1970’lerden beri Taksim’le meşgul olmakta haklıyız tabii, sürekli hatırlatıyorlar; önce 77 1 Mayıs katliamı, sonra 12 Eylül ertesi iktidarlarının süreklilik/tutarlılık izleği, bitmek bilmeyen yasak. İktidarların dayanışmış kitle ve devrim kâbusunun sembolü. Ve nihayet Gezi, aklımız hep onda. Ama başka yerlere de gölge düşürüp parazit etkisi yapıyor. Örneğin yanıbaşındaki Teşvikiye. Her şeyden önce 19.yüzyıl devletinin giderayak özenli bir geliştirme projesi. Sarayın Topkapı-Dolmabahçe göçüne paralel olarak elitini de Süleymaniye’den yanıbaşına taşımak üzere geliştirilmiş. İmarına önce Pervitich haritasında 183 ada olarak gösterilen yere camiinin inşasıyla demek ki namaza durarak oluşacak cemaatinin teşkiliyle başlanmış, sonra da caminin çaprazında karakol, demek ki kentten yeşilin derinliği ve bastığı yerin zorlu topoğrafyası ile soyutlanmış bu içe dönük cemaatin güvenliği, ardından camininkine yakın ada ölçeğindeki parsellere sırayla bahçe içinde köşk ve konaklar yapılarak adım adım mamur hale getirilmiş, Pervitich sigorta haritasında Teşvikiye Caddesi üzerindeki konakların büyüklüğünü cami ile kıyaslayarak kestirmek mümkün. 30’ların ilk, 50’lerin ikinci apartman furyasını iri parsellerin dilimlenip bölünerek çoğalması mümkün kılmış. Ancak bu dalgaları, 70 sonrasının yap-sat şablonları ile karıştırmamak gerekiyor. Henüz inşai ve stilistik disiplinden kopmamış, mimarlık formasyonunun sınırları dışına savrulmamış binalar bunlar.Araya bir de Prost planı giriyor. Prost tarihi yarımada ve Beyoğlu yakasını, Teşvikiye’nin ardına saklandığı Maçka vadisinin geçit vermeyen sarp, engebeli derin yeşilini yeni İstanbul’un ağırlık noktası haline getirerek yeniden planlıyor. Trafiği Maçka yeşilinin etrafından döndüren bu plan Teşvikiye’nin korunaklı ve ayrıcalıklı konumunu daha da pekiştiriyor, çünkü parka yaslanmış olmakla trafik ringinin parçası olmuyor, üzerinde değil, içinde/kenarında kalmış oluyor.Metropolün ana trafik hatları üzerinde kalmamak, trafiği içinden geçirmemek bir ayrıcalık, çünkü Cumhuriyet, Barbaros, Meclisi Mebusan benzeri trafik arterleri çevrelerini anonimleştirip kişiliksizleştir…Dört şanslı semti var İstanbul’un: Bulundukları yakadaki merkezi konumlarına rağmen, ana arterlere birer cep gibi teğetine eklemlendiklerinden hem kolay ulaşılabilir kalıp hem de ulaşım kolaylığının trafiğine maruz kalmayabilen; Beyoğlu yakasında Teşvikiye ile Cihangir, Kadıköy yakasında da Moda ve Fenerbahçe. Ayrıca Boğaz semtleriyle Haliç ve uzantısı Kağıthane vadisi ise vadi sırtlarından inen kestirme yollar sayesinde anonimleşmeden kolay ulaşılır kalmaya devam edebildiler. İlk saydığım dört şanslı yerden Moda ve Teşvikiye’nin bugünkü trafik yüküne aldanmamalı Teşvikiye’yi Beyoğlu ve Şişli’den üzerine çektiği alışveriş yükü (Abdi İpekçi, Reasürans ve City’s), Moda’yı da stadın çevresinden engelsiz dolanılması uğruna Kadıköy-Bağdat arasını dehlizler labirentine çeviren trafik düzenlemeleri kentin ortalamasına uydurdu, hatta merkezi konumları nedeniyle trafiğin odağı haline bile getirdi. Yine de eriyip, çözülüp, dağılmadılarsa, Moda belediyenin sahil otoyolu tehlikesini atlattığı için hala bulunduğu yakanın merkezinde sükunet ve konfor içinde oturmanın mümkün olduğu ender yerlerden olmayı sürdürüyor… Hem Bağdat hem de Cemil Topuzlu ana akslarına cep konumuyla Fenerbahçe de var daha. Fenerbahçe’yi tehdit eden de takımının maç günleri basıncı ve özellikle de şampiyonluk ve zafer geceleri. Ancak kulübün yeniden eski günlerinin kendi kendine çelme takan uygulamalarına dönmesi bu riskin savuşturulmasına yardımcı oluyor. Moda’yı kurtaransa zinde sivil inisiyatifinin sahil otoyoluna direnci olmuştu. Cihangir’i eğimli ve engebeli topoğrafyası yukarıdan İstiklal ve Tarlabaşı’nın aşağıdan da Meclisi Mebusan ve Tophane’nin baskısından koruyor. Teşvikiye’nin maruz bırakıldığı tehlike ise böyle kolay atlatılır cinsten değil çünkü, anlatacağım gibi kasıtlı ve ısrarlı, yani “taammüden”. Hukuk dilinde suçun böylesine “nitelikli” deniyor galiba, kasıtlı yerine. Barındırdığı burjuva sınıflarının 80’ler sonrası Boğaz’ın sırt çizgisi ve devamı Etiler, Ulus ve Zekeriyaköy göçünü bile salimen atlatmış olan bu güngörmüş modern semt, halen, sonra anlatacağım ters yöndeki yeni bir tehditle karşı karşıya. Malum, tıpkı binalar gibi kentleri de iki zıt etki eskitip köhneleştiriyor, ilki terkedilmek, diğeri aşırı yüklenmek, yani boşalmak ve dolmak. İlk tehlikenin kaynağı başka yerlerin çekiciliğinin artmasıdır ki, Teşvikiye’nin de içinde olduğu Beyoğlu yakasına has neo-liberal hikâyesine gelince, 80 sonrasının taze ve gözde burjuva sınıfı kendine keşfedilmemiş ayrıcalıklı iskan yeri ararken keşfettiği yeni cazibe hattı Boğaz sırtı çizgisinin (Zekeriyaköy’e kadar uzayacak Ulus-Etiler-Maslak etki alanı hattı) prestij, statü ve değer artışından kaynaklanmıştı, Ama diğeri bekleneceği gibi Teşvikiye içinin spekülatif yeniden-değerlenme eğiliminden kaynaklanmadı. Teşvikiye bu muhtemel spekülatif tehlikeyi erken hamleli bir kündeyle arkasına (Esentepe ve Zincirlikuyu’ya kadar uzayacak Ihlamur vadisine) savurarak atlattı. Spekülasyonun bindireceği kalıcı yükü savuşturmuştu belki ama beklenmedik bir başka bir tehlike duruyordu kapıda. Yeni inşaatların çekeceği yeni sakinler Ihlamur’a, hatta Piyalepaşa vadilerine doğru savuşturulduğu için bu yeni tehlike önce geçici zannedildi ama sakine ve komşuya dönüşmemiş misafirin de Masumiyet Müzesi’nin ana karakteri Kemal misali periyodik misafire dönüşme riski vardı, özellikle de ısrarla davet eden bir apartman yöneticisi varsa. Nitekim öyle de oldu.1 Mayıs’la başlayıp alışkanlığa dönüşmüş yasağın dağıttığı kitleyi, seçmekte ısrarlı davrandığı belediye yönetiminin zorlamasıyla üzerine çekti Teşvikiye. Tıpkı ilk zamanlarında TV seyretmeye gelen misafirleri (Tele-safir) gibi her yılbaşı kutlamaya geliyorlardı, Evet yılbaşı gecesi TV’lerini açanlar dünya metropollerindeki coşkulu yeni yıl sevincine tanık oluyorlardı gerçi ama, oraları az çok tanıyanlar o toplanılan yerlerin, örneğin Trafalgar’ın, Tracadero Time Square ya da Brandenburg’un birer meskun mahal değil, tersine eski Taksim misali Londra, Paris, New York ve Berlin’in ulaşılması en kolay ve zaten en çok çiğnenen başlıca anonim ve merkezi alanları olduğunu da bilirler.Dolayısıyla da Teşvikiye misali Belgrave, Passy, Tribeca ve Charlottenburg gibi görece merkezi konumda olmalarına ragmen sosyal ve fiziki coğrafyanın kimi olumsal (contingent), demek ki tekrarlanamayacak avansları/karşılıksız hediyeleri sayesinde korunaklı kalıp metropolün anonim kimyası içinde erimemiş meskun semtlerinin de içe dönük hafızası ve hatıra biriktirme kapasitesiyle tahkim edilmiş ikamet semtleri olmayı sürdürdüklerini ve yeniyıl kutlaması gibi tüm metropolü biraraya getiren kalabalık ve gürültülü organizasyonlara en az elverişli yerler olduğunu da bilirler.12 Eylül yasaklarından Taksim’de toplanma yasağı o kadar uzun sürdü ve ileri gitti ki, vazgeçtik işçi bayramı ve siyasi mitinglerden, yılbaşı coşkusu bile çok görüldü kalabalığın meydanla buluşmasına ve tam o sırada film koptu, mantık motorları stop etti. Populist belediye başkanı 1 Mayıslarda Taksim’den uzaklaştırılanların sürüldüğü Çağlayan/Abide-i Hürriyet alanının kendi bölge sınırları içinde olduğunu bile görmezden gelip, ısrarla onyılların istikrarlı iskan bölgesi Teşvikiye’nin tam ortasını hedef göstererek burada oturanlara kutlama gecesini zehir etmeyi alışkanlık haline getirdi. Boğaz’ın karşı yakasından değil evinin önündeki caddeden/sokaktan ardarda havai fişek atılmasının ne demek olduğunu tanık olmayanlar bilemez. Bombadan farkı bina yıkmayıp canlı öldürmemesi, ama gürültüsü aynı. Üstelik sokağa kurulmuş sahneden çığırtkanlık dozları özenle tartılmış beter pop seslerin sokağa kurulmuş sahneden inmelerinin hemen ardından gelecek bombanın mı çığırtkan ağlak ağızın sesi mi tercihe şayan? Karar ne evlerinde taciz edilenlerin, ne de sokaklara tıkışanların, belediye erkanının gazinolardan ve düğünlerden tesadüfi seçimlerinin… Yer mi kalmadı koca metropolde? Demin Abide-i Hürriyet dedim, haydi Taksim yasaklı, zaten artık yok! Sirkeci sahilinin dev boşluğu. Kadıköy ya da Üsküdar sahillerinin meskun kenarları değil de, kıyılarındaki şekilsiz boşlukları, ya da ana arterlerin meskun yerlerle teması olmayan herhangi bir hacimli noktası. Olamayacak yerler diye global metropollerin merkezi burjuva mahallelerinden örnek seçmem yanıltmasın. Teşvikiye ile kıyas kolaylığı içindi…Yoksa Zeytinburnu, Samatya, Çarşamba, Sultanbeyli, Gazi mahallesi, ya da Gülsuyu gibi iskan bölgelerinde de olmamalı tabii ki bu eziyet.Burjuva veya emekçi sınıflarının iskanı farketmezdi. Yakından tanımaya da gerek yok. Tekrarlansa oraları da nasıl bir cehenneme çevrileceklerini kestirmek için sadece fotoğraflardan edinilecek aşinalık bile yeterli olacaktır sanırım.Sınıflar eziyet görürken değil, sükunet, refah ve güven içindeyken yaklaşmalı, birbirlerine ve eşitlenmeye meyletmeli. Peki şu çelişki nasıl açıklanmalı? Teşvikiyeliler, bırakalım Modalılar gibi sivil direnç oluşturmayı bir de semtlerinin alay edercesine bir gürültüyle başlarına yıkılmasını hâlâ pişkince şakaya vururcasına adeta yeni yıl hediyesi almış gibi kabul edip bir de karşılığında bütün burjuvalar gibi yegane siyasi kozları olduğuna inandırıldıkları birer oylarını aynı belediye yönetimine vermeye devam ediyorlar. Ve “şov devam edip gidiyor”. Sarkaç gidip geliyor.Peki ya onlar yıllardır kendilerini seçenlere neden yapıyor bu eziyeti? Şu fıkradaki gibi düşünüyor olmalılar: Kendi arkadaşına atıp tutana diğeri sorar, “yahu nasıl laf onlar, yakının değil mi?”, “canım zaten doğru dürüst biri olsa benimle arkadaş olmazdı!”, “Zaten doğru dürüst bir yer olsa bizi mi seçerdi?” (1) diyor olmasınlar, yılbaşı gecesi bile bangır-bangır dolaştırdıkları propaganda arabalarının içinde. Peki ya o süslemeler? Fena mı oldu Teşvikiye’nin bu sayede süslenip püslenip donanması? Boğaz köprülerine ampul dizmek misali en küçük bir incelik ve kreatif dokunuşun izi olmayan ardarda dizilmiş standart hazır demir profil taklarıyla onlara asılmış ampullerin taşra kasabası gösterişini şenlik donatısı diye benimsemek zorunda mı Teşvikiyeliler? İyi zamanları da olmuştu üstelik, her dükkan önündeki kaldırımları bir ön-vitrin gibi kullanıp komşularıyla rekabet içinde kaldırımların tamamını donattığında en müşkülpesentlerimize bile laf düşmemişti. Hatta kimin aklıydı bilmiyorum, kendi büyüklüğü ve pnofilinde inek modellerini her mağaza ayrı bir sanatçı veya tasarımcıya yeniden şekil verdirdikten sonra dükkanının önüne koyduğu yılbaşı hazırlığı; kentselliği su götürmeyen bir kent parçası kaldırımlarının kırsallığı aşikar bir büyükbaş hayvan cinsinin envai çeşidinin işgaline uğramasının kontrastı.Nedir canım bu kreasyon takıntısı? Yılbaşı süsünde de eksik oluversin diyeni, Maçka-Sanat galerisinin içinde mimar Nevzat Sayın elinden çıkma noel ağacı yerleştirmesine davet de benim boynumun borcu olsun. Fotoğraflarını aşağıya koyuyorum. Varsın sanat eseri niyetine yapılıp galerinin içine konmuş olsun. Galerinin seramik dizilişinden konstrüktif iskelet, dilek kurdelelerindendekoratif jest türetmeye kadar vardırılmış bir kreasyon inceliğinin ve ustalığının hem de mimarlık tecrübesiyle şekillenmiş eline bir de sokak şenliğini arka planını tasarlama fırsatı düştüğünde nelerin olabileceğini hayal etmekten de aciz olamayız ya…Bir de İstanbul’un tamamına adaymış bu yönetim… Cihangirli, Modalı ve Fenerbahçelileri özellikle uyarmak lazım, 05’in gelişi çilesini Teşvikiyeli sınıfdaşlarıyla paylaşabilirler… Tek merkezde kutlamak yerine dört yerde birden kutlamak daha Adem-i merkeziyetçi olmaz mı? Utanıp arlanmadan sosyal demokratçaya da tercüme edilip “daha paylaşımcı!” olduğu iddia edilirerse de şaşmamak lazım. İyi kadar kötü günde de değil miydi kader birliği? Tam da herkes eğlenirken yılbaşı cehennemini paylaşmak olsa bile bu? Ama Teşvikiyelilerin sadece Sarıgülgillere değil, Erdoğangillere karşı da alicenap olduğunu söylemeden bırakmak olmaz. Öyle ya #direngezi’nin sonuna doğru tüm semtler küçücük boşluklarını park belleyip bütün İstanbul’u forumlar zincirine dönüştürürken, her seferinde ardına saklanarak korunduğu İstanbul’un hem ortasındaki hem de saray, askeri alan ve mezarlıklar dışındaki en hacimli ve de yeşil boşluğuna bir forumu bile çok görüp sahip çıkmayarak yine öksüz ve ıssız bırakmak da yılbaşı azabını haketmenin bu kez de Ankara ve Büyükşehir iktidarlarından yana başka bir veçhesi olabilir mi?__________(1)Tam yazıyı bitirip son noktayı koymuştum ki sabah (6 Ocak P.tesi) gelen Taraf’ta epeydir okuduğum ilk iç ferahlatıcı habere rastladım. Hem de burada da yazdığım nedenlerle, hiç beklemediğim bir yerden, Mustafa Sarıgül’den; seçilirsem (benim şu Zihni Sinir işi dediğim türden) çılgın projeler yerine akılcı projelere yöneleceğim demiş, bir de Gezi sırasında yaşamını yitirenler için demokrasi anıtı diktirecekmiş. Öyle adlandırmamış ama benim “ibret anıtı” diye nitelendirdiklerimden olur. Bunca yıldır politikacı dinlerim, bu kadar somut ve bir çırpıda (tek atışta) gönlümü çelip beni yanına çekiverecek vaatler daha hiç duymamıştım. Burada yazdıklarımı geri aldırmaz gerçi ve şimdiye kadarki performansından beklenmezdi ama, verdiği umuda müteşekkir olmak lazım. Böyle sözleri bir politikacının ağzından duymayalı çok olmuştu. Üstelik bir de iddialı bir başkan adayından ve bu netlikte duymak sanırım gören/duyan herkese iyi gelmiştir, bir de gerçekleştiklerini görsek, ama öncelikle duyanların Taraf okurlarıyla sınırlı olmaması çok önemli. Şu ”vizyon” sözcüğünün olur olmaz kullanımı gözleri o kadar kararttı akılları o kadar karıştırdı ki insan o kanal zannedilen hafriyat işinin ve diğer Zihni Sinir projelerinin tüm politikacıları esir aldığı zannına kapılabiliyor. Her iki vaad de AKP’nin tersine gittiği için değil, sanırım nihayet sağduyulu bir ses duyulduğu için duyan herkeste ferahlama hissi yaratacaktır.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik