Türk-Amerikan krizi başladığından bu yana o kadar çok “tansiyonu düşürelim, ilişkileri düzeltelim” çağrıları yapıldı ki, ilişkileri dinamitleyen sorunlarla yüzleşilmemesinden, bunun da ileride daha beter krizlere sebebiyet vermesinden endişe ediyorum. Tamam, ilişkileri düzeltelim. Zaten krizin iki ülkeye zarar dışında kazandırdığı bir şey de yok. Ama ilişkileri zehirleyen yapısal sorunları da es geçmeyelim. Unutmayalım ki ilişkileri konjonktürel veya yanlış politikalar değil, ilişkilerin değişen doğasının tetiklediği yapısal sorunlar bozdu.
Her iki ülkenin kendilerini doğrudan ilgilendiren meselelere farklı pozisyon alarak bakması, dolayı Türkiye’nin stratejik bağlılığını sorgulamaya başlaması, Amerika ile Türkiye arasında yaşanan yapısal problemlerin temelini oluşturuyor. Bu temel Küba füze krizi, Kıbrıs krizi, Johnson mektubu gibi olayların tetiklemesiyle 1960’lı yıllarda başladı, 2000’li yıllarda bir dönüm noktasına evrildi. 2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesinden itibaren Türkiye, Amerikan odaklı, kendini Ortadoğu’dan izole eden dış politika çizgisinden vazgeçti. Tüm bölgesel aktörlerle aktif etkileşim içinde ve oyun kurucu olma gayretiyle, bağımsız bir dış politika hedefine yöneldi. Değişim, Türkiye’ye dinamik bir siyaset ve bağımsız dış politika hedefleri kazandırdı. Tüm bu çoklu bölgesel ve küresel faktörler Türk-Amerikan ilişkilerinde yapısal bir değişikliğe yol açtı.
Amaçlar ve çıkarlar çatışması
25 yıl CIA’da çalışan, bu arada Türkiye istasyon şefliği de yapan, Türk-Amerikan ilişkilerini görünen ve görünmeyen yönleriyle en iyi analiz edebilme kapasitesine sahip olduğunu söyleyebileceğimiz Graham Fuller, bundan tam 11 yıl önce Yeni Türkiye Cumhuriyeti diye bir kitap yazdı. Fuller’in son derece çarpıcı kitabı şu cümleyle bitiyor:
“O eski öngörülebilir ve sadık Amerikan müttefiki olan Türkiye artık tarihe karışmıştır.”
Fuller, Türkiye’nin sadık ve güvenilir müttefikliğini tarihe gömen beş gerginlik kaynağını sıralıyor: (1)Washington’un Ortadoğu’daki amaçları ve politikaları ile Türkiye’nin kendi çıkarları arasındaki farklılık. (2) ABD ile kurulacak stratejik bağların Türkiye’nin bölgede kendi yararına kurabileceği öteki stratejik bağları önlediğine dair Türkiye’de oluşan kaygılar. (3) Amerika’nın Ortadoğu’da girdiği ittifak ilişkilerinin yarattığı karışıklığın, Türkiye’yi istenmeyen bölgesel çatışmalara sürükleyebileceği endişesi. (4) Amerika’nın çıkarlarına aykırı düşüldüğü anda, ABD’nin güvenlik taahhütlerine ne derece güvenilebileceği konusunda Türk tarafında oluşan kaygılar. (5) ABD’nin Türk milli onuruna yeterince önem vermemesi; Türk tarafında bu yönde algıların oluşması.
Türkiye ile Amerika arasında oluşan makas farkı en çok Kürt sorununda yankı bulmakta. ABD Kürtler üzerinden Ortadoğu’da yeni bir jeostratejik yapılanma amaçlamakta. Bu kapsamda Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti, Suriye’de ise bu devlete bağlı bir federal yapılanma öngörüyor. Ancak bu tasavvur Türkiye’yi ciddi şekilde rahatsız ediyor. Çünkü ulusal güvenlik sorunları var ve kendi içindeki Kürt nüfusun bundan etkilenmesinden korkuyor. Türkiye bu noktada Amerika tarafından çok kesin ve inandırıcı bir şekilde teskin edilmedikçe (veya Kürtler bağlamında ortak bir proje geliştirilmedikçe) Türk-Amerikan ilişkilerinin düzeleceğini söylemek abesle iştigaldir.
İçerdeki derin yapılanma
Türk-Amerikan ilişkilerini zehirleyen bir diğer yapısal sorun, ABD’nin Türkiye içinde oluşturduğu derin yapılanma. Bu yapılanma 2007 yılına kadar Ergenekon’du. Ergenekon’un siyasal iktidar üzerinde hakimiyetini kaybederek işlevsizleşmesinden sonra yerine FETÖ geçti.
FETÖ, ABD’nin kol kanat germesiyle birlikte Ergenekon’dan da vahim bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti devletini kısmen de olsa içerden ele geçirdi. Böylece ABD, hem Türk devlet sistemi içinde bir casusluk network’u oluşturdu, hem de karar alıcılar üzerinde etkili bir altyapı kurdu.
Türkiye bugün bağımsız, özerk, temiz ve şeffaf bir devlet yapılanması oluşturacaksa, işe önce Amerikan istihbaratının devlet içine sızmış unsurlarını temizlemekle başlayacak. Başka türlü, temiz, şeffaf, hesap verebilir bir devlet düzeni ve sistemi inşa edemeyiz.
Bunu şu açıdan da önemsiyorum: Bugün hemen herkes devletin PKK’ye karşı verdiği mücadelede bazı görevlilerin işlediği suçları konuşuyor. Araştırdığınızda, o insanların devlet içindeki özerk bir birimle koordineli hareket ettiğini, bu koordinasyonun da muhtemelen Amerika bağlantılı olduğunu görüyoruz. Doğan Güreş ve Tansu Çiller döneminde temeli atılan politikaların tamamı ABD, Batı ve NATO onaylı stratejilerdi. Biz bu bağlantıyı, Şemdin Sakık’ın ifadeleriyle hedef yapılan ama ardından itibarları iade edilen aydınlarda da, İmralı sorgusu ve politikalarında da görebiliyoruz.
Gladio ile hesaplaşılmak zorunda
FETÖ soruşturmaları ile önümüze tarihi bir fırsat geldi. İlk kez, Amerika’nın Türkiye içindeki derin yapılanmasını açığa çıkaracak çok ciddi verilerle yüz yüzeyiz. FETÖ soruşturmasında her geçen gün ABD’nin parmak izleri daha fazla ortaya çıkıyor.
15 Temmuz darbesinin koordinatörü Adil Öksüz’ün ABD konsolosluğu tarafından telefonla arandığı, görüşüldüğü, üstelik bu görüşmenin güvenilir hat üzerinden yapıldığı ortaya çıktı. MİT TIR’ları ile ilgili soruşturmada, operasyonu yönlendiren iki üst düzey “mahrem imam” Bayram Andaç ve Muharrem Gözüküçük’ün ABD büyükelçiliği ve konsoloslukları ile görüşmeler yaptığı tesbit edildi. Ancak savcılıkların ve hattâ Adalet Bakanlığın bu görüşmelerle ilgili bilgi taleplerine herhangi bir yanıt verilmedi. 17-25 Aralık (2013) girişimlerini yürüten ve haklarında FETÖ soruşturması bulunan 120 polis ile sair adli görevlinin ABD konsolosluk çalışanları ile irtibatlı oldukları belgelendi. Daha tepede, ABD’nin Türkiye içindeki derin yapılanmasını yöneten Fethullah Gülen Amerika’da ikamet ediyor, Gülen’in elemanları ile irtibat ve iletişimine hiçbir engelleme getirilmemiş bulunuyor.
MİT’e çok büyük zararlar veren, TSK’yı neredeyse dağılma noktasına getiren, polis teşkilâtını hallaç pamuğu gibi atan, yargıyı büyük bir zan altında bırakan derin yapılanmada Amerika’nın parmak izlerinin aranmasını, “Amerika bizi cezalandırır” diyerek savsaklayamayız. Türkiye’nin Amerika’nın FETÖ’ye ve askeri darbeye ne şekilde dahil olduğunu soğukkanlı bir şekilde araştırma, olaya karışan kişileri evrensel hukuk ilkeleri bağlamında yargı önüne çıkarma, bu yönde kamuoyunda oluşan kuşkuları giderecek aktivitelerde bulunma hakkı vardır. Bu hakkın kullanılmasını “Türkiye’nin Batı’dan kopuşu” olarak da mütalaa edemeyiz.
Eğer Türkiye ve Amerika aralarında var olan krizi konuşmak, tartışmak ve çözmek istiyorsa, ilişkileri zehirleyen yapısal problemlerle yüzleşmek durumundalar. Başka çaresi yok. Yapısal sorunlar çözülmeden bırakmak, ilişkilerin yeniden bozulmasına ortam ve zemin hazırlamaktır.