Abdullah Kıran
Suriye krizinin patlak verdiği ilk günden bu yana, Türkiye ve Rusya arasında soğuk bir savaş devam etmekte. Bu soğuk savaşın ilk somut yansıması, Türkiye’nin 10 Ekim 2012’de Moskova’dan Şam’a giden uçağı Ankara’da zorunlu inişe mecbur bırakmasıydı. Türkiye, Moskova’dan kalkan uçakların Esat yönetimine silâh yardımı sağladığından ciddî anlamda şüphe ediyordu. Doğrudan doğruya Şam rejiminin arkasında duran Rusya’nın bu ülkeye silâh yardımında bulunması olağandı ve Türkiye’nin de bundan dolayı Rusya’dan rahatsızlık duyması normaldi. Türkiye ve Rusya arasındaki soğuk savaşın hepten yüzeye vurduğu ikinci olay, Başbakan Erdoğan’ın, 18 Ekim 2014’te, Ukrayna üzerinde düşürülen Malezya uçağıyla ilgili olarak yaptığı şu açıklamaydı: “Ukrayna hava sahasında Malezya uçağı Rusya tarafından füzeyle vurularak indirildi… Bunlar ‘ben güçlüyüm, istediğim gibi vururum, istediğim gibi indiririm’ diyenlerden. Biz de diyoruz ki, siz bu gücünüzü bir yere kadar kullanacaksınız, ama unutmayın bu tuzakların üzerinde büyük bir tuzak var. O tuzak bir gün size vuracak” (Radikal, 18.07.2014).
Çatışmanın kaynağı, Suriye krizi
Ancak durum ne olursa olsun, bu soğuk savaşın, fiili sıcak bir çatışmaya dönüşmemesi için her iki taraf da, kendilerince ölçülü davranmaya çalıştılar. Çünkü Türkiye ve Rusya’nın, Suriye meselesi üzerinden doğrudan doğruya karşı karşıya gelmesi, hele bir de savaşa karışması, hiç de akıllıca bir durum değildi. Fakat 24 Ekim itibarıyla durum farklı bir mecraya girdi. Türkiye, Suriye sınırını ihlal eden Rus uçağını indirince, birden bire bütün dünya iki ülke arasındaki gerginliğe kilitlendi. Belli ki Rus uçağının düşürülmesiyle, mesele Suriye konusunu aşmış, Türkiye ve Rusya’yı bir savaşın eşiğine getirmişti. İyi ama neden Türkiye sadece 5 dakikalık ikaz ve 17 saniyelik bir ihlal için Rusya uçağını indirmişti? Ege’de nerdeyse her ay Türkiye ve Yunanistan arasında benzer sınır ihlalleri yaşanır, fakat uçak düşürme olayı vuku bulmazdı. Sahi Rusya değil de, aynı ihlal ABD tarafından da yapılsaydı, sonuç aynı mı olacaktı?
Rusya ve Türkiye’nin Suriye meselesinde çok ayrı, nerdeyse taban tabana zıt politikalara sahip olduğunu biliyoruz. Yine biliyoruz ki, BM’de Suriye aleyhine bir kararın çıkmasını dört kez engelleyen Rusya, beş yıldır Esat rejimi için âdetâ bir can simidi görevini üstlenmekte. Türkiye Esat’ın gitmesi için var gücüyle çabalarken, Rusya da kalması için elinden geleni ardına koymamakta. Ancak bütün bunlar, Rusya ve Türkiye’nin Suriye üzerinde bir savaşa kalkışmasının bahaneleri olamaz. Rusya uçağının indirilmiş olması, muhtemelen yarın Rusya’nın da aynı şekilde bir Türkiye uçağını indirmesi şeklinde bir misillemeye yol açmayacak. Öncelikle her iki ülke Suriye üzerinde daha derin bir vekâlet savaşı sürdürecek ve kendi politikalarının hayat bulması için mücadele edecek.
Batı faktörünü unutmayalım
Bana kalırsa Türkiye’nin Rusya uçağını indirmesinde Suriye faktörü kadar, diğer yan faktörler, özellikle Batı faktörü de önemli rol oynadı. Bilindiği gibi Batı, özellikle Ukrayna ve Kırım sorunu nedeniyle Rusya ile bir çekişme, hattâ düşük yoğunluklu bir soğuk savaş içinde. Ancak Kırım ve Ukrayna’da Putin geri adım atmadığı gibi, siyasi hedeflerine de ulaştı. Batının kimi ambargoları ve özellikle petrol-doğalgaz fiyatlarındaki “düşüş” (veya düşürülüş), Rusya’yı ekonomik anlamda bir sıkıntıya soksa da, Putin yönetimi için caydırıcı olmadı. Batı, işte Rusya karşısındaki bu itibar kaybını, Türkiye ve Rusya’yı karşı karşıya getirerek bir nebze telafi etmek isteyebilir. Ancak sanırım Türkiye de, olası bir Türkiye- Rusya çatışmasında NATO’nun derhal yardımına koşmayacağını bilecek kadar tecrübeye sahiptir.
Uçak düşürme olayında, Rusya’nın Türkmen bölgesini hedef almış olması da önemli bir tetikleyici unsur rolünü oynamış olabilir. Çünkü Türkiye, her ne kadar AK Parti hükümetleri döneminde, sadece etnik bir grubun devleti olmadığı; vatandaşları arasında din, dil ve etnik köken ayrımı yapmadığı izlenimi vermeye çalışsa ve bu anlamda ciddi adımlar atmış olsa da, halen Kemalist devlet reflekslerinden kurtulabilmiş değil. Maalesef devletimizin Suriye’de zulme uğrayan Arap, Kürt ve Türkmenler karşısındaki tutumu eşit olmadı. Mülteciler konusunda, takdire şayan bir şekilde ayrım yapılmadan herkes kabul edildi; ancak saldırıya uğrayan Kürt ve Türkmen konusunda aynı hassasiyet gösterilmedi. Zaten Türkiye, Kobani meselesinde, Kürdü de Türkmen kadar yakın bir akraba olarak görebilseydi, IŞİD asla Kobani’ye saldırma cesareti bulamazdı ve bugün Suriye meselesinde Türkiye’nin eli herkesten daha güçlü olurdu.
Şimdi ne olur?
Hem Türkiye hem Rusya önce Suriye üzerinde bir hesaplaşmaya girişecek. Özellikle uçak düşürme olayından sonra Rusya’nın Suriye’de daha köklü bir şekilde yerleşmesi hızlanacak. Buna karşı Türkiye de kendisine yakın hissettiği muhalefeti desteklemeye devam edecek. Belki Rusya PYD’ye çok sınırlı ve kontrollü bir yardım sağlayacak, ancak Kürtlerin Esat karşısında daha özgür ve otonom hareket etmelerini sağlayacak bir yardımda bulunmayacak. Rusya, Kaniya Dilan (Cerablus) ve Azez’in PYD’ye geçmesine de sıcak bakmayabilir; buraların kendisine bağlı rejim güçlerince denetim altına alınmasını isteyebilir. Merak ediyorum; özü itibarıyla Kürt toprakları olan Kaniya Dilan ve Azez’in Kürtlere geçmesini kırmızı çizgisi olarak gören Türkiye, yarın buraların Rusya desteğiyle rejim güçlerinin denetimine geçmesi karşısında nasıl bir politika benimser?
Daha önce de dile getirdim; Suriye, dünyanın iki büyük hegemonik gücünün, dip dibe, yan yana cirit atacakları kadar geniş bir saha değil. Üstelik bu saatten sonra bildiğimiz anlamda üniter ve birleşik bir Suriye de olmayacak. Hattâ büyük bir olasılıkla, Beşar Esat, birleşik Suriye’nin son devlet başkanı olacak. Bir daha ne Irak’taki Sünniler Şii Bağdat’ın, ne de Suriye’deki Sünniler Şii Şam’ın denetimine girmeyi kabul etmeyecek.
Peki çare?
Türkler ve Kürtler, kaderleri ortak ikiz bir halk, ikiz bir ulus olarak bir an önce kolları sıvamalı. Türkiye, Irak Kürtleri örneğinde olduğu gibi, Rojava Kürtlerini de kucaklamalı; dağılmış bir Suriye’de Kürtlerin de kendi devletlerini kurmasında hami bir rol oynamalı. Hattâ daha da öteye geçip, Irak ve Suriye arasındaki Sünni Arapların IŞİD zulmünden kurtulup kendi devletlerini kurmalarına da yardımcı olmalı. Sykes-Picot öldü; varsın Türkiye’nin ebeliğinde bir Sünni-istan ve Kürdistan da doğsun.