Ana SayfaYazarlarİngilizce bir makaleden görünen Türkiye...

İngilizce bir makaleden görünen Türkiye…

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, New York Times gazetesi için “Türkiye’nin Suriye’de barışı sağlamak için bir planı var” başlıklı bir makale kaleme aldı.

 

Dün gazetenin görüşler sayfasında yayınlanan makale, ABD’nin çekilme kararı sonrası Türkiye’nin Suriye politikası hakkındaki sorulara net cevaplar veriyor.

 

Ama makale sadece bu yüzden öğretici değil.

 

Bu makaleden, son dönemde pek çok insanın dünya görüşü haline gelmiş bazı fikirler, tezler, dış politika analizleri, komplo teorileri hakkında da Ankara’nın resmi pozisyonunu ilk elden öğrenme fırsatı buluyorsunuz.

 

New York Times’daki makaleden okumaya başlayalım:

“Ancak ABD’nin, uluslararası toplumun ve Suriye halkının çıkarlarının korunabilmesi için çekilmenin dikkatlice planlanması ve doğru ortaklarla işbirliği içerisinde hayata geçirilmesi gerekmektedir. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye, bu görevi yerine getirme gücü ve kararlılığı olan tek ülke konumundadır.”

 

Bu paragrafta ABD’nin ve uluslararası toplumun çıkarlarının korunabilmesi için Suriye’deki en doğru ortağın Türkiye olduğu söylenerek haklı bir tespit yapılmış.

 

Demek ki söylenenlerin aksine Ankara için aslında ABD Türkiye’de ekonomiyi bozmak için operasyonlar çeken bir üst akıl değil, Suriye’de çıkarlarını koruyacak en doğru ortak olduğumuzu teklif ettiğimiz yakın bir müttefik hala. 

 

Paragraftaki ikinci cümle ise gazetelerde, televizyonlarda Türkiye’deki bütün kötülükleri, darbeleri NATO’ya bağlayan, Türkiye’nin NATO’dan çıkıp Şangay Beşlisi’ne gireceği günü özlemle bekleyenleri üzebilir.

 

Çünkü o cümleden de öğreniyoruz ki Ankara hala NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip bir ülke olmakla övünüyor yani ittifaka bağlılığını sürdürüyor.

 

Makaleden bir  bölüm daha okuyalım:

“Türk milleti, şiddete varan aşırıcılık tehdidini iyi tanıdığı için Türkiye Cumhuriyeti olarak DEAŞ ve Suriye’deki diğer terör örgütleriyle mücadele konusunda kesin bir kararlılık içerisindeyiz. Nitekim başbakanlık görevine geldiğim 2003 yılında, El Kaide terör örgütü tarafından düzenlenen koordineli saldırılarda çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetmişti.

 

Daha yakın geçmişte, DEAŞ terör örgütü üyeleri, vatandaşlarımızı, yaşam tarzımızı ve medeniyetimizin temsil ettiği kapsayıcı, kuşatıcı ve ılımlı dünya görüşünü hedef aldı. Birkaç yıl önce bu terör örgütü şahsımdan ‘tağut’ diye bahsetti. Biz aynı dehşeti, teröristler Suriye ve Irak’ta kendilerini hedef aldığı zaman Türkiye’ye sığınan binlerce Hıristiyan ve Yezidi’nin gözlerinde gördük.”

 

Yine oldukça cesur ve isabetli bir analiz.

 

Bu paragraftan da öğreniyoruz ki Ankara için IŞİD ve El Kaide “birilerinin ortaya çıkardığı, kurmaca, yapay bir örgüt, komplo” değil, “şiddete varan bir aşırıcılık tehdidi”.

 

Bu aşırıcılıkla arasında fikri ve itikadi net bir ayrım koyan bu tespitler, aynı zamanda hala AK Parti hükümetlerini IŞİD’e destek vermekle suçlayan muhalifleri de üzebilir.

 

Makaleden Türkiye’ni Suriyeli Kürtlerin kazanımlarına karşı olmadığı, Esad’ı devirmek gibi bir isteğin gerilerde kaldığı gibi dış politikayla ilgili daha pek çok önemli çıkarım yapılabilir.

 

Yani New York Times makalesindeki Türkiye, Türkçe gazetelerdeki Türkiye’den bir hayli farklı görünüyor.

 

Ama makale bizzat yayınlandığı mecra nedeniyle de bize bir şeyler anlatıyor.

 

Tabii ilk kez Cumhurbaşkanı’nın bir Amerikan gazetesinde ya da New York Times’da bir makalesi yayınlanmıyor.

 

Türkiye-ABD ilişkilerinin çok daha kötü olduğu zamanlarda da Amerikan gazeteleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ının makalelerini yayınlamıştı.

 

Ama bu kez daha komplike bir durum söz konusu.

 

Cumhurbaşkanı’nın makalesi ABD Başkanı Trump’ın Suriye’den çekilme politikasına destek vermek için yazılmış.

 

New York Times, yılın son günü hakaret tweetlerini iki sayfa yayınladığı Trump’tan, Trump da her gün “halkın düşmanı” , “sahte haberci” dediği medyanın içinde olan New York Times’dan nefret ediyor. Gazete, Trump’ın neredeyse tek başına aldığı, uğruna Savunma Bakanı’nın istifa ettiği Suriye’den çekilme kararına da şiddetle karşı.

 

Ama bütün bunlar New York Times’ın, bir ara karşılıklı kavgaya dahi tutuşmuş olduğu yabancı bir lidere sayfalarını açıp, nefret ettikleri Trump’ ın çok eleştirdikleri Suriye kararına destek verilen bir makaleyi yayınlamalarını engellememiş.

 

Ayrıca Trump’ın Suriye’den çekilme kararının doğru olduğunu söyleyerek başlayan makale, Trump’ın Ankara’yı ziyaret eden Ulusal Güvenlik Danışması şahin bir neo-con olan Bolton’un da pek hoşuna gitmemiş.

 

Yani manzara hiç de Türkiye’den görüldüğü gibi değil.  Karşımızda gazetesinden, Beyaz Saray’ına yek vücud bir ABD yok. Hükümeti, gazetesi, Kongre’si hatta hükümet içindeki birbirileriyle taban tabana zıt eğilimleriyle parçalı bir ABD var. Daha da parçalı bir Batı dünyası var.

 

Cumhurbaşkanı’nın, bir kaç hafta öncesine kadar sert sözlerle eleştirdiği Trump’ın Suriye’den çekilme kararına destek için hakkında sert yazılar yayınlanan New York Times’a yazı yazması da, aynı gün, İsrail’de söylediği “Türkiye’nin Suriye’de Kürtleri katletmesine izin vermeyeceğiz” sözleri yüzünden Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’un Ankara’da bir miktar hırpalanması da çelişkili değil.

 

Ülkelerin, liderlerin ya da gazetelerin siyasi pozisyonları sabit değil. Zaman, ilişkiler, aktörler, fikirler değişiyor.

 

Ama dün yeminli Türkiye düşmanlarıyla, ezeli ve ebedi bir kavga içinde olduğumuzu söyleyip, yarın o ezeli düşmanlarla şartlar değişince yakınlaşmak büyük bir çelişkiye dönüşüyor.

 

Eğer gerçekten de işi gücü bırakmış Türkiye’ye operasyon çeken “küresel güçler” ve “üst akıl” varsa onun tam göbeğindeki New York Times’da bu makalenin ne işi olabilirdi?

 

Bu demek değil ki, New York Times ya da ABD’de Türkiye’ye ve Türkiye’deki iktidara bayılıyor.

 

Son beş yılda New York Times’da Türkiye ve Cumhurbaşkanı aleyhine onlarca başyazı yayınlandı. Pek çoğu çok ağır ve haksızdı.

 

Ama aynı “Yahudi sermayeli” New York Times, mesela 1998 yılında, Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken okuduğu şiir yüzünden ceza aldığında da kararı yerden yere vuran “Türkiye’nin yıkıcı generalleri” diye bir başyazıyla çıkmıştı.

 

 

Yani zamanın ve aktörlerin o günkü pozisyonlarına göre ortaya çıkan siyasi, ideolojik anlaşmazlıklar, tartışmalar ve hatta kavgalarla, yeminli, ezeli ve ebedi düşmanlar söylemi arasında epey ciddi bir fark var.

 

O farkı anlayamamak sadece Türkiye’yi dünyadan koparan, olayların yanlış analiz edilmesini sağlayan bir dar görüşlülüğe sebebiyet vermiyor, aynı zamanda bu bakış içerideki bütün tartışmaları de zehirleyen toksik bir atmosfer yaratıyor.

 

Bu makaleden Ankara’nın aslında o farkın farkında olduğunu, dışarıdaki muhataplarıyla pragmatik ve gerçekçi ilişkiler kurduğunu anlıyoruz.

 

Ama yine aynı makale, Ankara’nın dünyayla konuşurken kullandığı gerçekçi ve hakkaniyetli dille iç siyasette kullanılan hamasi dilin arasındaki makasın ne kadar açıldığını da ortaya koyuyor. 

 

Esas büyük çelişki Bolton’un ettiği lafı, Türkiye’deki herhangi bir siyasetçi, yazar etse başına geleceklerin sadece ayakta hesaba çekilmek olmayacağı.

 

Dış dünyayla konuşurken kullanılan dil, üslup ve kavram sepetini iç siyasete taşımak bile Türkiye’yi rahatlatacaktır

- Advertisment -