Adı Muhammed bin Salman… Henüz 32 yaşında. Ama akıllı. Bu aklı kendi birikiminden mi alıyor, yoksa birileri mi veriyor, bilemiyoruz. Yerinde ve zekice düşünülmüş hamleler serisi ile ülkesindeki güç dengelerini değiştirmeye başladı.
Önce değişim rızası üretecek ideolojiyi oluşturdu (ılımlı İslam). Dinin geleneksel yorumunun toplumun boynuna pranga olarak asıldığı ülkesinde, nüfusun yarısından fazlasının 25 yaşın altında olduğu halka ılımlı İslam ile özgürlüklerin genişletileceği müjdesini verdi.
Sonra, değişimi eleştiriden muaf tutacak bir atmosfer yarattı. Ardından bir gecede 11 prens, 5 general ve 12 albayı tutuklattı. Tutuklanan isimlerin tamamı Temmuz ayında görevden alınan ve ev hapsine alınan (amcası) eski veliaht Muhammed bin Nayif’e yakın isimler. Prens Mansur bin Mukrin ve yanında bulunan 8 kişi ise esrarengiz bir helikopter kazasında yaşamını yitirdi. Bir prens de (Abdul Aziz bin Fahd) gözaltına direnirken çıkan çatışmada öldü.
Hem olumlu hem olumsuz taraflar
Genç, hırslı ve akıllı prensin uygulamalarına açık çek veremeyiz, çünkü attığı adımlar ülkeye demokrasi getirmeyecek. Toplumu sıkboğaz eden uygulamalarda, kısmi liberalizasyona gidilecek; o kadar. Kerli felli insanlar yolsuzlukla itham edilerek tutuklandı, ancak mesele kesinlikle yolsuzluk değil. Eğer yolsuzluk olsaydı, Kral Salman’ın geçmişte adının karıştığı pek çok yolsuzluk gündeme gelirdi. Suudi kraliyet ailesinin bir üyesi olan Prens Bandar bin Muhammed bin Abdulrahman, youtube’da bir video yayınlayıp kendi kralını yolsuzlukla itham etmişti. Ülke hazinesine ait 230 milyon dolarlık bir para, bir gecede yok oldu. Kimse bu paranın nasıl olup da buharlaştığını sorgulayamıyor.
Ancak genç prensin radikal uygulamalarını bir kalemde tamamen silip atmayı da doğru bir bakış açısı olarak görmüyorum. Çünkü kötü tarafından da olsa bu değişim, en azından pek çok başka ve daha hayırlı şeyi tetikleyecek.
Arap aklı politik itaate yatkındır. İslâmın 1400 yıllık yoğun etkisi var. İslâm teokrasisinin siyasal kültürle uyuşması, zenginliği liderlikle sentezleyen modern bir otoritarizm türüne yol açar. Daha da önemlisi, Suudilerde devlet ve sınıf birbirine dolaşıktır. Ülkenin tüm kaynaklarına hâkim olan bir sınıfın (veya ailenin veya aileler kombinasyonunun), toplumun inanç dünyasına seslenen ruhban sınıfınca desteklenerek devletle dolaşık hale getirilmesi, çok sert ve kırılması son derece zor bir sistem yaratır. Dışarıdan yıkıcı bir müdahale olmadıkça, bu sistem ancak içerideki saray ve elit kavgalarıyla değişebilir. Ama bu da zorlu olur, sancılı olur.
Genç prensin bu zorlu ve çelik kadar sert sisteme çelişkiler yüklemesi, sistemin aktörleri arasında uzlaşmanın sona erdiği bir süreci başlatması itibariyle olumludur. Çünkü sistem, artık ilerlemeyi imkânsız kılan çelişkilerle kuşatılmış bulunuyor.
Kontrol sistemi güncelleniyor
Ancak meselenin bir de dış boyutu var. Ki bu boyut, Suudilerdeki değişim ve dönüşümün bizi neden ilgilendirdiğini açıklayabilir.
Dünyanın toplam milli geliri yılda 80 trilyon dolar. Ancak dünyanın toplam sanal parası 800 trilyon dolar. Global ticari emlak yatırımlarının yıllık parasal değeri 7.6 trilyon dolar. Dünyada her yıl toplam 500 trilyon dolar faiz takası yapılır. Bu takas da sadece on bankanın elindedir. Yani dünya ekonomisine bu on banka yön verir.
Ortadoğu denilince akla ilk başta Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gelir. Dünyanın en büyük petrol ve enerji üreticisi olan bu ülkelerin sırf petrolden elde ettikleri büyük kazanç, Amerika (yüzde 50) ve Avrupa (yüzde 20) bankalarındadır. Katar’ın bu bankalarda 400 milyar, Suudi Arabistan’ın ise 2 trilyon petrodoları olduğu söyleniyor.
Körfez ülkelerinde oluşan zenginliğin yarattığı petrodolarların, küresel liberal sistem içinde çok önemli, hattâ belirleyici bir rolü var. O yüzden dünya sistemi Ortadoğu’daki birikim süreçleri ve iktidar tasarılarını küresel üretim zincirine entegre eder.
1980-1990’larda borç para, sermaye akışı, gıda ithalatı, askeri ve ekonomik yardımlar ile neoliberal yapılandırmaya alınan Ortadoğu’nun “finans kapital kontrol sistemi” şimdi genç ve hırslı prens üzerinden yeniden güncelleniyor. Çünkü geleneksel ticari denge değişiyor. 2010’da Suudi Arabistan’ın Çin’e ihraç ettiği petrol ABD’ye yaptığı ihracatı geçti.
Bu yeni kontrol hamlelerini hem Trump’ın attığı twitlerden, hem de gözaltına alınan kişilerin özelliklerinden çıkartabiliriz. Trump kralın ve prensin ne yaptıklarını iyi bildiklerini, Suudilerin artık kendilerini sömürenlere hayır demesi gerektiğini açıkladı. Bunun anlamı “paralarınızı bizim dışımızdaki ülke ve kişilere vermeyin.”
Muhammed bin Salman’ın görevden aldığı ver gözaltına aldırttığı prenslere baktığımızda ise, ilk planda Twitter ve Citibank gibi büyük küresel şirketlerde hisseleri bulunan, ancak Amerika karşıtlığı ile bilinen Prens El Velid bin Talal ve ülkedeki en büyük inşaat şirketine başkanlık eden Bakır bin Laden göze çarpıyor Aralarında dünyanın en büyük turizm yatırımcısının da bulunduğu diğer prenslerin de bu ikisinden arda kalır tarafı yok.
Tasfiyelerle bölgede üretilen zenginlik (petrodolarlar), yeniden dünya pazarının çekirdek ülkelerindeki sermaye ihtiyaçlarına tabi kılınıyor. Bölgedeki finans kapital de Ortadoğu’nun yerel ihtiyaçlarına göre değil, Batı’nın ihtiyaçlarına göre (örneğin Aramco hisseleri New York borsasında işlem görecek) yapılandırılıyor. Zaten gözaltına alınan prensler, en zenginlerin oteli olarak bilinen ve büyük rüşvet alımlarına sahne olan Ritz Carlton’da tutuluyor. Bu simge dahi kendi başına bol ironi yüklü.
Öngörülmezlik ve hırsın işbirliği
Bir aksilik olmazsa, yakın bir gelecekte Suudi Arabistan’ın başına Ortadoğu’da inanılmaz güç ve yetkilerle donatılmış genç ve hırslı bir prens geçecek. Bu veliaht, kraliyet üyelerini koruyan orduya hakim olacak. Dünyanın en büyük enerji devi Aramco’ya hükmedecek. Yeryüzünün göreceği en büyük özelleştirme faaliyetlerini yürütecek komitenin başına geçecek. Medya zincirinin sahibi olacak.
Bu kadar zenginlik ve güç küresel hegemonlar tarafından bir kişi veya ailede toplatıldıysa, bunun yansımaları olacak. Bu yeni hegemon figür kendi ülkesinde meşruiyet konsolidasyonuna gitmek için “öteki”ler yaratacak. Bu “öteki” Şiiler ve Şiilik özelinde İran olacak. Prens bu konsolidasyon enstrümanına oynayarak mezhep kavgası teorisi için think-thank kuruluşlarına, üniversitelere, medyaya, araştırma şirketlerine oluk oluk para akıtacak. Ufukta bir Suudi-İran savaşı da görebiliriz. Ancak küresel sistemin Avrupa ayağı ikna edilmeden bunun olması zor bir ihtimal. Ama iki ülke arasında yeni vekalet savaşlarına tanık olabiliriz. Mesela Lübnan’da Hizbullah’la yeni çatışmalı bir döneme girmemiz muhtemel gözüküyor.
Bir tarafta ne yapacağı, nasıl davranacağı öngörülemeyen bir Trump. Diğer tarafta, kendini ispat etmek için çılgınca şeyler yapmaktan hoşlanan, halk nezdindeki meşruiyeti için şiddetle “öteki”ne ihtiyaç duyan genç ve hırslı bir prens. Allah hepimizi bu iki liderin işbirliğinden korusun!