[12 Haziran 2014] Musul’daki konsolosluk baskını ve rehineler olayı, daha genel olarak IŞİD (Irak-Şam İslâm Devleti) adıyla bilinen El Kaide yan kuruluşunun anî yükselişi, Ortadoğu’daki bu derinleşen istikrarsızlığı ve dibi gözükmeyen bir keşmekeş çukuruna yuvarlanış sürecini kimlerin, nasıl başlattığını tekrar hatırlattı.Baş teorisyenleri: Bernard Lewis ve Samuel Huntington. “Medeniyetler çatışması” ifadesini ilk Bernard Lewis, Atlantic Monthly’nin Eylül 1990 sayısındaki “The Roots of Muslim Rage” makalesinde kullandı. Ardından Huntington devreye girdi. En sağ-muhafazakâr düşünce kuruluşlarından American Enterprise Institute’ta 1992’de verdiği bir konferansı, Foreign Affairs’deki “The Clash of Civilizations?” (1993) makalesinde ve The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order (1996) kitabında peş peşe geliştirip, her seferinde daha katı, daha doktriner, daha bağlayıcı kıldı. 19. yüzyıl sonlarının Yeni Emperyalizm döneminde uç vermiş Oryantalist bir fikir, bu aşamalardan geçerek, Soğuk Savaş sonrasında insanlığın bu sefer kültürel kimlik fay hatları boyunca tekrar bölüneceği ve bu çerçevede, bir sonraki düşmanın da İslâmiyet olacağı gibi, kendi kendini doğrulama potansiyeli çok yüksek bir kehanete (self-fulfilling prophecy) dönüştü.Politik uygulayıcıları: Vietnam yenilgisine biriken tepki ve gerisin geri sağa savruluş içinde yükselip, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle aşırı özgüven kazanarak iyiden iyiye güçlerine mağrur kesilen; Cumhuriyetçi Parti’yi hem daha sağa çeken, hem bu süreçte kendi aşırı sağına giderek daha geniş bir alan açan; Reagan ve “baba” Bush’tan sonra ve Clinton’a nefretleri içinde büsbütün fanatikleşen neo-con’lar (yeni muhafazakârlar) grubu.Maalesef iki dönem Amerika devlet başkanı olmayı başaran George W. Bush (seçim tarihleri itibariyle 2000-2004, 2004-2008). Başkan Yardımcısı Dick Cheney. Bush’un ikinci döneminin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld. Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz. Savunma Bakanlığı Müsteşarı Douglas Feith. Her şeyi emperyal güç kullanımıyla halletme yanılsamalarında, son tahlilde hüsrana uğrayan, ama bu arada dünyanın canına okuyan ve bunun sorumluluğunu taşımayan, cezasını çekmeyen bir kifayetsiz muhterisler, kendilerini çok zeki sanan ufuksuz dar kafalılar güruhu.Yaptıkları: Daha baştan, dünya barışının kanayan yarası Filistin sorununa âdil bir çözüm getirecek yerde İsrail’in kahharlığına kol kanat germek. 9/11’den, yani El Kaide’nin New York’taki Dünya Ticaret Merkezi ikiz kulelerine ve aynı anda Pentagon’a yönelik 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra, ne idüğü belirsiz bir “teröre karşı savaş” ilân edip Müslümanları toptan ötekileştirmek; çıplak, nüanssız, en özcü haliyle İslamofobiyi ABD dış politikasının merkezine oturtmak. “Terörist grupları barındıran ve/ya destekleyen ülkelere karşı Amerika’nın güvenliğini korumak” adı altında, tek-taraflı (unilateral/ist) şiddet kullanımını yeniden meşrulaştırmak. ABD açısından potansiyel tehdit oluşturan yabancı rejimleri devirmeye yönelik “önleyici savaş”lar başlatma hakkını savunmak.Bu doğrultuda, gene 1875-1914 arasının Yeni Emperyalizmini çağrıştıran ve yerine göre Birleşmiş Milletleri de kâh aldatıp manipüle eden, kâh düpedüz hiçe sayan bir dizi dış müdahaleye girişmek. Yukarıdaki gerekçelerin çeşitli karışımlarını, 2001’de Afganistan’ı ve 2003’te Irak’ı işgal etmek için kullanmak. Özellikle Irak’ın işgali öncesinde, Saddam Hüseyin rejimi ne kadar rezil ve baskıcı bir diktatörlük olursa olsun, kimse sırf bu bahaneyle bir ülkeye girip rejimini değiştirmeye kalkışamayacağı için, kâh Saddam’ın kitle imha silâhlarına da, bunlarla ABD’yi vurma kapasitesine de sahip olduğunu; kâh El Kaide’yle işbirliği yaptığını inatla savunmak. Bu doğrultuda, örneğin zamanın Dışişleri Bakanı Colin Powell’a, Birleşmiş Milletler’de (sonradan aldatıldım diyeceği ve istifasına temel alacağı) tam bir dezenformasyon sunuşu yaptırmak. Gene zamanın CIA şefi George Tenet’in vurgulayacağı gibi, Irak’ın ABD için gerçekten tehdit oluşturup oluşturmadığını asla ciddî biçimde masaya yatırıp tartışmaksızın, iç ve dış kamuoyunu her nasılsa dolduruşa getirip paldır küldür bu haksız ve mütecaviz savaşı başlatmak.Sonuçta, 20 Mart 2003’te başlayan Irak saldırısı ve sonrasında, bu iddiaların hiçbirinin, en ufak bir şekilde doğrulanmaması. Ama 2003 Haziran’ında Cheney’in, “Bush Doktrini”nin gücünden şüphe edenleri “Afganistan’da Taliban’ın ve Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin kaderi üzerinde düşünmeye dâvet” etmesine karşın, Amerika ve müttefiklerinin her iki ülkede bir kere daha batağa saplanması. Cihadizmin ezilmek şöyle dursun, eskisinden çok daha geniş bir alana yayılması. Barack Obama’nın zaten başarı sağlandı bahanesiyle 2008-2011 arasında bütün Amerikan kuvvetlerini adım adım Irak’tan çekmekten başka çıkar yol bulamaması. Ama bu arada, Irak’ın paramparça olan toplumsal dokusunu onarmanın belirginleşen imkânsızlığı. Böyle bir projenin ve muhtaç olduğu önderliğin yokluğunda, ülkenin mezhep çatışmalarıyla ve yükselen Sünnî militanlığı karşısında tamamen kaosa sürüklenmesi. Ortalığı her anlamda harabeye çeviren ABD, cehenneme giden yolu kendi “iyi niyet”leriyle döşeyip Marshall Planının bir benzerini dahi tasavvur etmeksizin çekildikten sonra, enkazın olanca ağırlığı ve bedelinin, diğer bölge ülkeleriyle birlikte özellikle Türkiye’nin omuzlarına kalması.Böyle bir “devlet çöküşü” (state failure) ve yarattığı boşluk, şimdi Irak’ta yaşanan. Ama sormak lâzım: ABD istilâ ve işgal planlarının Türkiye’deki destekçileri, şimdi neredesiniz? Sizin en ufak bir hicap ve pişmanlık duygunuz var mı? Sizlere ve sizin gibilere rağmen, umuyorum ki insanlık, o kadar hayran ve kuyruğuna takılmaya hazır olduğunuz neo-con’ları 21. yüzyıl başlarının en büyük yalancıları, Ortadoğu’yu yeni felâketlere sürükleyen bir alçak ve namussuzlar çetesi olarak hatırlayacak.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik