos 1923 günü açılışını gerçekleştirir. İkinci Meclis'in ilk işi, Birinci Meclis'in onaylamaktan kaçındığı Lozan Barış Antlaşması olur. 24 Temmuz’da imzalanmış olan Barış Antlaşması Meclis'in onayı için bekliyordu. İkinci Meclis’in diğer iki önemli uygulaması, 13 Ekim’de Ankara’nın başkent ilân edilmesi ve 29 Ekim’de Cumhuriyet'in ilânıdır.
İkinci Meclis de dikensiz gül bahçesi değildi
Mustafa Kemal İkinci Meclisin dikensiz bir gül bahçesi olmasını beklemişti. Ancak düşündüğü şekilde olmadı. Cumhuriyetin alelacele ilân edilmesi, çoğu eski silah arkadaşları olan bazı üyeler tarafından ihtiyatla karşılandı. Cumhuriyetin ilânından haberleri olmayan ve o sırada İstanbul’da bulunan Hüseyin Rauf, Ali Fuat Cebesoy, Adnan Adıvar ve Refet Bele, bu gelişme karşısında biraz şaşırmıştı. Kâzım Karabekir de o günlerde Trabzon’da olduğu için, o da Cumhuriyetin ilânından habersizdi. Rauf Bey, 1 Kasım’da çıkan bazı gazetelerde “Cumhuriyetin ilânı aceleye getirildi, Cumhuriyetin ilânından önce doğru dürüst bir anayasa yapılmalı idi” derken, Kâzım Karabekir de, her türlü otoriterliğin karşında olduğunu belirtikten sonra Cumhuriyetten yana olduğunu söyledi. Milli Mücadelenin bu önde gelen kadroları, kendilerine danışılmadan yapılmış olan Cumhuriyet ilânını doğru bulmuyordu. Rauf Bey’in açıklamaları Ankara’da tepkiyle karşılandığı için, kendisi 22 Kasım akşamı Halk Fırkası meclis grubunda sekiz saatlik bir sorguya alındı. İsmet İnönü, Yunus Nadi, Recep Peker ve Kılıç Ali, Rauf Bey’i sert ifadelerle eleştirdi. İşin ucundan vatana ihanetten suçlu bulunmak ve İstiklal Mahkemelerinde hesap vermek de vardı. Neyse ki sonunda Rauf Bey’in açıklamaları ikna edici kabul edilir. Sonraki yazıda konuya devam edelim.