spot_img
Ana SayfaYazarlarNeden evet, niçin yetmez?

Neden evet, niçin yetmez?

 

16 Nisan referandumunda “yetmez ama evet” diyeceğim. Gerek dersleri gerekse yazıları aracılığıyla kamuya hitap etme imkânına sahip bir vatandaş olarak, bu tavrın gerekçelerini bir kere daha kısaca açıklamak istiyorum. Hattâa bunu yapmayı bir sorumluluk telakki ediyorum. İşimi kolaylaştıracağı ve mevzunun dağılmasını önleyeceği için, ara başlıklar altında ve madde madde ilerleyeceğim.

 

Neden evet?

 

(1) 16 Nisan paketi, odağında hükümet sisteminin olduğu bir anayasa değişikliği. Bu değişiklik rejimi değiştirmeyecek ama elbette tüm sistem üzerinde tesir icra edecek. Daha önce de halk oylamasına sunulan veya parlamentoda gerçekleşme süreci tamamlanan anayasa değişiklikleri yapıldı. Bunların çoğu temel hak ve özgürlüklerin AB mevzuatına uyarlanmasına yönelik müspet adımlardı. Devlet yapılanmasına etkileri ise ya hiç olmadı ya da çok az oldu. Bu sefer durum farklı. Teklif kabul edilirse devlet yapılanmasında ciddî bir değişiklik gerçekleşecek. Yani 12 Eylül cuntasının tasarladığı devlet yapılanmasının hükümet sisteminde önemli bir yenilik yapılmış olacak. Bu yüzden paket bir reform niteliğinde ve desteği hak ediyor.

 

(2) Paket demokratik siyasetin meşru aktörlerinin ilgili kurallara ve demokrasi teorisine uygun insiyatifinin eseri. Bu hâliyle, askerî cuntanın yarattığı sistemde önemli bir değişiklik yapılması, gedik açılması anlamına geliyor. Siyasetçiler ilk defa bu kadar cesur ve kararlı şekilde ilerliyor. Bunun demokrasimize büyük katkıda bulunacağı aşikâr. Bu yüzden de teklifin desteklenmesi uygun olur. Diğer taraftan, anayasa değişikliği demokrasilerin tabiatında var. Mühim olan, anayasada belirtilen değiştirme usullerine uymak ve demokrasinin genel çerçevesi içinde kalmak. Buna rağmen “ülkenin esası biziz, yüzde 95 olsanız bile bu gerçeği ortadan kaldıramazsınız” havasında gezinen ve “asla değişiklik yaptırtmayız” diyenler, ilerde başkalarının da onlara değişiklik yaptırtmamasının yolunu açmış ve bu tavı meşrulaştırmış olur.

 

(3) Türkiye’nin hâlihazırda bir hükümet sistemi yok. Mevcut sistem ne kuşa benziyor ne deveye. Yani ne parlamenter sistem ne başkanlık sistemi, ne de kuralları ve kurumları belli herhangi bir hükümet sistemi. Hükümet sistemsizliğinde memleket el yordamıyla, kişiler arasındaki şahsî hukuka ve yakınlığa dayanarak ilerliyor. Bu durum ağır krizler üretme potansiyeline sahip. Oysa paket iyi kötü bir sistem tanımı yapıyor ve bu sistemin kurallarını koyuyor. Bu, ülkenin sistemsizlikten kurtulması anlamına geliyor. Bana göre bu da bir diğer destek sebebi. Bu sebeple destek, münhasıran cumhurbaşkanlığı adı verilen sistemi desteklemek anlamına gelmez. Ondan çok, mevcut sistemsizlikten çıkmayı destekleme anlamına gelir. Kuşku yok ki, tek çıkış yolu önerilen sistem değil. Standartlara uygun bir parlamenter sistem de aynı şeyi yapabilirdi. AK Parti artı MHP’den oluşan siyasî irade parlamenter sistemi tercih edebilirdi. Böyle olsaydı bu satırların yazarı sağlam bir parlamenter sistem önerisine de evet derdi.

 

(4) Türkiye’deki cari hükümet sistemi (aslında sistemsizliği), bürokratik vesayet sisteminin ve geleneğinin bir sonucu olarak çift başlı; etkinsiz parlamenter sistemin sonucu olarak istikrarsız. Bunları görmemek için, ülkemizin siyasetiyle ilgili tüm tarihsel bilgiyi unutmuş ve hayaller âleminde yaşıyor olmak gerekir. Paket yürütmede çift başlılığı ortadan kaldırıyor. Yürütmede istikrarsızlığı tarihe gömüyor. Bunların her ikisi de istenecek şeylerse, paket desteklenmeli.

 

(5) Paket muhteşem değil. Türkiye’ye her alanda mucizeler yaşatacağı iddiaları da abartılı. Buna karşılık, “hayır” kanadının hemen tüm eleştirileri ya geçersiz ya da en kötü durum senaryosuna dayanmakta. Muhalifler korku yaratmayı amaçlayan berbat durum senaryoları üretmekte. Pakete karşı çıkan kimi aydınlar bile usulüne uygun tartışma ve değerlendirme yapmıyor. Soyut ifadelerle, aşırı genelleştirmelerle yazıp konuşuyor; teklif metnine dayanmayan, daha ziyade önceden bir şekilde oluşmuş antipatileri, öfkeleri, hatta nefretleri yansıtan yorumlarla ortaya çıkıyor. Oysa yapmaları gereken, ya mevcut sistemin önerilenden daha iyi olduğunu ispatlamak, ya da toplumu referandumda “hayır” çıkmasından sonra daha iyi bir önerinin hazırlanmasının kesin yahut kesine yakın olduğuna inandırmak. Muhalefetin bunların birine veya her ikisine yönelik bir çabası yok. Bu yüzden bilineni bilinmeyene, mümkünü belkiye tercih ederek de paket desteklenebilir.

 

(6) Yürütmede iki başlılık, bürokratik vesayetin araçlarından biriydi. Yetkili ama sorumsuz, demokratik meşruiyete sahip olmayan fakat demokratik meşruiyeti olan organlardan daha yukarda tutulan devlet başkanlığı makamı, bürokratik vesayetin en önemli sacayaklarından biriydi. Bu makamın bu özelliklerinin tasfiyesi ve yürütme yetkilerinin halk tarafından doğrudan seçilen yürütme organında birleştirilmesi, bürokratik vesayet alanlarını daraltacak, demokratik siyasete gayrimeşru müdahale imkânlarını azaltacaktır. Bu az şey değil.

 

Kimse vesayet bitmiştir, bundan sonra böyle bir şey olmaz hayaline kapılmamalı. 1980’lerin sonlarında ve 1990’ların başlarında “bu ülkede artık darbe filan olmaz” diye geziniyorduk. Meğer tespit yapmıyor, temennide bulunuyormuşuz. 1990’ların ortalarından itibaren tekrar tekrar siyasete bürokratik müdahalelerle ve sonunda 15 Temmuz kalkışmasıyla karşılaştık.

 

Tabloyu doğru okuyalım. Kimse Türkiye’nin sorunsuz bir demokrasiye sahip olduğunu iddia edemez. Ancak, Türkiye’nin şu anki problemi, liberal demokrasi ile otoriter siyasî sistem arasında bir tercih yapmak değil; liberal olmakla kısmen illiberal olmak arasında gezinen bir demokrasi (çünkü tamamen illiberal bir demokrasi zaten var olamaz) ile otoriter sitem arasında bir tercih yapmak. Mevcut demokrasiyi illiberal diye yıkarsak, yerine gelecek olan muhtemelen daha liberal bir demokrasi değil, otoriter bir rejim olacaktır.

 

Başka bir şekilde ifade edersek, bu ülke seçilmiş sivillerin mi yoksa elinde silah bulunan bürokratların mı memleketi yöneteceği sorununa hâlâ kalıcı bir çözüm getiremedi. Bürokratik vesayet odakları azalmadı, dağılmadı, bitmedi;  çoğalarak çeşitlendi ve pusuda beklemeye devam ediyor. Ordu mensuplarının siyasî  kompozisyonunu inceleyenler (http://www.sabah.com.tr/yazarlar/kutahyali/2017/04/10/askeriyede-guncel-durum;    http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/nagehan-alci/tsk-da-614-kisilik-dev-sorusturma-2428980/) ne demek istediğimi daha iyi anlar. Türkiye’nin bu alanda daha alması gereken epeyce bir mesafe var. Değişiklik bu alanda da müspet katkılar yapacaktır.

 

(7) Son olarak, Almanya gibi emperyal; Avusturya, Belçika ve Hollanda gibi İslamofobinin, ırkçılığın ve PKK terörüne desteğin tavan yaptığı ülkelerde, sanki bizim referandumumuz bu ülkelerin iç meselesiymiş gibi, uluslararası teamüllere aykırı olarak, adeta devlet eliyle “hayır“ kampanyası yürütülmesi ve değişikliğe cephe alınması da “evet” demek için bir sebep teşkil ediyor. Soyut değerlere bağlılık ifade eden, ama diğer ülkelere ve halklara bu değerlere bağlılığı telkin etmekle kalmayan; onları kendi ulusal menfaatlerini gözeten bir dış politikanın aracına dönüştüren Batı dünyasının çifte standartlılığı, Gezi olaylarından beridir çok aşikar. Mısır’daki Sisi darbesine destek veren, Türkiye’deki 15 Temmuz kalkışmasına karşı ciddî ses çıkarmayan ve FETÖ’ye sahip çıkan bu Batı ülkelerinin tuhaf tavrı birçok vatandaşımız gibi beni de hayrete düşürüyor. Beni “evet” demeye teşvik ediyor.

 

İşte bu sebeplerle beyaz oy kullanacağım.

 

Niçin yetmez?

 

Benim “evet”im diğer bazı vatandaşlarınki gibi kayıtsız şartsız değil. “Evet”i önceleyen veya takip eden bir “yetmez ama” var. Yani “yetmez ama evet” veya “evet ama yetmez” diyorum. Bu durumda, hâliyle, neden “yetmez” dediğimi de açıklamam gerekiyor.

 

“Yetmez”leri iki kısma ayırabilirim. İlk gruptakiler münhasıran paketle, ikinci gruptakiler genel olarak anayasamız ve demokratik sistemimizle ilgili. İlki, belki “hayır” kanadına ciddî ve dikkate alınacak bir eleştirinin nasıl yapılabileceği hakkında fikir verebilir. İkincisi ise hem iktidara hem de muhalefete bundan sonra neler yapılması gerektiği hakkında ipuçları sağlayabilir.

 

Paketin “Yetmez”leri

 

(1) Paket cumhurbaşkanlığının boşalması veya cumhurbaşkanının görevini yapamayacak duruma düşmesi hâlinde cumhurbaşkanının (birden çok olacaksa birinci) yardımcısının bir “care-taker” olarak ona vekâlet etmesini öngörüyor. Yardımcının ana görevi 45 gün içinde seçimleri gerçekleştirmek olacak. Böyle bir durumda bir demokratik meşruiyet sıkıntısı ortaya çıkacağı açık. Çünkü seçilmemiş yardımcı seçimle gelinen makamın yetkilerini kullanacak. Sürenin kısa olması sorunu hafifletiyor ama tamamen ortadan kaldırmıyor. Oysa, madem ki bir melez sistem kuruluyor, cumhurbaşkanına vekâlet hak ve görevinin seçimle gelecek olan TBMM başkanına verilmesi daha uygun olabilirdi.

 

(2) Seçilmiş cumhurbaşkanın AYM ve HSK’ya üye ataması uygun. Böylece toplumun eli onun üzerinden yargıya da dokunmuş olmakta. Bu, yargının toplumda egemen adalet nosyonuna yaklaşmasına yardımcı olacak ve yargının demokratik meşruiyetini güçlendirecektir. Ancak, cumhurbaşkanının HSK’ya atayacağı üye sayısı daha aşağıda, TBMM’nin atayacağı üye sayısı daha yukarda tutulabilirdi. Bu çerçevede HSK üyelerinin bir kısmının (meselâ üçte birinin) Yargıtay ve Danıştay tarafından belirlenmesi önerisi, bilinen sebeplerle bu aşamada bana uygun görünmüyor. Kooptasyon ve bürokratik vesayet zihniyetinden kurtulduğunu ispatlamış bir yargı cihazı, bu hususu ilerde tekrar düşünmemizi kolaylaştırabilir.

 

(3) Yargı kurumunda savcılar daha çok kamuyu (devleti: Cumhuriyet savcısı), hâkimler ise toplumu temsil eder. Hâkimler ile savcıların kurullarının birbirinden ayrılması yerinde olurdu. Basit gibi görünen bu problem bir mihenk taşıdır. Savunma adalet zincirinin en mühim halkasıdır ve mahkemelerinde savcıları savunma hizasında oturtamayan bir yargı asla tam bir hukuk devleti olma niteliğini kazanamaz. Paket keşke bu istikamette değişiklikler ihtiva etseydi.

 

Genel “Yetmez”ler

 

(1) Paket Türkiye’nin hem yapımı hem de içeriği itibarıyla daha demokratik bir anayasa ihtiyacını ortadan kaldırmaz. Bu yüzden paketin bir reform zincirinin ilk adımı olarak sunulması ve başka paketler tarafından izleneceğinin taahhüt edilmesi çok iyi olurdu.

 

(2) Hükümet sistemi değişikliği, seçim sisteminde değişiklikle takviye edilmeli. Tek adaylı dar bölge veya ciddi ölçüde daraltılmış seçim bölgeleri sistemine geçilmeli. Baraj ya tamamen kaldırılmalı ya da örneğin yüzde 5’e düşürülmeli. Siyasî partiler kanunu yenilenmeli. Partilere hem örgütlenme tarzı ve iç işleyiş serbestisi tanınmalı, hem de onlara resmî ideoloji dayatmaktan, yani tüm partileri Atatürkçü olmaya zorlamaktan vazgeçilmeli.

 

(3) Kürt problemi ülkenin en büyük ve en acil sorunu. Ona bu ismi vermemek onu yok kılsaydı işimiz çok kolaydı. Ama olgular ortada. Türkiye Kürt probleminin hâlli için çözüm sürecindekilere benzer adımlar atmak zorunda. Kürtlerin özellikle kültürel haklarını PKK’ya doğrudan veya tersinden endekslemekten kurtulmalıyız. Siyasî talepler için de, şiddeti sadece Türkiye değil tüm dünya nezdinde tamamen gayri meşru duruma düşürecek geniş bir ifade ve siyaset yapma özgürlüğü sağlamalıyız.

 

(4) Yeni bir anayasada ideolojik merkeziyetçilik ve tekçilik ortadan kalkmalı. Kemalizm resmî ideoloji tahtından indirilmeli ve sistem içindeki yeri normalleştirilmeli. Başka bir deyişle, Kemalizm resmî ideoloji olmaktan çıkarılıp yarışan ideolojilerden biri hâline getirilmeli. Benzer şekilde, anayasadaki vatandaşlık tanımı ya tamamen kaldırılmalı ya da etnisiteye atıftan arındırılmalı.

 

(5) Devleti bir taraftan küçülten bir taraftan güçlendiren bir anayasa yapılmalı. Devlet sivil toplum alanlarından çekilmeli, topluma ait olması gerekeni topluma iade etme sürecine girmeli. Buna karşılık, mutlaka üstlenmesi gereken fonksiyonlarda gayet etkili kılınmalı, yani güçlendirilmeli.  Devlet güvenlik ve adalet işlerinde çok başarılı olmalı, ama toplum hayatını hep olageldiği gibi açık veya gizli yollarla işgal etmekten uzak durmalı.

 

(6) Kamu idaresinde reform yapılmadan Türkiye fazla yol alamaz. Sadece Kürt probleminin çözümü değil, ona ilâveten hemen hemen her problem ve bizatihi demokrasinin güçlenmesi ciddî bir kamu idaresi reformunu şart kılıyor. Türkiye adem-i merkeziyetçilik çağrısı yapan toplumsal sorunlara ve güçlere kulak kabartmalı. Bu, ille de ülkede federalizmin tesis edilmesi anlamına gelmez. Kamu idaresinde reform birçok yolla gerçekleştirilebilir. Örneğin mahallî idareler güçlendirilmesi bunlardan biri.

 

(7) Alevi toplumunun sorunlarının çözümü bilinmeyen baharlara ertelenmemeli, açılamayan açılımlara bağlanmamalı. Alevilerin tanınma ve eşitlik talepleri mutlaka karşılanmalı ve bunun tüm sonuçlarına rıza gösterilmeli. Devlet ister Kemalist hakikati ister bazılarının “gerçek İslam” hakikatini esas almayan, eşitliğe dayanan bir hukuk ve siyaset düzeni tesis etmeye doğru yürümeli.

 

İşte bir kısmı değişiklik paketine bir kısmı genel tabloya ilişkin bu sebeplerle “yetmez” diyorum.

 

Sonuç: Önemli olan doğruluk değil meşruiyet

 

Referandumda “evet” diyeceğim ama bu değişikliğin daha kapsamlı bir reform sürecinin ilk adımı olmasını temenni ediyorum. Bu yüzden, yukarda belirttiğim hususlarda yeni adımlar atılmasını talep ediyorum, edeceğim. İnanıyorum ki, diliyorum ki, hem bu yeni ihtiyaçlar, talepler başka insanlar ve çevreler tarafından da gittikçe artan yoğunlukta dile getirilecek hem de ülkenin genel gidişatı bu reform hamlelerini yapmayı zorunlu kılacak.

 

Son olarak çok önemli bir hususa temas edeceğim. “Evet” diyecekler de “Hayır” diyecekler de kendi pozisyonlarının doğru olduğuna inanıyor. Referandumda çıkan sonuç bu kanaatlerini değiştirmeyecektir. Referandum doğruya ulaşmamızı sağlamayacak. Zaten bu hedefimiz olamaz. Gezi isyanlarından beridir her vesileyle vurguladığım üzere, siyasî sistemimizi doğruluk değil meşruiyet üzerinde kurmak ve işletmek orundayız. Doğruda hemfikir olmakta ısrar netice vermez ve çatışmalara yol açar. Önemli olan meşruiyet sınırları içine kalmak, yani usul kurallarına sadakat ve rıza göstermek. Referandumdan %50 artı 1 oyla çıkacak sonuç, hangi istikamette okursa olsun, meşru sonuçtur. Herkes bu sonuca saygı göstermeli, kimse sonucun meşruiyetini kendi doğru anlayışına dayanarak sorgulamaya kalkmamalı ve meşruiyet dışı yollarla reaksiyon gösterme hatasına düşmemelidir.

 

Referandumun halkımız, milletimiz, toplumumuz, demokrasimiz ülkemiz için faydalı olmasını diliyorum.

- Advertisment -