Abdullah Öcalan'la HDP arasındaki görüşme trafiği; bir kaç aydır, hükümet tarafından engelleniyor. HDP'nin İmralı heyetinin dün yaptığı açıklamada da belirtildiği gibi; 28 Şubat 2015 günü Dolmabahçe'de hükümetle HDP sözcüleri arasında yapılan 10 maddelik bir mutabakat açıklamasının ardından, ipler koptu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan; birkaç gün sonra, bu mutabakatı doğru görmediğini ifade etti. Çözüm süreciyle ilgili çok iyimser olduğumuz bir anda, gelişmeler kesiliverdi.
Öcalan gerilim stratejisinin kurbanı mı?
4.5 aydır; Öcalan'ın meseleleri nasıl gördüğünü, gelişmeleri nasıl değerlendirdiğini, bilmiyoruz. Bu süreç içinde; AK Parti hükümetiyle HDP arasında, giderek tırmanan sert polemikler yaşandı. MHP razı olsaydı, bir "hesap sorma koalisyonu" bile kurulabilirdi.
Merakı artıran asıl konuysa, Öcalan'a uygulanan ambargo… Gezi olayları sırasında da, 17/25 Aralık operasyonlarında da; Öcalan, HDP yöneticilerini "takılmayın bunların peşine" şeklinde özetlenebilecek açıklamalarla uyarmıştı. Uyarı etkili olmuş; HDP yönetimi, bu olaylarda geri durmayı tercih etmişti.
AK Parti tarafından bakarsak… "Öcalan etkili olabilse, bazı müdahalelerde bulunsaydı; HDP ile AK Parti arasında böylesine sert bir kamplaşma yaşanmayabilirdi" denebilir mi?
Burada insanın aklına şu ihtimal geliyor: AK Parti kurmayları ve Cumhurbaşkanı; seçim stratejisi olarak, HDP ile gerilimi tırmandıran bir çizgi izlemeyi yararlı gördüler. Seçim kampanyası boyunca, HDP ile sert polemiklere girildi. Belki, kutuplaşmanın, HDP'yi baraj altında bırakacağı, düşünüldü.
HDP yönetimi de; zaten, AK Parti ve Erdoğan nefreti duyan çevreleri gözeten bir kampanyaya yöneldi. "Seni başkan yaptırmayacağız" sloganı; bazı çevrelerde, HDP'ye olan rezervlerin kırılmasına, yargıların ve tepkilerin olumlu yönde değişmesine yol açtı.
Sonuç olarak, gerilim ve kutuplaşma; HDP'ye yaradı, AK Parti'ye yaramadı. Öcalan'ın 'aradan çıkarıldığı', "kavga"nın tercih edildiği seçim döneminden; AK Parti, istediği yönde bir sonuç elde edemedi.
Son haftalara bakarsak: AK Parti ile HDP arasındaki gerilimli ilişki; seçimden sonra da, aynen devam ediyor. Buna bağlı olarak, Öcalan üzerindeki tecrit de sürüyor.
Hedef PYD değil IŞİD
Ruşen Çakır'ın dün yazdıklarından öğrendiğimiz kadarıyla; hükümetin PYD ile ilişkisi, bugüne kadar kamuoyunun algıladığından, epeyce farklı bir doğrultuda seyrediyor…
Çakır, yazısında; Türkiye'nin son günlerdeki sınır harekatının, yansıtıldığı gibi PYD'yi değil, IŞİD'i hedef aldığını aktarıyor: "Dün bir grup gazeteciyle bir araya gelen üst düzey bir hükümet yetkilisi, 'sorunun kaynağında IŞİD’in olduğunu, PYD’nin kesinlikle hedef alınmadığını' vurguladı. Ankara’nın, IŞİD’in Batı’ya doğru genişlemesinden, özellikle Mare-Cerablus hattında, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) karşısında daha fazla güçlenmesinden ve bunun yeni bir göç dalgası yaratmasından endişelendiği, bu nedenle her türlü tedbirin sırasıyla devreye sokulacağı anlaşılıyor. Aynı yetkili, Afrin ve Kobani arasındaki bölgenin de PYD tarafından kontrol altına alınması, diğer bir deyişle Suriye’nin Türkiye sınırında bir 'Kürt koridoru' yaratılması ihtimalinin şu aşamada gündemde olmadığını belirtiyor. Üst düzey hükümet yetkilisi, IŞİD’i 'İflah olmaz, tehlikeli bir terör örgütü' olarak nitelerken, PYD’den de 'Rasyonel olabilecek bir aktör' diye söz etti."
Ruşen Çakır, izlenimlerini şöyle noktalıyor: "Son olarak, 3 saate yakın süren toplantıdan birkaç izlenim aktarmak istiyorum:1- Ankara, IŞİD’e karşı ilk kez açık pozisyon almak üzere.2- TSK ile bir anlaşmazlık olmadığının altı çiziliyor.3- Esad rejiminin PYD’ye ihtiyacı olduğu ancak PYD’nin Şam’a aynı oranda bağımlı olmadığı düşünülüyor.4- Ankara’nın PYD ile temas kanalları hep açık.5- Telabyad’dan sonra dillendirilen “PYD, IŞİD’den tehlikeli” gibi saptamalar daha çok iç politik kaygılarla irtibatlandırılıyor."
Evet, algı ile gerçek arasında, ciddi bir fark olduğundan söz etmek mümkün.
Bu koşullarda, Öcalan'ın da, gerçekliğe olumlu katkılarda bulunma şansı olabilir.
Acaba tecrit neden sürdürülüyor? Anlamış değilim.